14 Ekim 2017 Cumartesi

ŞİİLİK VE SÜNNİLİK ARASINDAKİ FARKLAR...

İnanç konusunda biz Müslümanların bildiğimizi zannettiğimiz fakat yarım yamalak olarak tabir edilebilecek şekilde yeterli bilgiye sahip olmadığımız çok konu var. Daha önce birbirine yakın inançlar olan Şiilik ve Alevilik arasındaki farkları araştırdım ve sonuçlarını aynı konuda başka merak edenler olabilir düşüncesi ile köşemde yayınladım. Geniş ilgi gördü ve devamlı okunmaya başladı.

İslam Dininin yumuşak karnı olan ve son senelerde, ülkemiz ve İslam dünyası ile tüm dünyanın problemi haline gelen Suriye İç Savaşının ve Orta Doğu'nun bataklık haline gelme sebebi olan Şiilik ve Sünnilik ayrışmasının son senelerde dünya gündeminde bir numaraya yerleşmesi ile bu ayrışmayı oluşturan hususları derledim kısa ve özet halinde aşağıda bilgilerinize sunuyorum:

Önce konunun temel terimlerini açıkayalım ve sonrada aralarındaki farkları ele alalım:
Sünni kelimesi, peygamberimizin yapmış olduğu davranışları izleyen, takip eden ve hayatına uygulayan anlamına gelen “Ehli Sünnet” kelimesinden gelir.

“Şiilik” veya “Şia” mezhebi mensuplarına “Şii” denir.

Şia” terimi “takipçiler” anlamında arapça bir kelimedir. Tarihteki kullanım “Şiat-ı Ali” yani “Ali’nin takipçileri” anlamına gelen kısaltılmış şeklidir.

“Sünni” aynı zamanda kelime olarak ayrıca “Gelenek insanı” anlamını taşır. Buradaki gelenek kelimesi peygamberin günlük yaşamda yapmış olduğu davranış ve hareketleri temsil eder.

'' 1-Aslında her iki grubun da Allah, Peygamber ve Kuran inancında bir farklılık yoktur. Fakat İslamiyet’te bunlara ilaveten bir de sünnet ve hadis kavramı var. Sünni mezheplerin, Hz. Muhammed’in sünneti ve hadisler üzerine bina edildiği ileri sürülür.

Şiiler de peygamberin sünnetini kabul etmektedir. Fakat sünnet ve hadis olarak ortaya konan belgelerin bir kısmı Şiilerce kabul görmediği gibi, Şiilerin kabul ettiği bazı sünnet ve hadisler de Sünni mezhep mensupları tarafından kabul edilmemektedir. Buna rağmen üzerinde anlaşma sağlanan pek çok sünnet ve hadis de vardır.

2-Şiiler halifeliğin Hz. Muhammet soyundan ( Ali ve Fatıma’dan ) gelenlere ait olduğunu savunduklarından, Bekir, Ömer ve Osman’ın halifeliğini tanımazlar ve bunların halifelik makamını gasp ettiklerine inanırlar. Şiilere göre Hz. Muhammed’in halefleri, ilki Ali olan ve onun soyundan gelen 12 imamdır.

3- Şii inancına göre imamlar, her ne kadar peygamber olmasa da, sıradan insanlar da değildir. Tanrının görevlendirdiği, seçilmiş çok özel ve günahsızlık vasfına sahip insanlardı. Ayrıca iktidar bir inanç meselesi olduğundan, İmamın aynı zamanda devlet başkanı da olması gerekmektedir.

Sünnilerde ise, iktidar dini değil, siyasi bir meseledir. Bu yüzden de bir soy meselesi olamaz. Ümmetin kendi içinden istişare ile çözeceği bir konu olup, devlet başkanına itaat esası vardır. Şiilerce 12. İmamın ise ölmediğine, gaip (saklı) olduğuna, kurtarıcı ( Mehdi ) olarak tekrar geri döneceğine inanılmaktadır ki, Sünni mezhepler bunu kabul etmez. '' (*)
Bu iki inanç akımı konusunda kendi bilgi ve düşüncemi aktararak yazımı sonlandırayım:

Sünnilik ve Şiilik; her ikisi de Kur'an'daki gerçek İslam'dan uzaktır. Her ikisine de Allah'tan inen Peygamberimiz tarafından tebliğ edilen Kur'an'daki açık emirlere aykırı, kişilerin katkıları ve hurafeler  -- Şia da biraz daha fazla -- çok fazladır. Öyle ki, İslan dini gerçek kaynağı olan Kur'an dışı bir inanç haline gelmiştir. Peygamberin sözleri iddiasıyla birileri tarafından uydurulan sahte sözler '' Hadis '' iddiasıyla Kur'an'ın da önüne geçirilmiş ve din kaynağı haline getirilmiştir. DİN ALLAH'INDIR. PEYGAMBER DAHİ DİN HÜKMÜ KOYAMAZ  şeklinde ayet hükümlerine rağmen.

İşin acı tarafı, gerçek İslam'la alakası olmayan bu iki akımın yani '' Geleneksel İslam  '' ile   '' Şiilik  '' taraftarları birbirlerinin can düşmanı haline geliyor ve birbirlerinin kanını  döküyorlar...

NOT: (*) www.Mumsema.org

Bu gökdelenli İstanbul'u artık eskisi kadar sevemiyorum !...

İstanbul benim aşkımdı. 54 yıl önce tanıştım onunla. 5 gün kaldım. O 5 günde hep gezdim, deniz kenarında sandalda ekmek arası balık yedim 50 kuruşa. Sonra ayakkabımı boyattım 1 liraya. Bu tezata şaştım kaldım. O vapurla Haydarpaşa iskelesinden karşıya martılar eşliğinde gidiş gelişlerin tadına doyamadım.


Sonra her fırsatta, her vesile ile hep gittim, gezdim, denize girdim. Her gidişimde de Sultan Ahmet ve Süleymaniye camilerini ziyaret ettim. Bu camilerin ihtişamının bir örneğini başka hiç bir yerde göremedim.Çalıştığım kamu kurumunun  2 dinlenme kampı vardı İstanbul'da Florya'da ve Fenerbahçe'de her biri 12 gün süreli. 5 Tatilimi buralarda yaptım. Sonra çalıştığım kamu kurumunun hizmet içi eğitiminde görev aldım. Meslek dersleri öğretmeni ve yönetici olarak. Kurumun yatılı meslek gittim İstanbul'a.Lisesinin son sınıflar öğrencilerine mezuniyetten önce 5 günlük yıl sonu gezileri olurdu. İzmir ve İstanbul'a. Ben Ailemi İzmire götürüp orada bıraktığım halde bu gezilerde bana verilen ekip başlığı görevini  İstanbul için kullandım. Öğrencileri gezdirdim. Boğaz turu yaptırdım. Defalarca bu sebeple 

1971 yılında askerlik görevimin ilk 6 aylık yedek subaylık Piyade sınıfı hazırlama eğitimi Tuzla'da idi, Tam 6 ay burada kaldım. Tuzla Tavşantepe'ye eğitim için defalarca uygun adımda yayan tırmandım. Gün geldi Kadıköy iskelesi karşısındaki 5 yıldızlı Aden otelinde mesleki seminer sebebiyle 5 gün kaldım.

Yani İstanbul'un o tarihle iç içe büyülü havasını teneffüs etmeye doyamadım. Taa ne zamana kadar ? Geçen sene ilk bahar aylarına kadar.  Mühendis oğlum görevli olarak bir kaç ay İstanbul Tuzla'da idi, Eşi çalıştığı ve gidemediği için ben ve annesi ona arkadaşlık etmek için  ikamet ettiği Tuzla'ya gittik ve uzunca bir süre kaldık. Yine eşimle sık sık otobüsle Kadıköy'e kadar gidip, oradan Eminönü'ne' vapurla geçtik.

Bu son kalışımdan ben pek tad alamadım. İstanbul Anadolu yakası olmuş Newyork. Gökdelenler, gökdelenler. Boğaz'a denize rağmen eskisi gibi keyif alamadım İstanbul'u gezmekten.

O gökdelenler beni tedirgin etti, rahatsız etti. Şehrin o büyülü tarih kokan havası pek kalmamış artık.

O gökdelenler bana suni geldi. Yabancı geldi, mermer mezar taşları gibi göründü gözüme.

Sanki güzelim Anadolu'mun bir parçası değil, Avrupa ve ABD'deki bir büyük şehiri geziyormuşum gibi hissettim kendimi.

Haa şunu da söyleyeyim. Ola ki bana bedava ABD veya Avrupa gezisi ödülü verseler gitmem. Ve de tüm Anadolu'mu gezmeden, görmeden gitmem.

İstanbul'u da artık pek göresim kalmadı.

Bu gökdelenli İstanbul'u artık sevemiyorum...

İşte '' Yeni Dünya Düzeni '' kurma iddiasındaki -- Süper güç -- ABD' nin gerçek yüzü !...

Türk akademisyen, ekonomist ve yakın çağ siyasi tarihi uzmanı. Koç Holding ve benzeri büyük kurumlarda ekonomik danışmanlığın yanı sıra orta ve üst kademe yöneticilik yapmış, ABD'de uzun yıllar bulunmuş ve çalışmış, ülkemizde son yıılarda TV kanallarında yaptığı programlar ile geniş bir kitle tarafından tanınan Ramazan Kurtoğlu '' EVANJELİZM ''  ismindeki eserinde dünyanın ekonomik, askeri, siyasi süper gücü ABD hakkında ilginç bilgiler vermektedir.

Görünürdeki parlak  imajının altındaki gerçek ABD'yi tanımamıza yardımcı olmaktadır. Her yükselişin bir zirve  noktası ve bu noktadan itibaren bir düşüşün çağımızdaki en belirgin örneğidir ABD.

Zenginliğin, ihtişamın, gücün alt yapısı görünürde maddidir. Ama bu zenginliği ve gücü yönetecek ve ileriye taşıyacak gerçek alt yapı insandır. Ramazan Kurtoğlu'nun bu eserinde  ABD'nin insana dayalı alt yapısına ışık tutan bir pencere açmaktadır:

 Bilindiği gibi, 310 milyon nüfusu. kişi başına 30 bin dolar geliri, dünyanın en güçlü ordusu ve  2007 yılındaki savunma bütçesi 700 milyar  dolar olması ile ABD bir süper güç.

''  F-16 olmadan Mc. Donald olmaz  ''  şeklindeki temel felsefesi ile küresel kapitalizminin lideri.

Bu  süper gücün nüfusunun % 5'i okuma yazma bilmiyor. Ayrıca Amerikan toplumunun 20 milyonluk bir bölümü zorlukla da olsa okuma yazma bilmesine rağmen, okuduğu çok basit bir sayfa metni anlayamıyor.

Bu ülkede yıllara göre % 4 ile 6.5 arasında değişen oranlarda müzmin bir işsizlik söz konusu. ABD Adalet Bakanlığı verilerine göre 2003 yılında cezaeverindeki hükümlü sayısı 2 milyonu geçiyor. Cezai ehliyeti olan nüfusa oranı dikkate aındığında ABD' deki hükümlülük oranı mesala Polnya'dan 4, İran'dan 3, Tanzanya'dan 5 kat fazla. 2002 yılında 20-30 yaş  grubundaki her 8 zenci gencinden biri demir parmaklıklar arasında imiş.

FB'ın  resmi istatistiklerine göre her 100 bin kişiye yılda 10 cinayet vakası düşüyor. Bu cinayetlerin üçte ikisi ateşli silahlarla gerçekleştiriliyor. ABD'de meskenlerde bulunan silah sayısı 200 milyonun üzerinde.

ABD'de hayat ise, bizim teleziyon kanallarımızda bol kepçe yayınlanan Hollywood film ve dizilerindeki gibi değil. 35 milyondan fazla ABD vatandaşı yoksulluk sınırının altında yaşamaya çalışıyor. 40 milyona yakın insanın ise hiç bir sosyal güvencesi yok. New York Times gazetesine göre her 100  New York'lunun 18'i yoksulluk sınırının altında. Şehirdeki evsiz saysı 40 binden fazla, Manhattan'da yeraltı mazgal ve metro tünellerinde yatanların sayısı 19 binin üzerinde.

'' Yeni Dünya Düzeni '' nin ABD'nin siyasi ve ekonomik çıkarlarına ideolojik kılıf ve stratejik gerekçe bulan savaş teorisine  BOP adı veriliyor.

ABD ekonomisinin % 60'ı  % 1 lik bir grubun kontrolü altında.

Ortalama ABD'linin  1 dolarlık gelirine karşı 3 dolar borcu var.

Amerika'da beyazların ırkçılığı, Yahudilere, zencilere, Çinlilere,Japonlara, Hintlilere ve diğer ırklara karşı patlamaya hazır bir bomba gibidir. Zaten mevcut düzende mükemmel işleyen bir ayrımcılık söz konusu

2002 yılında 10 - 14 yaş arasında doğum yapan Amerikalı  genç kızların, pardon çocukların sayısı 7315 olarak belirlenmiş. Bu arada ABD'den Meksika'ya giderek kanunsuz kürtaj yaptıranların sayısının yüzbinleri aştığı tahmin ediliyor.
Resmi kaynaklara dayanan  bilgilere göre sekse başlama yaşının 9'a kadar indiği ifade ediliyor. 12 yaşındaki kızların % 49'u, 16 yaşındaki kızların % 80'i ilk cinsel deneyimlerini gerçekleştiriyor.

Evli kadınlarda, özellikle beyazlarda evlilik dışı cinsel ilişki % 65, erkeklerde % 85

Lisede okuyan öğrencilerin % 42'si, üniversitede okuynların % 85'i hayatlarında bir defadan fazla uyuşturucu kullanıyorlar.

Birleşik Devletler'de '' baba problemi  '' var. 1960'larda babasından ayrı yaşayan çocuk oranı % 40' larda iken 1980'lerde % 60' a varyor, 2020 yılında da % 80 olacağı tahmin ediliyor. Yani her 100 çocuktan 80'i  babadan ayrı olarak annesi veya annesinin sevgilisi veyahut da annesinin yeni eşi ile yaşamak zorunda kalacaktır.

ABD'yi yönetenlerin çoğu bu problemin sebep olduğu travmayı ömür boyu taşıyorlar ve karar alışlarında ve ilişkilerinde her daim etkili oluyor.

Amerika'da her üç doğumdan biri evlenmeden önce anne olanlar tarafından gerçekleştiriliyor.

1960 yılında evlilik dışı doğanlar bütün doğumların % 5'i iken, 1991 yılında  % 30'a, 2000 yılında ise % 40'a çıkmıştır. ABD'li çocukların baba ile ilişkileri giderek azalmakta veya hiç olmamaktadır. Babalarının kim olduğu sorulan çocukların çoğu '' Benim babam yok  '' cevabını vermektedir.

ABD'de son yıllarda gittilçe yaygınlaşan bir moda var: '' Doner baba, sperm babası '' Yani test tüpünün içindeki babalık. İhtiyaca göre, gazete ilanları ile sperm tedariki yoluna gidiliyor ve ve spermi verenin  istenen şartlara uygunluğu oranında 40 dolardan 15 000 dolara kadar '' tüp baba '' bedeli ödeniyor...

ABD ekonomisi 1980' lerden özellikle  Eylül 2008 krizinden bu yana çok zor durumda. Her ay  çok sayıda insan  ( 2011 yılında 43 milyon )  yiyecek yardımı alıyor... ''

Yüksek gerilimin diyaloglar ile sağlandığı dizi: EŞKİYA DÜNYAYA HÜKÜMDAR OLMAZ !...

Toplumun '' vurdulu kırdılı '' diye tanımladığı aksiyon filmlerini ve dizilerini pek sevmem ve izlemem. Kurtlar Vadisi isimli yakaşık 8-10 sene süreli yayınlanan diziye de bu sebepten ilgi duymadım ve hiç iziemedim. Sonra aynı yazarın yani Raci Şaşmaz'ın  Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz isimli dizisi girdi yayına ve iki senedir de ATV'de  devam ediyor. Bu diziye de başlangıçta peşin hükümle ilgi göstermedim ve izlemedim. Ara sıra medyada hakkkında olumlu söylemler çıkması ve yayınladığı gün reyting şampiyonu olması ile dikkatimi çekmeye başladı.

Bundan5 - 6 ay kadar önce merakım arttı ve bir gün ilk bölümünü bir izleyeyim dedim. Yayınlanmış dizilerin videolarını veren bir siteden izledim. Olağanüstü ilginç buldum ve artık dizinin tiryakisi oldum. Takip eden günlerde  kendime boş vakit ayarlayarak sıra ile bu güne kadar yayınlanan 46 -47 bölümü sıra ile izledim.
Bilindiği gibi bu dizi, bir masa etrafında toplanan kaçak silah üretimi ve ticaretini yapan mafya grubu üyelerinin kendi aralarındaki çatışmalarını ve devlet istihbaratı ile ilişkilerini,bunlardan bir mafya ailesinin bu gergin atmosfer içindeki yaşantısını konu ediniyor.

Görünüşte bir aksiyon dizisi. Geçekte de başarılı aksiyon sahneleri var. Fakat ilginçtir ; dizinin her hafta yayınlanan her biri iki saati aşan bölümlerinde bu aksiyon sahnelerinin toplam süresi yalnızca 5 - 15 dakika sürüyor. Ama dizinin her bölümünün her anında yüksek bir gerilim ve tempo atmosferi oluşuyor

Ne ile ?

Dizideki diyaloglar ile.

Evet, bu dizinin en ilginç yönü diyalogları. Her cümle ve kelime yerinde ve itina ile seçilmiş. Masa etrafında toplanan ve konuşan, tartışan mafya reislerinin uzun süren diyaloglarında sıkılmıyor ve aksine keyif alıyorsunuz. Gerilim bu diyaloglarla sağlanıyor ve ayakta tutuluyor. Bu çok stresli ortamdaki yaşamı aktarılan mafya üyesi Hızır Reis ve ailesinin  aile içi ilişkilerindeki diyaloglar da aynı özellikte. Zeki, ortama uygun ve esprili.

Bu diyaloglar izleyene görsel şölenle birlikte sanki güzel bir edebi romanı okuyormuş gibi tad ve keyif veriyor. Pana Yapım'ın bu dizisinde senarist Raci Şaşmaz ve Bahadır Özdener çok başarılı. Hızır Reis rolündeki Oktay Kaynarca ve diğer oyuncular da görevlerini çok güzel yerine getiriyorlar. Dizide senaryo çok önemli. Fakat Yönetmen
Onur Tan'ın da dizinin başarısındaki rolünü görmeden olmaz. 
Bu güna kadar izlemeyenlere öneririm...

BEYNİMİZİN OYUNU !...

Böyle bir olay yani beynimizin oyunu iki defa başımdan geçti.

İlki bundan çok uzun seneler yani emekliliğimden önce  bir kamu kurumunda çalışıyorken oldu. Kurumumda şef teknisyenim. 70 kilometrellik bir bölgenin kısım şefiyim. Taşrada çalışan 4 kısım şefi de bir şube şefine bağlıyız. Benim sorumlu olduğum mıntıkada 7 işyerim var onları özel araçla 2-3 günde bir turne yaparak denetliyor yapılan işleri teslim alıyor ve yeni işler veriyorum. Ay sonlarında da yaptığım çeşitli işleri birimlerine göre belirliyor, dökümünü yapıyor ve ayın ilk günlerinde büroda 2 günlük çalışma ile toparlayıp fiyatlandırarak şube şefliğimize rapor ediyorum. Şube  şefi de benimle beraber  diğer üç kısım şefliğinden gelen raporların dökümünü yapıp toplamlarını alıp  rakamlandırarak bölge müdürlüğüne rapor ediyor. Biz de bu işlemi '' aylık rapor '' olarak isimlendiriyoruz. Her ayın ilk günlerinde mutlaka tamamlanıp bildirilmesi gerekli.

Bir ay başında çalışmamı  bitirdim. Yapılan hesapları kontrol edip hesapların dökümlerle tutarlılığını kontrol ediyorum. Bir rakamda  hata ve tutarsızlık çıktı. Silbaştan tüm yüzlerce rakamı yeniden kontrol ediyorum aynı hatalı sonuç çıkıyor. Her kontrol de 1-2 saat sürede yapılabiliyor, tabii ki o günlerdeki Facit marka mekanik hesap makinası ile. İki defa daha da hesapları kontrol ettikten sonra yanlışı daha doğrusu hatayı keşfettim. Bütün rakamlar, hesaplar doğru fakat yan yana bulunan iki rakamı ben ilk hesapta yanlış okumuşum. Diyelim ki 57 olan sayıyı hesap makinasına girerken 75 olarak girmişim.  Beynim bu hataya şartlanmış ondan sonraki her kontrol hesaplarında toplamada hep aynı hatayı tekrar etmişim. Yani beynim o yanlışa şartlanmış ve bana oyun etmiş.

Gelelim ikinci olaya: Son bir iki yıldır medyada, reklamlarda bir kelime dikkatimi 
çekiyor. Tuhafıma gidiyor:
YENİLEBİLİR ENERJİ

Bu terim her karşıma çıktığında dikkatimi çekiyor, Allah Allah yenilir eneji olur mu diye düşünüyorum. Fazla da üzerinde durmuyorum. Dursam İnternette küçük bir araştırma ile çözebilirim. İki sene sonra birden farkettim ki, bu terim  '' yenilebir '' değil '' yenilenebilir '' miş.

Yani; YENİLE(NE)BİLİR  enerji imiş.

Beynim  bana ikinci defa oyun etmiş ve kelimedeki ( NE ) yi  atlamış.

Sonunda da öğrendim ki; güneş, rüzgar, su gibi tabbi kaynaklardan elde edilen enerji türüne deniyormuş.
Lütfen dikkat beyniniz size de her an bir şaka yapabilir.