5 Ocak 2018 Cuma

BENİM KALBİM TEMİZ söylemi ve '' kendini kandırmanın '' diğer 39 çeşit yolu...



Olağanüstü farklı bilim ve fikir adamlarımız var bunlardan bir ''  Emre Dorman ''. Felsefe bilim dalında Yrd. Doç.Dr. ünvanlı. Acıbadem üniversitesinde felsefe derslerine, Bahçeşehir Üniversitesinde İslam Felsefesi ve Din Felsefesi derslerine giriyor.

Özel ilgi ve çalışma alanı İslam ve Din Felsefesi olan Emre Dorman'ın kendisini farklı kılan yönü ne ?

Çok sayıda ve herbiri defalarca baskı yapan eserlerine 10 TL gibi kolay ulaşılabilir fiyatlar koyması ve hiç birinden telif ücreti almamış olması. Ayrıca '' www. emredorman.com '' adresindeki sayfasından eserlerini  ücretsiz okumak da mümkün. Eserleri de  çok iyi anlaşılır bir özellikte arı bir Türkçe ile yazılmış. Yine ayrıca İnternet'te videoları da var.

Bu günkü yazımın konusu Emre Dorman'ın '' Dini Konularda KENDİNİ KANDIRMANIN 40 YOLU '' isimli eseri ve bu eserdeki yollardan ilki olan  insanın '' Benim kalbim Temiz '' şeklindeki kendini aldatmacası.

BENİM  KALBİM  TEMİZ

'' Etrafımızdaki insanlar ile konuştuğumuzda “Benim kalbim temiz” ifadesi sıklıkla karşılaştığımız bir cümle olarak çıkar karşımıza. Hatta bu durum öyle boyutlardadır ki neredeyse kalbi temiz olmayan tek bir kişinin bile var olmadığını düşünebilirsiniz. Bazen kötü davranışlar sergileyen, örneğin bir kimsenin arkasından dedikodusunu yapan birinin de aslında kalbinin temiz olduğunu, sadece hakikatin bilinmesi için bu konuşmaları yaptığını iddia ettiğine tanık olursunuz. Ya da “Benim kalbim temiz olduğu için bana önceden malum olur,” “Allah hep gönlüme göre verir,” “Benim kalbim temiz çünkü kimseye zararı olmayan, etliye sütlüye karışmayan kendi halinde bir insanımdır” şeklinde cümleler kurulur çoğu zaman. İşin özeti ise esasen insanların bir anlamda kendilerini aklayarak temize çıkarmaya çalışmalarıdır. ''

Şimdi gelelim Kendimizi  kandırmanın diğer 39 yolu'na.
Buradaki her madde başlıbaşına birer yazı konusu oldukları için başlıklar halinde veriyorum:

'' 1 --  Benim kalbim temiz
2 --  Dinlerin özü iyiliktir
3 --  İleride nasıl olsa yaparım 
4 --  Nasıl olsa Allah affeder
5 --  Nasıl olsa affedilmem artık
6 --  Çalışmak da ibadettir
7 --  Nefsime söz geçiremiyorum
8 --  Emirlerine uyamıyorum ama, Allah’ı çok seviyorum
9 --  Herkes böyle yaşıyor
10 - Ailemde ya da yetiştiğim çevrede görmedim
11 - Hacıdan hocadan korkacaksın
12 - Dindarlar samimi gelmiyorlar bana
13 - Bu kadar kötülüğün ve kötünün olduğu yerde ben yine iyiyim
14 - Şeytana uyuyorum.
15 - Peygamberler ve Allah dostları gibi olamayız
16 - Dini yaşayanlar genelde gelir seviyesi düşük kimseler
17 - Bana dini anlatmasının ardında bir beklentisi var mutlaka
18 - Bu kadar hassas olma, ince düşünme
19 - Elhamdülillah biz de Müslümanız
20 - Artık devir değişti
21 - Önce geleceğimi garanti altına almalıyım
22 - Dünyaya bir kere geliyoruz
23 - Düşündürmeyin beni! Hatırlatmayın bana !
24 - Günahı benim boynuma
25 - Dedikodu değil, ben doğruları söylüyorum
26 - Allah beni böyle yaratmış
27 - İbadetlere güç yetiremiyor, vakit bulamıyorum
28 - Din yeterince açık ve anlaşılır değil
29 - Dinin sürekli ceza vurgusunda bulunması rahatsız ediyor beni
30 - Dini konulara fazla dalmak aklını kaybettirir insana
31 - Aman ‘dinci’ demesinler bana
32 - Kimseye zararım yok kendi halinde bir insanım
33 - Allah ile kul arasına girilmez
34 - Allah sevenleri affeder
35 - Ardımda kalıcı bir iz bırakmalıyım
36 - Aklım ve mantığım yeter bana
37 - Din ilerlemeye manidir
38 - Dinin yerini modern çağda bilim aldı
39 - Din ile bilim arasında çatışma vardır
40 - Dinler savaş ve kargaşaya sebep olmuşlardır '

İnsanın beyninden alacağı gerçek zevk, onu uyuşturmakta değil çalıştırmaktadır !...



Beyinden nasıl zevk alınır diye bir soru karşısında kalsak, çoğumuz ‘’ şöyle bir kafayı çeker, güzelleşiriz ‘’ diye cevap vermeyi düşünenler çıkabilir. Ama öyle midir ? Beyinden zevk almak, beyni ve onunla bağlantılı sinirleri uyuşturmak veya uyarmakla mı olur ?

Beyin tüm canlılarda vardır. Ama insan beyninin işlevi çok farklıdır, bilindiği gibi. Düşünme yeteneği ile donatılmıştır insan. Bu özelliği ile Dünyadaki en üstün varlıktır. Canlı ve cansız tüm varlıklara hakimdir ve onları kendi menfaatleri için kullanır ve yönetir. 
Bu böyle olunca ondan alınacak zevk, onu uyuşturarak ve bir süre için devre dışına çıkarmakla mı yoksa yaratılış amacına uygun olarak değerlendirmekle mi olacaktır ?

Beynin yeteneklerini değerlendirmeye yönelik aşağıda vereceğim örnekleri inceleyelim ve sonra karar verelim :
Bir mimar düşünelim; emsallerinden farklı özellikleri ve görüntüsü olan bir bina tasarlıyor. Onu kağıda döküyor. Tasarımı beğeniliyor. Uygulanmasına karar veriliyor. Kağıt üzerindeki plan ve proje hayata uygulanıyor. Yani bina projeye uygun olarak inşa ediliyor. Bulunduğu yörede benzeri olmayan hatları, çok farklı görünümü ve estetik güzelliği ile bir eser ortaya çıkıyor. Kentin o yöresine bir başkalık ve güzellik katıyor. Bu binayı, bu eseri her gören beğeniyor, dönüp tekrar tekrar bakmak ihtiyacını hissediyor.
Şimdi bu mimarın yerine koyun kendinizi. Onun duygularını, onun keyfini, onun coşkusunu biraz anlamaya çalışalım: Neler hissedecek ve düşünecektir dersiniz ?
Bu benim eserim, bu eseri, bu farklı güzelliği ben tasarladım, çok beğenildi.

Bir öğretmen düşünelim; iyi insan, sıra dışı farklı insan yetiştirmeyi ideal edinmiş. Her dersinin her dakikası için plan yapmış, senaryosunu hazırlamış ve uygulamış. İyi bir eğitim ve öğretim için eğitim biliminin ve tecrübelerinin gereği olan her şeyi yapıyor. Her gün bedenen ve beyinsel olarak çok yoruluyor. Bu yorgunluk onun için önemli değildir. Çünkü mesleğini seviyor, insanlar için iyi bir şey ve faydalı bir şey yapmış olma duygusu onu mutlu ediyor Yorgunluk da ona mutluluk veriyor. Bir çok öğrenci yetiştiriyor, mezun ediyor. Derken birkaç sene önce mezun olmuş ve hayata atılmış, çalışmakta olan öğrencilerinden birisinden bir mektup alıyor:

’ - Hocam, bize iyi bir eğitim vermek için kendinizden çok şey verdiniz. Her dersiniz için senaryo yazıp bize oynadınız. Mesleğime ve hayata dair her söylediğinizin gerçekleştiğini gördüm. Sözleriniz kulaklarımda ve devamlı olarak bana rehber oluyor. Bize çok faydalı oldunuz. Allah sizden razı olsun ! ‘’

Şimdi bu öğretmenin yerine koyun kendinizi. Onun duygularını, mutluluğunu, coşkusunu başka bir şeyden almak mümkün mü ?

Bir bilim adamı düşünelim; branşı olan bilim dalına kendisini adamış. Bilim adına o güne kadar çözülmemiş bir konuyu hedef almış veya bir icadın peşinde. İnceliyor, araştırıyor, yoğunlaşıyor. Çözmeden rahatlayamayacak. Gün oluyor 12 saat, gün oluyor 18 saat çalışıyor. Yorgunluğunu ve de açlığını hissetmiyor. Günler aylar sonra hedefine ulaşıyor. Bilimin o dalındaki, o konu hakkında, o güne kadar başka hiçbir insan aklının ulaşamadığı inceliklere ve çözüme ulaşıyor. Bu buluşu, icadı bilim dünyasında geniş ilgi uyandırıyor. Yurt içi ve dışındaki akademik çevrelerden tebrik ve teşekkürler yağıyor.

Şimdi bu bilim adamının duyacağı, keyfi, zevki, mutluluğu ve coşkuyu tahmin edebiliyor musunuz ?

Ya da ressamsınız yazımızdaki gibi farklı ve çok güzel bir resim yaptınız.
Kendiniz de beğeniyorsunuz. Her gören de...

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün: Güzel besteler yapan ve eserleri dillerden düşmeyen bir bestekarı, yaptığı filmler dış ülkelerde ödüller alan bir yönetmeni ve daha nicelerini örnek verebiliriz. Kim onların yerinde olmak istemez ki ?

İşte bütün bunlar insan beyninin ve dolayısı ile aklının ulaşabileceği güzellikler, zevkler, mutluluklar. 

Demek ki gerçek keyif ve mutluluk insanın beynini alkol ve diğer zehirli maddelerle uyuşturmak, bedenini zehirlemekle değil, onu Allah’ın yaratılış amaçlarına uygun olarak kullanmak ve değerlendirmekle oluyor.

Bu gün yaşantıma renk katan bir olayı aktararak yazımı bitireyim:

Bir torunum var 4 yaşını iki ay önce doldurdu. Adı Demir.  Annesi öğretmen. Doğduğundan beri bu seneye kadar haftada 5-6 gün annesinin çalışma saatlerinde babaannesi olan eşim bakımına yardımcı oldu ve bizde idi bu sene  kreşe verdiler, hafta sonlarında bir iki gün  evimizi ve yaşantımızı şenlendiriyor. Tabii ki her zamane çocuk gibi oldukça zeki.

Bu gün çarşıda dolaşırken 4-6 yaş arası çocuklar için çıkarılan bir dergi keşfettim. Eğitici, öğretici bilgi, resim ve oyunlar, bulmacalar içeriyor. Bir de zeka geliştirici  su doku eki var. 3x3= 9 gözlü  ve 3 er adetten oluşan 3 seyyar kalın karton resim var. Bunları verilen örneklere uygun olarak verilen şablondaki gözlerine yerleştiyorsunuz.

Bu su doku bulmacasına  ilk10 dakika uyum sağlamakta biraz zorlandı. Kavradıktan sonra da iki saat peşimi bırakmadı beni esir aldı. Defalarca farklı  bulmaca çözdü. Demek ki bu akıl oyunundan zevk aldı... 





İnsanların yaptığı '' TASARIM '' dır. '' YARATMAK '' Allah'a mahsus !...




Yaratma kelimesini bazen yerinde ve doğru olarak kullanmıyoruz. Sanatçıların, yazarların eserlerini oluşturmasına yarattı diyoruz.Yaratmak, örneksiz emsalsiz olarak yoktan var etmektir. İnsanlar yoktan var edemezler, ancak bilgi dağarcıklarının ve yeteneklerinin harmanlanması ile tasarım yapabilirler. Ressamların, heykeltraşların eserleri; Müzisyenlerin besteleri bir yoktan var etme değil ancak tasarım ürünleridir.
Görülen görülmeyen, bilinen bilinmeyen, evrende tüm var olanları varlık sahnesine çıkaran kişi kim ise Allah O’ dur.
Varlık konusu üzerinde pek çok felsefi açıklamalar yapılmıştır. Ancak bunlar varlığı gerçek sahibinden adeta kaçırmaya çalışmışlardır. Halbuki gerçekte yaratan kim ise , varlığın hakiki sahibi O’ dur. Başka yaratıcı olmadığından O’ ndan başka ilahta yoktur. Bu bakımdan yaratma kavramı Kur’an’da Allah’ı tanıtıcı en belirgin unsurdur.

Varlık aleminde bulunan her şeye Allah bir beden bir şekil vermiş ve ona yol göstermiştir.

*** Yalnız yaratıp ortada bırakmamış, yaşamını sürdürmesi için gerekli olan otomatik yeteneklerle donatmıştır.
---  Çocuğa anasından doğar doğmaz emmeyi,
---  Ördek yavrusuna yumurtadan çıkar çıkmaz yüzmeyi öğretmesi,
---  Bin bir çeşit yaratılışla yaratılan canlıların, bin bir şekilde erkeklerinin dişisine varmasını öğretmesi,
---  Arı beyinin arıları, karıncaların reisinin karıncaları yönetmesi ve uzak mesafelerden yuvalarını, kovanlarını bulabilmelerin öğretmesi,
---  İnsanlara doğru ve yanlış yolları göstermesi, hep O’ nun gerçek Rabb ( Düzenleyici, terbiye edici ) ilâh ve Allah oluşundandır.

*** Herşeye varlık veren, yollarını gösteren kim ise işte hakiki ilâh, yani Allah O’ dur.
---  Atomları yaratan, elmayı yaratan bir çekirdeği yaratan kim ise,
---  Güneş sistemini, yedi semayı, muazzam galaksileri, genişleyen evreni de yaratan O’ dur.
O halde hiçbir şey yaratamayanların Allahlık iddiası ve hiçbir şey yaratamayan nesnelere Allahlık yakıştırması geçersizdir, boştur.


*** Demek ki, Allah’ı tanıcı en önemli özellik yaratma kavramıdır:
’ İşte Rabbiniz Allah budur. Her şeyin yaratıcısıdır. O’ndan başka tanrı yoktur. Nasıl da imandan çevriliyorsunuz ‘’ ( 40/62 )
‘’ Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeyin yöneticisidir. ‘’ ( 39/62 )
‘’ Rabbiniz Allah budur, O’ndan başka tanrı yoktur. O her şeyin yaratıcısıdır. O’na kulluk edin, O her şeye vekildir. ‘’ ( 6/102 )

*** Allah her şeyi yaratmakla birlikte, yarattığı her şeyi en güzel şekilde yaratmıştır.
’ O’dur ki her şeyin yaratılışını güzel yaptı. ‘’ ( 32/7 )
‘’ Sizi şekillendirdi, şekillerinizi de güzel yaptı ‘’ ( 40/64 )

*** Her varlığı ve her varlığın azalarını hikmeti gereğince yapacağı göreve göre elverişli yaratmıştır. Her organı yerli yerince koyup yerleştirmiştir. Yaratmasında bir eksiklik, bir kusur ve bozukluk yoktur.
‘’ Rahman’ın yaratmasında, bir aykırılık uygunsuzluk göremezsin. Gözünü döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun ? Sonra gözünü iki kez daha döndür ( bak ) Göz hor, hakir ve bitkin ( aradığını bulamadan ) sana döner ‘’ ( 67/3 )

Yani, yaratmak yalnızca Allah'a mahsustur !...

















4 Ocak 2018 Perşembe

Akıllı telefonlar sebebi ile herkes fotoğraf çekiyor, ama......




Akıllı telefonlar sebebi ile artık herkes fotoğraf  çekiyor. Daha doğrusu çektiğini zannediyor. Fakat fotoğraf tekniğine uygun gerçek ve güzel fotoğraf çeken pek yok !...

Nasıl yani ?

Fotoğraf çekmek objeyi karşına alıp, deklanşöre, butona basmak veya tıklamak değildir. 

İnsan fotoğrafı çekiliyor. Konu olan insan veya topluluk kameraya epey uzak. Çoğunda kişinin veya kişilerin kim olduğu dahi belli olmuyor.

Bir kişi ve topluluk  fotoğraflanıyor. O kişi ve fotoğraf çerçevenin alt yarısında  veya çerçevenin bir yanında kalıyor. Fotoğrafın üst yarı kısmın da  gökyüzü, veya yanda gerekesiz mekanlar  çıkıyor.

Fotoğrafta ışık  kameranın arkasında kalmalı yani ışık, çekilecek konuyu hedef almalı. Karşıdan gelirse resim ve konu karanlık çıkıyor.

Sonuç olarak gençliğimde ben fotoğraf çekmeye merak sardığımda nasıl güzel ve doğru fotoğraf çekiliyor, araştırdım.

Fotoğraf tekniğinden önemli bir kaç hususu sıralıyorum.

***  Fotoğrafı çekilecek obje alt, üst yanlardan tam ortalanmalı yani merkeze alınmalı

*** İnsan fotoğrafı çekilecekse katiyetle uzaktan değil, kamere yaklaştılarak, yakın plan çekilmeli. Mümkün olduğu ölçüde  kişiler belden yukarı olacak şekilde olmalı.

*** Fotoğrafta ışık çok önemlidir. Açık havada puslu ortamda foto iyi sonuç vermez. Çok güçlü ışık altında da. Ayrıca  güneşin en tepede yani en yoğun olduğu zamanlarda, güneşin altında değil, gölgede çekmek daha iyi olur. Aksa takdirde dalgalı, gölgeli kötü bir fotoğraf ortaya çıkar. Yukarıda da belirttiğim gibi kamera değil, resmin konusu ışığı görmelidir.

Fotoğrafı çekmeden önce acele edilmeden son bir kontrol yapılmalıdır.

Özellikle, bir süre beraber olduğum arkadaşlarım ve öğrencilerim ile akraba çevremden özel bir ricam var. Facebook gibi sosyal medya ortamına koyduğunuz kişiliğinizi temsil eden fotoğraflarda, çocuklarınız, torunlarınızın fotoğraflarına veya bir manzara gibi başka objelerin resimleriniz değil kendinize ait yakın plan ( portre veya vesilkalık özelliğinde ) fotoğraflarınız yer alsa daha iyi olur.

Benim sosyal medya ve bloglarıma koyduğum kendi ve yakınlarım ilgili fotoğraflar bilgi sayarım kamerası ile, Eskişehir ortamında çektiğim fotoğraflar, tabletimle tarafımdan oluşturulmuştur.

Bu önerilerimi bir müdahale olarak değil,  samimi bir dost tavsiyesi olarak görmenizi rica ediyorum.

Allah'ın varlığının önemli delili: MUHTEŞEM DENGE !...





Erkek - kadın nüfusunun her düzeyde sayıca birbirine çok yakın oranda olması ve  doğumlar ve  ölümler gibi nüfus hereketlerinin sürekli dengede olması beni hep düşündürmüştür.
Öyle bir '' muhteşem denge '' ki, yakından incelendiğinde ancak tek bir yönetcinin varlığı ile mümkün olabalirliği anlaşılır. Yani Allah'ın varlığının en önemli delillerindendir.

Şimdi Türkiye İstatistik Kurumunun  Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi ile belirlediği 2010 yılı sonu itibarı ile Ülkemizin nüfus durumuna bakalım:

Genel Toplam: 73 722 988......  % 100

Erkek...............: 37 043 182....  %  50.25
Kadın...............:  36 679 806.... %  49.75

İl ve ilçe merkezleri

Toplam..........: 56 222 356......  % 100
Kadın.............: 28 308 856...... % 50.35 
Erkek.............: 27 913 500......  % 49.65 

Belde ve köyler

Toplam..........: 17 500 632......  % 100
Erkek...............: 8 734 326.......  % 49.91
Kadın..............: 8 766 306.......  % 50.09

Türkiye genelineki Erkek - kadın dağılımı böyle

Şimdi de bir ililmiz ( Eskişehir ) kapsamında dağılımı görelim:

Toplam...........:764 584............ % 100
Erkek...............: 378 275 .......... % 49.47
Kadın..............: 386 309........... % 50.53

İl ve ilçe merkezleri

Toplam.........: 681 854.......... % 100
Erkek............: 336 803.......... % 49.40
Kadın............: 345 051.........  % 50.60

Belde ve köyler
Toplam.........: 82 730......... % 100
Erkek.............: 41 472......... % 50.13
Kadın...........:.. 41 256.......... % 49.87

Ülkemizde durum böyle, acaba dünya genelinde nasıl diye İnternet'te bir arama yaptım. 2008 yılına ait verileri bulabildim. Dünya genelinde erkek nüfusu % 50.3 - kadın nüfusu % 49.7 imiş. Dikkat ederseniz genelde erkek - kadın nüfusları oranları arasındaki  fark % yarımları geçmiyor. Bunun istisnası bir kaç ülke var. Buralarda kadın nüfusu biraz fazla:

Örnek olarak Rusya' da -  Erkek: % 46.26... Kadın %: 53.74. 

Kadın nüfusunun fazla olduğu diğer ülkeler: Avusturalya, Almanya, Brezilya, Yunanistan, İtalya, Finlandiya

Bunun dışında genelde Erkek nüfusu her düzeyde çok az farkla fazla.

Erkeklerin genel yaşam sürelerinin  kadınlara göre daha kısa olmasından kaynaklanıyor her halde...

Böyle hassas bir denge, kendiliğinden ve tesadüfen gerçekleşebilir mi ?

Bu dengenin genel bir yöneticisi, denetcisi olmazsa ne olur ? Bazı ülkelerde, ülkelerin bazı bölümlerinde oran dengesizliği oluşur. Erkekler ve kadınlar fazla olur ki, bu da önemli toplumsal sorunlara yol açar.

Böyle bir dengenin gerçekleşebilmesi için doğumlar ve ölümlerde de bir denge olması gerekir: Ne kadar erkek - dişi doğum, o kadar dişi - erkek ölüm.

Evet, bu MUHTEŞEM DENGE, Allah'ın varlığının önemli bir delili. Bu delilin Kur'an'daki işaretlerine bir bakalım:

İşte Kur'an'da 31. sırada yer alan Lokman Suresi ve 34. ayeti:

'' Kıyamet saatinin bilgisi Allah yanındadır. Yağmuru o yağdırır, rahimlerde bulunanı o bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilmez. Şüphesiz ki Allah, her şeyi bilir, her şeyden haberdardır. ''

Ve bu dengeli ince hesaba işaret eden bir ayet:

'' .........Allah onların yanında bulunan  şeyleri en ince noktasına kadar ilmiyle kuşatmış ve her şeyi bir bir sayıp tesbit etmiştir  ''    ( 72/28 )


3 Ocak 2018 Çarşamba

Biraz Kuantum'dan zarar gelmez !...




Son yıllarda bilim alanında en popüler konu '' Kuantum Fiziği '' Yani atom altı parçacıklarını konu alan fizik. Bu konu ile bağlantılı olarak kişisel gelişim alanında da '' Kuantum '' kelimesi çok öne çıkmaya başlayınca çok kişi gibi bende bu konu ile ilgilendim ve Kuantum kelimesini ve Kuantum Fiziği konusunu kendi çapımda anlamaya, çözmeye çalıştım. Bu konuyu ele alan okuduğum ilk 4-5  eserde anlayamadım veya okuduğum kitapların yazarları konuyu basite indirgeyemedikleri için anlatamadılar. Derken bir eserde konuya biraz yaklaşabildim.

Dostlar, bu konuya giren bir daha çıkamıyor !

Çok ilginç, çok derin, çok karmaşık bir konu Kuantum Fiziği.

Henüz fizik alimleri bile işin başında.

Ama geleceğin anahtarları, IŞINLANMA, ZAMANDA YOLCULUK, UZAYIN KEŞFİ gibi yakın zamana kadar ütopik olarak yaklaşılan '' Kurgu bilim - Kurgu film ''  konularının olabilirliğinin anahtarları bu konunun içinde saklı.
Bugün size bu konu ile ilgili olarak incelediğim son kitaptan bahsedeceğim:

Eserin adı : BİRAZ KUANTUMDAN ZARAR GELMEZ - Evren Hakkında Kışkırtıcı Bir Klavuz
Yazarı : Marcus Chown
Yayıncı : Alfa Yayınları.
Benim incelediğim kitabın 4. basımı imiş.

Kitapta, Kuantum Fiziğinin temelini oluşturan, atomlar ve bileşenlerini açıklayan '' Kuantum Teorisi '' ve uzay, zaman ve kütle çekimini açıklayan Einstein'in '' Genel Görelilik ( İzafiyet ) Teorisi '' anlatılıyor.

Kitaptaki bilimsel izahlar sıradan benim gibi basit lise düzeyinde fizik bilgisine sahip olanlarının kavraması zor düzeyde. Fakat bu bilimsel verilerin basite indirgenmesi zor ve hatta imkansız. Ama yazar bu bilimsel verilerin insan hayatınına uygulaması sonuçlarını da verdiği için konu ile ilgili bir  fikriniz  olabiliyor.

Kitabın içeriği hakkında bir fikir sahibi olabilmeniz için kitabın ön sözündeki bir bölümü aşağıya aktarıyorum:
'
AŞAĞIDAKİLERDEN  HANGİSİ  DOĞRU ?

Aldığınız her nefes, Marilyn Monroe'nin verdiği nefesten bir atom içerir.

Yukarı doğru akabilecek bir sıvı türü vardır.

Bir binanın en üst katında, en alt katına kıyasla  daha hızlı yaşlanırsınız.

Bir atom, aynı anda bir çok farklı yerde bulunabilir, tıpkı sizin aynı anda Hem Newyork hem de Londra'da 
bulunmanız gibi.

Tüm insan ırkı, bir küp şekerin sahip olduğu hacme sığdırılabilir.

'' Herhangi bir kanala ayarlanmamış televizyondaki karlanmanın yüzde biri, Büyük Patlamanın neden olduğu  elektromanyetik gürültüdür.

Zamanda yolculuk fizik kurallarına aykırı değidir.

Bir fincan sıcak kahvenin ağırlığı, soğuk halinden daha fazladır.

Ne kadar hızlanırsanız o kadar incelirsiniz.  ''

SONUÇ:

Hepsi doğru imiş !

2 Ocak 2018 Salı

Eğrinin sonsuz çeşidi vardır, fakat '' DOĞRU '' bir tanedir !...



Matematikteki eğri çizgilerin, insan hayatındaki eğri, yanlış ve hatalı davranışların sonsuz denebilecek kadar çok çeşidi vardır. Fakat, matematikteki doğru çizginin bir tane olduğu gibi insanların davranışlarında da gerçek ve doğru olan yalnızca bir tanedir.

Din alanında da böyledir ve böyle olmalıdır. Ama uygulamada tuhaf ve mantık dışılıklar da gündemde.
İki türlü din yaşantısı, yorumu ve uygulamaları var hayatımızda. Birincisi klasik, kişilerin yani mezhep imamlarının yorum ve uygulamalarına dayalı, geleneklerin dinleştiği; bir ölçüde hurafelerden kendini kurtaramamış, hadislerin sahih ve uydurma olup olmadığına dikkat edilmeden kabul edildiği geleneksel din yaşantısı...
Diğeri son 20 yıldır, öne çıkmağa başlayan, kişilere değil Kur'an'a endeksli, gerçeği bulma ve uygulama ağırlıklı , araştıran inceleyen Müslümanlık anlayışı.

Bu geleneksel ve geleneklerin dinleştirildiği dini çevrelerde dikkati çeken bir uygulamayı burada arz ediyorum:
Bazı sayın ve isimlerinin önlerinde Profesör, Doktor, Doçent gibi ünvanlar da bulunan din adamı zatlar; televizyon programlarında dinleyicilerinin, bazı gazetelerde de okuyucularının sorularına cevap veriyorlar: 

Bu konuda doğru .... mezhebine göre şöyledir, .... mezhebine göre şöyledir, .... mezhebine göre böyledir....... ''

Bir konuda ve dini konularda bir çok doğru olmaz. Doğru bir tanedir.  

Dini konularda Kur'an'da belirlenen esaslar, düsturlar, yöntemler çerçevesindedir.

Şamanizm uzantısı hurafe ve geleneklerimiz



Şamanizm başlangıcı taş devrine kadar uzanan ilkel bir din ve inanış şeklidir. Küçük farklılıklarla orta ve kuzey Asya, Kuzey Amerika’da ve Büyük Okyanusta ilkel kavimlerde görülen ve bu gün hala uzantıları hayat bulan bu inanışı bir din olarak değil de, kültür unsuru veya şifacılık olarak kabul edenler de var.

İyi ruhlar- kötü ruhlar,
Davulla transa girme
,
Ölüm deneyimi yaşama,



Şifacılık gibi uygulamaları bulunan bu inanışın Orta ve Kuzey Asya’da bir çok topluluklarda görüldüğü gibi, Türklerin de ilk dinleri olduğu kabul edilmektedir. 

Bu gün dahi yaşantımıza giren muska, kutsal addedilen ağaçlara bez bağlama gibi hurafelerin kaynağının da Şamanizm olduğu belirlenmiştir.
Yine halen Anadolu halkımız da görülen aşağıdaki bazı geleneksel uygulamaların Şamanizm kaynaklı olduğunu biliyor muydunuz ?
*** Kan kardeşlik ant törenleri
*** Kurbanları süsleme: Eski Türkler tanrılara adadıkları kurbanları süslerlerdi.
*** Ocak kavramı: Eski Türklerin kutsal ateşle bağlantı kurdukları ‘’ ocak ‘’ kavramı , aile kavramını kuşatan geniş bir söz olarak çok yönlü olarak halen kullanımda. ‘’ Ocağım söndü ‘’ deyimi, sağlık hizmetlerinin yapıldığı yerlere ‘’ Sağlık ocağı ‘’ denilmesi bu kapsamdadır. Ayrıca sağlık konusunda deneyimli şifacı oldukları bilinen insanlar ‘’ ocaklı, ocak sahibi ‘’ gibi isimlendirilmektedir.
*** Evlenmeden ölen kızların tabutunun gelinlikle süslenmesi.
*** Ad verme: Çocuğu yaşamayan ailelerin Şamanlarda olduğu gibi, çocuklarına Yaşar, Durdu, Dursun gibi isimler vermesi halen günümüzde de görülen bir gelenektir.
*** Ölü ardından yemek: Şamanizmi benimsemiş Uygurlar, Göktürkler, Oğuzlar ve Hunlarda görülen bir uygulama idi.

*** Cem ayinleri: Türkmen Alevileri Cem Ayinleri, Şamanizmle İslamiyetin yan yana gelişinin bir sonucu olduğu konuyu inceleyen tüm uzmanların genel kanısıdır.

NOT: Bu yazının hazırlanmasında İtalik Yayınlarından Erkal 
Zenger’in ‘’ POSTMODERN ŞAMANİZM ALEVİLİK VE HALK OZANLARI ‘’ isimli eserinden faydalanılmıştır. Resimler Google'den alıntıdır.



































Bir gün gelecek sigara '' uyuşturucu madde '' işlemine tabi tutulacaktır !...


Yazımın başlığını okuyunca sigara tiryakileri bana çok kızacaklar !...

Bana ‘’ Eee sende çok oluyorsun '' diyecekler. 
‘’ - Anlaşılıyor ki, tiryaki değilsin. Bekara karı boşamak kolay olduğu gibi, sen de anlamadan konuya yaklaşıyorsun, dışardan gazel okuyorsun ‘’ diye düşünecekler.

Değerli dostlarım. 18-34 yaşlarımın arasında sigara tiryakisi idim. Hem de günde iki paket sigara tüketirken sigarayı bıraktım. Ayrıca yine yaşamımın bu döneminde altı ay kadar bir süre alkole bağımlı oldum. Ve onu da bıraktım. Yani tiryakilik, bağımlılık nedir, biliyorum.
Şapkayı çıkaralım, önümüze koyalım. Tarafsız olmaya çalışarak bir düşünelim:

Sigara bağımlılık yapan zehirli bir madde midir?

Evet, uyarıcı etkisi olan Nikotin adlı zehiri içeren bir maddedir.

Ayrıca nikotinden başka, 3890 çeşit katran v.s. zararlı ve zehirli maddeleri içeren bir üründür. 

Tüm uyarıcı ve uyuşturucu etkisi olan zehirler bağımlılık yapar. Sigara da bunlardan biridir. Başlamak kolay, terk etmek zordur. Yüz tiryakiden ancak yüzde on ila yirmisi bırakmayı başarabilmektedir. Bu oran alkolik ve uyuşturucu müptelalarında ancak yüzde beştir.

Sigaranın dumanına ve zehirine insan vücudunun ihtiyacı var mıdır.?

Bu komik soruya verilecek cevap bellidir.

Sigaranın bir besin değeri yoktur. Bu sebepten insan vücudunun da bir ihtiyacı yoktur. 

Tamamen fiziki ve psikolojik bir alışkanlık ve bağımlılıktır.









Son bir soru daha soralım:

Sigara zararlı mıdır?

Bu soruya bağımlılar yani tiryakiler de hemen cevabı yapıştıracaklardır

Tabii ki zararlı, hem de çok zararlıdır.

Zararlarını herkes biliyor ama yine bir hatırlayalım:

Solunum yollarına ve ciğerler tamamen katranla kapanır, bronşlar dolar. Sonunda nefes darlığı ve akciğer kanseri riski çok yükselir.

Kalp damar sistemini felç eder. Kalp, beyin, kol bacak damarları tıkanır. Kalp ve beyin krizi kol ve bacak kaybetme riski yükselir. Hastanelerin Kardiyoloji servislerine düşen hastalara ilk sorulan soru, sigara tiryakisi olup olmadığıdır. Buralarda sigara tiryakilerine ‘’ umutsuz vaka ‘’ gözüyle bakılır.

Diğer önemli bir zararı sindirim sisteminedir. Gastrit ve ülserin birincil sebebidir.

Sinir sistemine olan tahribatını da unutmayalım: Vücut otomatik olarak ölen hücreleri yeniler. Vücudumuzda yenilenmeyen hücreler, sinir ve beyin hücreleridir. Her içilen sigara ile sinir ve beyin hücreler törpülenir, yok olur. 

** Ayrıca cinsellik doğrudan sinir sistemi ile ilgilidir. İktidarsızlık ve kısırlığa bir sebepte, sigara uyuşturucu alkol gibi zehirlerdir.

Şimdi gelelim sonuca:

Alkol ve uyuşturucu maddeler gibi bağımlılık yapan, ve sayılamayacak kadar zararı olan sigaranın işlev olarak diğer uyarıcı ve uyuşturucu maddelerden hiçbir farkı yoktur. Bunların bağımlılarının da, çok tabii hakkı imiş gibi, toplum içinde kullanmalarının ve başkalarının temiz havalarını kirletmesinin sakıncaları tüm medeni ülkeler gibi yurdumuzda da fark edilmiş ve yasal önlemler alınmıştır. Ve sigara yasağı ve sınırlamaları konusunda tüm dünyaya örnek olacak başarılar elde edilmiştir.

ABD, Avrupa ülkelerinin bazıları ile ülkemizde sigara tiryakileri 3. Sınıf vatandaş muamelesi görmeye başlamış ve istenmeyen insan haline gelmiştir. Yine bu ülkelerde bazı iş yerlerinde sigara tiryakisi olanlar işe alınmamaktadır.

Tahmin ediyorum ki artık uzun olmayacak bir zaman sonra, batı ülkelerinde ve bizde sigara tiryakileri toplum içinde uyuşturucu ve uyarıcı zehir müptelası muamelesi göreceklerdir.

Aslında da sigaranın bu tür maddelerden hiçbir farkı yoktur.

Ve aklın yolu birdir...


31 Aralık 2017 Pazar

Bu gece yılbaşı. Haydi Taksim Meydanı'na taciz olmaya !...



Yılbaşı gecelerindeki İstanbul Taksim meydanında taciz olayları artık bir klasik oldu. Örnek olarak 2010 yılı 31 Aralık gecesi için bu meydanda bir eğlence düzenlenmediği halde yine erkek-kadın büyük bir çoğunluk burada toplanıyor ve yeni yıla girme çılgınlığını-pardon-kutlamasını burada gerçekleştiriyor. Tabii ki her sene olduğu gibi  taciz olaylarının yine yaşanıyor. Bu suçlama ile 74 kişinin tutuklanıyor ve taciz olaylarından müşteki kadınların yaklaşık yüzde onu kadar, yalnızca 8 kadının tacizcilerden şikayetçi oluyor bu sebepten 8’i dışında kalanların salıveriliyor.

Hani cinayet olayları için söylenen bir halk deyimimi var: ‘’ Öldürene değil ölene bak ‘’ Bu olaylarda da bu tür düşünmeden edemiyor insan. Son yıllarda Taksim meydanı yılbaşı kutlamalarında ‘’ taciz ‘’ olayları ile özdeşleşmiştir adeta. Yani Yılbaşı ve Taksim deyince, taciz rezaletleri akla gelir oldu. Yazıma koyduğum fotoğraf o gece çekilmişç Bu böyle iken yılbaşı gecesini ve yeni yıla başlangıç kutlama – deliliğini- pardon coşkusunu burada yaşamak hangi mantık ve duygu ile izah edilebilir ki?

Tabii ki taciz, kabul edilebilir bir davranış değildir ve en kısa ve doğru izahı ‘’ sapkınlık ‘’ kelimesi ile olabilir. Bu meydana gecenin ve yılın son saatlerinde bekar erkeklerin veya yanında bir kadın olmayan erkeklerin gelmesi olağandır. Ama benim gibi düşünen büyük bir çoğunluğun anlayamadığı bir şey var ki; bu tür bir taciz olayları ile ünlenmiş bir alana tek kadınların, kadın- erkek çiftlerin gelmesi ve bu tür sapkınlıklara maruz kaldıktan sonra şikayetçi olmaları. Nitekim yılbaşı gecesi 74 taciz  olayında ancak 8 kadın şikayetçi olmuştur. Diğer 66 sanık, şikayetçi olmadığı için salıverilmiştir.

Çılgınca eğlenmek için yanında bir kadın veya tek kadın olarak buraya geleceksin. Rezaletle sonuçlanacak, kavga-tartışma, polis-karakol derken tüm gecen zehir olacak. Ayrıca bu gece buraya gelenlerin büyük çoğunluğu alkol duvarını aşmıştır. Ve muhtemeldir ki, içlerinde uyuşturucu-uyarıcı kullananlar da vardır.

Bu nasıl akıldır ki, cesarettir ki, yanında bir kadın olan erkek veya yalnız kadın veya kadınlar grubu olarak - bile bile – bu ortama gireceksin.

Yani;

Tacize uğramayı göze alıyorsun veya taciz olmaya geliyorsun !

Kur'an'ın ŞİFA ÖZELLİĞİ nasıl oluşuyor ?



Kur’an okumanın şifa özelliği vardır. Bu husus Kur’an’ın kendisinde de ifade edilmektedir.:

’ Ey insanlar ! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa, müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir. ‘’ ( 10/57 )

Şimdi Kur’an’ın bu ayette belirtilen faydalarına bir bakalım:
Rabbimizden öğüt
Gönüllerdekine şifa
İnananlara doğru yol gösteriliyor

Yine inananlara rahmet söz konusu.

Rahmet kelimesi kıyametin kötü sonuçlarından yani cehennemden korumak anlamındadır

Evet, Kur’an’ın birşifa etkisi söz konusu. Bu şifa dikkat edersek hastalıklara karşı değil. GÖNÜLLERE ŞİFA’dır. Bu şifanın hastalara muska yazarak, veya onların üzerine Arapça orijinalinden okuyarak gerçekleşmesi söz konusu değildir.

Zaten hastalıkların çoğunun başlangıcı gönüllerde yani insanın moral ve manevi dünyasında değil midir.

Yani insan Kur’an’ı anlayarak okuduğunda,

Verdiği öğütlerden yararlanacak,
Doğru yolu bulacak,
Tüm çevresine ve Yaratanına karşı amellerinde ( davranışlarında ) doğru davranacak yani iyi bir insan olacak, iyi işler yapacaktır.
İyi insanın diğer insan ve Yaratıcısı ile önemli problemleri de olmayacaktır.

Kendisi mutlu olacak, diğer insanlar da ondan memnun olacak ve onunla ilişkilerinden mutlu olacaklardır.
Gönüllere gelecek şifa, insanın yüksek moralle, yakalandığı hastalıklardan da çabuk kurtulması ve etrafına olumlu elektrik vermesine sebep olacaktır.
Gönlü Kur’an’ın bu şifa verici etkisinden yararlanan insan kendisi mutlu olduğu gibi etrafına da mutluluk verecektir. Her türlü bela ve hastalıklar gibi olumsuzluklar ona, diğer insanlara oranla daha az gelecektir.

İşte Kur’an’ın bahsettiği şifa budur.

Aynı konudaki diğer ayetler:

'' Biz, Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki O, inananlar için şifa ve rahmettir, zalimlerin ise yalnızca ziyanını arttırır. ‘’ ( 17/82 )

‘’ Eğer biz onu yabancı dilden bir Kur’an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri detaylı bir şekilde açıklamalı değil mi idi. ? Arap’a yabancı dilden ( Kitap ) olur mu ? De ki, O inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. İnanmayanlara gelince onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalıdır.... ‘’  ( 41/44 )

Allah'a inananlar Kanseri daha çabuk yeniyor !...





Bir süre önce gazetelerde ilginç bir haber vardı. Başlığı:
Ne derlerse desinler, Allah'a inananların kanseri daha kolay yendiğini gördüm.

Ve haber özeti:

Onkoloji alanında yaptığı çalışmalar ve sıra dışı açıklamalarıyla tanınan Prof. Dr. Erkan Topuz’u konuşmaya ikna etmek kolay değil... Ama Medical Park Göztepe Kanser Hastanesi ekibinin çalışmaları sonuç veriyor, direktörleri Prof. Dr. Erkan Topuz bizimle buluşmayı kabul ediyor. Ünlü hoca tepki alacağını düşünse de anlatıyor: “Yaradana inanmak önemli. Tanrı öyle yaratmıştır ki, kanser tedavisinde en önemli şey inançtır.”
,
Bağnazlardan bahsetmiyorum. Dindar olduklarını bildiklerinizin ve dini kendi hallerine yaşayanların simalarına dikkat edin. Yumuşak ve aydınlık hatlar göreceksiniz. Asık ve gergin bir yüz, bu yüzde keskin ve derin hatlar göremeyeceksiniz. 

Huzurlu mutlu bir görüntü verirler.

Sakin ve huzurlu...

Neden böyledir?

Aslında o insanlar da diğerleri gibi günlük hayatın psikokolojik fırtınaları etkisi altındadırlar. Ama bu fırtınalardan çok etkilenmezler. İyi veya kötü her şeyin Allah'tan geldiğini bilirler. Bu sebepten günlük hayatın üzüntülerinden çok fazla etkilenmezler.
Çünkü büyük bir güce, büyük bir varlığa kendilerini emanet etmişlerdir. Ona sığınmışlardır. Ve her an onun gözetimi ve koruyuculuğu altında olduğuna inanırlar.

Sayın hocamız sayın Prof. Dr. Erkan Topuz herhalde unutmuşlar ve eksik söylemişler:

Allah'a inananlar, diğerlerine nazaran kansere daha az yakalanırlar.

30 Aralık 2017 Cumartesi

ZENGİNLİK VE ŞÖHRET YÜKÜNÜ HER YİĞİT TAŞIYAMAZ !...



Herkes zengin olmak, herkes ünlü olmak ister değil mi? Milyonların ve özellikle gençlerin hedefi, ideali, arzusu budur.

Niçin?

Zengin olunca, şöhrete ulaşınca veya her ikisine birden ulaşınca kişi olunca mutlu olacağını zanneder.

Yazımın başlığında ve yazımda buraya kadar zenginlik ve  şöhretten bahsettim.

Şimdi buna  bir de bu iki hedefe ulaşınca veya herhangi bir şekilde gelen makam ve toplumdaki itibarın yani statünün yükselmesi sonucun da ulaşılacak saltanatı ekleyelim.

Acaba zenginliğin, şöhretin ve saltanatı elde etmenin sonucu mutluluk gelir mi?

Heyhaat gelmiyor !...

Zira, zenginlik, şöhret ve itibar yükselişi her yiğidin kaldırabileceği bir yük değil.

Yiğit sözcüğü genellikle erkekler için kullanılır. Ama buradaki yiğit sözcüğü tabii ki de kadınları da kapsıyor.

İşte bunun aklıma geliveren bir örneği mega star Tarkan.

Bundan tam 5 sene önce 2013 yılı başı. Uyuşturucu kullandığı belirlendi ve üzerinde ve evinde uyuşturucu ile yakalandı.

Yargıya intikal etti.

Ceza alması ve yargı kararı ile tedavi ettirilmesi gündeme geldi.

Çünkü uyuşturucu iptilası – ben bırakıyorum – demekle kurtulunabilinen bir durum değil.

Ciddi bir rahatsızlık ve ancak hastanede yatarak tedavi edilebilinen ve ne yazık ki böyle bir durumda dahi tedavi şansı çok 
az olan bir rahatsızlık.

Peki uyuşturucu kullanımı ve iptilası mutluluk sonucu mu oluşuyor ?

Katiyetle hayır !...

Tatminsizliğin ve mutsuzluğun sonucu uyuşturucu kullanımı, alkol iptilası ve kumar geliyor.

Peki nasıl oluyor bu ?

Şöhret, zenginlik gelince ve statü yükselince mutluluğa neden ulaşılamıyor?

Mutluluğu kişiliğinde maddi refah ve itibar yüksekliği ile özümseyenler, başlangıçta bunlara ulaşınca bir an için mutlu oluyorlar ve tatmin duygusu yaşıyorlar.

Çünkü insanlar genellikle hedef ve arzularına ulaşınca tatmin duygusu yaşarlar. Tatmin duygusu istemek, arzulamak ve bunun için mücadele etmek sonucu ulaşılır. Tatmin edilince doygunluk hissi başlar ve ulaşılan o hedef önemini kaybeder. İlginçlik ve cazibesi kalmaz.

Her türlü maddi tatmine kolayca ulaşılınca, ulaşılacak hedef kalmaz. Vee mutluk hissine ulaşılamaz olur.

Sonuç sürekli tatminsizlik ve bunalım.

Hiçbir şeyden tat alamama ve mutsuzluk.

İşte; uyuşturucu, kumar ve bazı sapkınlıklar bu noktadan sonra başlar.

Mutluluğu bunlarda aramanın veya bulduğunu zannetmenin sonucu bilindiği gibi uçurumdur.

Git gide artan şiddette uyuşturucu, kumar ve sapkınlık.

İnsanın ayağı bu doğrultuda kaydığında kurtulması artık imkansız hale gelir.

Bir örnek daha  vereyim:

Bundan 25 sene önce yatılı Demiryolu Meslek Lisesinde yönetici olarak görevliydim. Son sınıflar için öğretim yılı sonunda ödül olarak bir haftalık İstanbul gezisi düzenlenirdi. Ben de bu gezilerde genellikle ekip başı olarak görev alırdım. İstanbul’a gelir, Fenerbahçe’deki Demiryolları idaresinin Eğitim Ve Dinlenme Kampında kalırdık.

Bu kamp yeri İstanbul’un en güzide yeri Fenerbahçe koyunda. Fenerbahçe de bilindiği gibi İstanbul’un en zenginlerinin ikamet ettiği bir dünya cenneti.

Yalılar, köşkler ve İstanbul dışındaki yerlerde yaşayanların hayal bile edemeyeceği zenginlik, debdebe ve ihtişam kaynağı.
Yaz aylarında oluyordu tabii ki bu gezilerimiz, günlük gezi programımız tamamlanıp kamp yerine döndüğümüzde, akşam üzerleri  Fenerbahçe koyunda gezintiye çıkıyoruz bazı öğretmen arkadaşlarımızla

Manzara şu:

Deniz kenarındaki kordonda park edilmiş en lüks ve pahalı arabalar, içinde delikanlılar, yanlarında hanım arkadaşları. Saatlerce oradalar.

Ne yapıyorlar  dersiniz ?

Hissediyor ve anlıyoruz ki uyuşturucu kullanıyorlar…

Tabii ki zenginlik, şöhret ve tatminsizlik duygusunun sonucu her zaman ve herkes için bu değil.

Manevi altyapısı kuvvetli olanlar için böyle bir sonuç söz konusu  hiç değil…

Sonuç olarak diyorum ki;

ŞÖHRET, ZENGİNLİK VE STATÜ YÜKSELİŞİ HER YİĞİDİN KALDIRABİLECEĞİ BİR YÜK DEĞİL

ALZHEİMER ( 2 ) Kimler Alzheimer'e karşı daha riskli



Bilindiği gibi Alzheimer  Hafıza ( bellek ) yani beyin hastalığıdır. Sebepleri ve tedavisi kesin ölçüde bu güne kadar bulunamamıştır. Geri dönüşü, tam giderilmesi yani tedavi edilmesi mümkün olmayan bir hastalıktır. Ancak alınacak tedbirler yavaşlatılabilir, bir ölçüde ilerlemesi durdurabilir. Halk arasındaki ismi bunamadır. Yalnız Alzeimerli bunama günümüzdeki bunamaların büyük çoğunluğunu ( % 75 ) oluşturmaktadır.
Ben kısa bir süre önceki '' ALZHEİMER'E NASIL ÇELME TAKTIM ? '' başlıklı yazımda  20 sene önceki  Alzheimer Başlangıcı teşhisi konduğunda ilerlemesini önlemek için nasıl  çaba gösterdiğimi anlatmıştım.

Çağımızda gittikçe yaygınlaşan bu hastalıkla ilgili piyasada, ciddi bilimsel nitelikte  bir eser aradım, bulmakta zorlandım. Yalnızca Tübitak Kitaplarında bir eser buldumİ:

Jay İngram'ın BELLEĞİN TÜKENİŞİ isimli kitabı.

Ailesi fertlerinde çok kişide bu hastalığa yakalananlar olan ve kendisi de bir bilim adam olan bu kişi konuyu incelemiş, araştırmış ve sonuçlarını bu kitapta toplamış.

Gazetelerde dergilerde  doğru veya yanlış bilgiler içeren yayınlar yapılıyor ve toplumun kafası karıştırılıyor. Ben de bu sebeple  konu ile ilgilendiğim ve başka ilgilenenler olabileceğini düşünerek bu eserden bazı önemli bilgileri anladığım kadarı ile bir kaç seri yazı ile belki biraz faydam olur diye paylaşmayı düşündüm.

Kanserle birlikte ''  Çağımızın Vebası  '' diye  adlandırılan iki hastalıktan biri olan, toplumun az çok fikir sahibi olduğu  Alzheimer'i kısaca hatırlatayım, tanıtayım:

Evet bu hastalıkta hafıza, yani bellek adım adım tükeniyor. Hasta geçmişi hatırlayabiliyor fakat yakın zamanı şimdi olanı anında  unutuyor. Genellikle yaşlılarda ve özellikle ileri yaşlarda görülüyor. İstisnai olarak  50'li yaşlarda ve daha önceleri de başlayabilir. Bu durumda hastalık yaşlılardakine nazaran  çok hizlı ilerliyor ve kısa zamanda ölüme götürüyor.

Şimdi gelelim kimler daha çok Alzheimer riski altında olduğuna:

** Babası Alzheimerli olanlara kıyasla, anneleri Alzheimer'li olanlar iki kat daha risk altında,

** GENLER AÇISINDAN: APOE 1,2,3,4 genleri olanlar risk altında  APOE  4  geninden bir kopya taşıyanlar iki kat, 2 kopya taşıyanlar 15 kat  daha riskli imiş.

** Çok yüksek oranda şekerle beslenenler,

** YAŞLILAR RİSK ALTINDA:  65 yaşını aşanların % 10'u, 85 yaşını aşanların % 50'si  risk altında,

** Beyin damarlarındaki dolaşım aksaklığı olanlar: Kan pıhtıları, minik inmeler  ( felçler ) şeklindeki hasarlar,

** Kafatası küçük hacimde olanlar, büyük olanlara oranla daha riskli imiş. Tam genellik yapılamasa da, küçük beyin hacmi daha az nöron içeceğine inanılıyor.

** KAFA TRAVMALARI: Bu da önemli bir konu. Hemen değil uzun seneler sonra Aizheimer'e  yakalanma sonucu doğuruyormuş. Benim sebebim de bu olsa gerek ilk defa 5-6 yaşında olmak üzere, biri 20'li yaşlarımın başında, sonuncusu da bundan 10 sene önce olmak üzere 4-5 şiddetli kafa travması geçirdim.

** EĞİTİMİ AZ OLANLAR: Eğitimin azlığı oranında risk yükseliyor.

** AZ FİZİK HAREKET , AZ ZİHİNSEL FAALİYET:  Beyin ne kadar çok  faal olursa risk azalıyor. Sakin, durgun yaşantı riski yükseltiyor.  Adaleler gibi beyin de zorlandıkça gelişiyor muş. Bu konuda Prof. Sinan Canan'ın internet'te Youtube'deki konferans ve program videolarını takip etmeniz öneririm:

** ADAM SENDE MİZAÇLILAR. Her şeyi oluruna bırakan dert etmeyen kişiler ve bunun tam tersi olaylardan genellikle çok etkilenen, kafasını takan kişiler, problemleri çok büyüten , HAYAT hep KÖTÜMSE BAKAN,  olur olmaz üzülen  sıkılan kişiler risk altında imiş.

** Çok kalabalık ailesi ile birlikte yaşayan kişiler.

** Down sendromlu kişiler.

RİSK ALTINDA İMİŞ.

Tabii ki bu bilgiler çok kesin, mutlaka olabilir ölçüsünde değil, risk altında olanları içeriyor.

Sağlık günler dileklerimle...







APTALLAR -- ŞİZOFRENLR -- CAHİLLER

    ================================== APTALLAR .:: Aptal Olduğunu ŞİZOFRENLAR ::  Şizofren Olduğunu C A H İ L L E R  :::: C a h i ...