15 Ekim 2017 Pazar

TIP FAKÜLTELERİ HASTAHANELERİ DENETİMDEN UZAK. SAĞLIK BAKANLIĞI DENETLEMELİ !...

Devlet  ve SSK hastahanelerinin  bundan 20- 25 yıl  ve daha öncesi durumlarını orta yaş grubu ve ileri yaşlarda olanlar bilirler.  Muayene olmak ve tedavi olmak adeta piyangodan büyükçe bir ödül kazanmak ölçüsünde bir şans işiydi. Muayene için sabahları saat 5-6.00 gibi  hastaneye gelip sıra numarası alacak veya hastaların ihdas ettiği bir sıra listesine isminizi yazdırcaktınız.

Sonra muayene başlangıç saatinde hastaneye gelip itiş kakış muayene olmaya çalışacaktınız. Muayene sıranız geldiğinde uzman doktorun size ayıracağı süre en fazla tüm prosediür işlemleri dahil 2-3 dakika idi. Ameliyat gerekli ise işiniz çok zordu. Sizi  ameliyat edecek doktorun özel muayene hanesine gidip bir muayene ücreti vermek ve '' bıçak parası '' için doktorla pazarlık edip anlaşmak zorunda idiniz. Ki bundan sonra size  operasyon için gün verelebilinecekti.
Hastane ortamı ise mahşer gibi kalabalık, bakımsız ve ilkeldi.

Derken bu ortamda tıp fakülteleri hastahaneleri gündeme geldi. Bundan sonra anlatacaklarım Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastahanesi ile ilgilidir.

Eskişehir Tıp Fakültesi Hastahanesi 1980'li yılların başında faaliyete başladı. Hasta ile daha geniş ilgileniliyor ve çeşitli tetkik ve tahiller yapıldıktan sonra teşhis konuluyordu. Önce küçük bir binada ilkel şartlarda faaliyete başladı. 8-10 sene sonra da üniversite kampüsünde inşa edilen binasında çalışma ve hizmete devam etti. 

Eskişehir ili ve çevresindeki 3-4 ilin tüm insanlarına sağlıkta yeni bir umut kapısı oldu. Tetkik ve tanının iyiliği yanında, tıp fakültesi hastanesi SSK ve Devlet Hastanelerinin yanında daha temiz, modern ve düzenli idi. 4 kişilik  ailem fertleri için bu hastanede birer dosta açtırıp devlet hastaneleri ile ilgimizi kestik.

Derken 2000' li yılların başında Sağlık Bakanlığımız Devlet Hastanelerini ele aldı. Hizmetleri adım adım iyileştirdi ve geliştirdi. Bundan 4-5 sene öncesine kadar Özel Hastahanelerdeki sağlık hizmetleri bazı yönleri ile Devlet Hastahanelerinin bir adım önünde idi. Zamanla bu da aşıldı ve artık bu gün devlet hastahaneleri genelde  özel hastahenelerden iyi ve kaliteli sağlık hizmetleri veriyor. Çünkü Sağlık Bakanlığı teşkilat ve çalışmasında yeni düzenleme ve organizasyona gidildi.  Hastahaneler batı standartlarında hizmet verecek ölçüde geliştirildi. Düzenlendi.

Ne yazık ki, sayıları gittikçe artan tıp fakülteleri hastahaneleri bu gelişmeye ilerlemeye ayak uyduramadı. Yaya kaldı.  Çünkü Devlet Hastahanelerindeki gelişme ve çağın standartlarına uygun hizmet anlayışı Sağlık Bakanlığının ve gelelde devlet kurumlarının yeniden organizasyonu planları ve çalışmaları dışında kalmıştı. Üniversitelerin bilim muhtariyeti  kapsamında idari bakımdan her biri bağımsızdı ve devletin denetiminden uzaktı.  Devlet Sağlık Bakanlığında bir merkezden  sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi kapsamında planlama, çalışma ve düzenlemeler yapabiliyordu Fakat Tıp Fakülteleri Hastahanelerine müdahale edilemiyordu. Sonuçta Sağlık Bakanlığındaki modernizasyon anlayışı, her biri bağımsız bir yönetime tabi Tıp Fakülteleri hastanelerine giremedi. Onlar 15 yıl ve daha öncesinin yönetim anlayışında yani köhne idari zihniyetine takılıp kaldılar kendilerini geliştiremediler.

Aynı zamanda bir bilim ve eğitim kurumu olmaları sebebiyle Tıp Fakülteleri hastahanelerine tibbi işlemler açısından müdahale edilememesi anlaşılabilir ama idari yönden bağımsız ve özellikle de denetimden uzak olmaları uygulamada aksaklıklara, haksız ve yanlış uygulamalara ve hatta yolsuzluklara sebep oluyor.  bu yazı için resim ararken Eskişehir Tıp Fakültesi  Hastanesinde basına yansıyan yolsuzluk iddialarına rastladım.

Sonuç olarak tıp fakülteleri hastahanesinde hariciye, nöroloji, üroloji v.b. tüm ana dallar , bölüm başkanları hocaların yönetiminde ayrı birer Cumhuriyet. Herhangi bir öğretim üyesi hoca hakkında bir şikayet etmeye kalkarsanız sizi vatandaş olarak dinleyecek ve hakkınızı araştıracak bir makam yok. Sonuçta  müracaat ve şikayetinizden sonuç alamıyorsunuz ve hatta yanlış ve haksız uygulamaya uğrayan siz, müracaatınızdan sonuç alamadığınız gibi adeta kendiniz kusurlu çıkyorsunuz.

Benim ve eşimin başından geçen iki olayı anlatan aşağıdaki yazdıklarımı okuduktan sonra neyi anlatmak ve vurgulamak istediğimi  anlayacaksınız:

2012 yılında Ekim ayı sonları ve Kasım ayı başlarında  benim ve eşimin  başlarımızdan iki olay geçti:
Önce eşim Hariciye Kliniğinde kanser teşhisi ile guatr operasyonu geçirdi. Operasyonu Prof. ünvanlı bir Hoca yaptı. Klinikte 3-4 gün kaldı. Klinikte doktor, asistan ve hemşireler bölümlerinde kapalı alanda sigara içildiğin kokusundan hissetti ve rahatsız olduğunu bana ifade etti. Çünkü o zaman diliminde 60 yaşlar civarındaki eşim  tüm yaşantısında hiç sigara içmemişti. Sigara içilen ortamdan da çok rahatsız oluyordu. Ben hemen bölüm baş hemşiresini buldum ve olayı ilettim. Başhemşire bocaladı ve tutarsız cevaplar verdi. Kısa bir süre sonra da eşim taburcu oldu ve hastahaneden ayrıldı. 4-5 gün sonra bir hafta sonu  korener kalp hastası olan ve 10 sene kadar önce bir kaç anjiyo geçirip  kalp ana damarının birine  stent konulmuş olan ben  dolaşımda sıkıntı hissettim. Bir hafta sonu Cuma gecesi Tıp Fakültesi acil servisine müracaat ettim. Beni  tetkikten geçirdikten sonra Pazartesi günü anjiyo olmam kaydıyla kalp damar bölümü  yoğun bakımına yatırdılar. Bu yoğun bakım servisinde kaldığım iki gün içindeki idari personelin gayrı ciddi ve keyfi davranışlarına tanık oldum. Stent konulduğu müdahalemi yapan o zaman doçent sonra prof olan Yüksel Beyin anjiyomu yapması dileğimi ilgilere ilettim. Hoca'nın  kabul ettiği ve geleceğini ve anjiyoyu yapacağını  belirttiler. Pazartesi sabahı oldu. Beni çok ilkel ve gayri tıbbi uygulamalar ile  anjiyoya hazıladılar. Erken saate operasyon gömleği ile sedyeye bindirip götürüp anjiyo odasına bırkatılar.

Tam üç saat bekledip, soğuk operasyon ortamında ve çok ince bir gömle çıplak. Yüksel Bey bir türlü gelmiyor. Sonunda teşrif ettiler, Öfke dolu bir tutumla 19' a çıkmış tansiyonumla benim anjiyomu gönülsüz olarak yaptı. Operasyon sonrası anjiyo noktasına kanamayı durduracak  güçlü bir personel yoktu. Küçük cılız bir çocuk görünüşündeki bir kız personel basınç uygulaması yapmak için çırpındı. Gücü yetmedi ve bacaklarımın içine iç kanama oldu. Servise götürdüler. O gece kan kaybından olacak  tansiyonum 5/7 derecesine kadar düştü. Bayılma noktasına geldim. Yapılan yanlış uygulama ve ihmal sonucu birkaç gün  epey sıkıntılar yaşadım.

Neyse taburcu oldum. Birkaç gün kendimi toparlayıp dinlendikten sonra hastahaneye gittim. Başhekimle görüşmek istedim. Bir Başhekim yardımcısına yönlendirdiler. O benimle ilgilenir gibi yaptı, dinledi ve hastahanenin '' Halkla ilişkiler '' birimine yönlendirdi. Orada uzattıkları forma şikayetlerimi detaylı olarak yazdım, bıraktım. Cevap bekledim. Tam iki ay sonra lütfedip dileğime bir satırlık yazı ile cevap verdiler:

''  MÜRACAATINIZDAN İLGİLİLER BİGİLENDİRİMİŞTİR  ''

Hastanede klinik ortamında sigara içiliyor. Hiç bir işlem yapılmıyor.  Bana uygulanan yanlış ve haksız uygulamalar hakkında da hiç bir işlem yapılmıyor. Çok canım sıkıldı. Bundan sonra hakkınınızı arayacak makam neresidir ? Tıp Fakültesinin dekanı değil mi. Ben de öyle yaptım. Şikayetlerimi ayrıntılı olarak yazdığım bir dilekçe hazırladım. Dekanlığa gittim. Tabii ki dekanla görüşmeniz olanak dışı. Beni dekan yardımcısına yönlendirdiler. O da eşimin oprerasyonunu yapan prof. hoca imiş. Dilekçemi okuyunca keyfi kaçtı. Bana agresif tonda cevaplar vermeye başladı. Anlaşılıyordu ki. İdareci konumunda da olsa bir akademisyen hoca başka bir akademisyen hoca ve kendi klinik bölümünden şikayetten rahatsız oluyordu. Neredeyse ben suçlu çıkacaktım hakkımı aramakla. Bundan sonra da  sıra üniversite rektörüne gitmek gerekiyordu ki. Bunun da bir sonuç vermeyeceği düşüncesi ile kahrederek konunun arkasını bıraktım. Çünkü TIP FAKÜLTELERİ HASTAHANELERİNDE İDARİ BİR DENETİM SİSTEMİ YOKTU. Sağlık Bakanlığı da devrede değildi.
SONUÇ OLARAK DERİM Kİ; TIP FAKÜLTELERİ HASTAHANELERİNDE İDARİ YÖNDEN BİR AKSAKLIK VAR. VEE DEVLETİN İDARİ YÖNDEN BİR DENETİMİ YOK.

Ya bu hastaneler idari yönden Sağlık Bakanlığımıza bağlanmalı, ya da Sağlık Bakanlığınca denetlenmeli...





Kur'an hakkında bilinmeyenler, az bilinenler, yanlış bilinenler !...

Kur'an hakkında bilinmeyenler, az bilinenler
Kur’an’ı tanıyor muyuz diye bir soru ile karşılaşsak hemen ‘’ Biliyoruz, tanıyoruz ‘’ diye cevap veririz. Fakat bu konudaki bazı temel bilgiler hakkında yanlış bildiklerimiz ve bilmediklerimiz vardır.

Şimdi aşağıdaki bilgileri gözden geçirelim ve hafızamızdaki bilgilerle karşılaştıralım:

*** Kur’an’da toplam 114 sureden oluşmaktadır.

*** Kur’an’ın toplam ayet sayısı 6666 olarak bilinir. Fakat bu bilgi doğru değildir. Kur’an’daki 114 surenin ayet sayılarını alt alta yazsak ve toplamını alsak karşımıza 6236 sayısı çıkacaktır. Evet, Kur’an 6236 ayetten ibarettir.

*** Kur’an Allah katından topluca ve bir defada değil parça parça inmiştir. Bu iniş süreci ( vahiy- nüzul ) Peygamberimiz 40 yaşında iken M.S 611 yılında başlamış ve tam 22 sene 2 ay 22 gün sürmüştür. Nüzul tamamlandıktan kısa bir süre sonra da peygamberimiz vefat etmiştir.

*** Elimizdeki Kur’an Allah’tan iniş sırasına göre düzenlenmemiştir. Ayet ve surelerin sıraları inişlerinden sonra yine vahiyle gelen bir yönlendirme ile Peygamberimiz tarafından tayin edilmiştir. Örnek olarak; ilk olarak inen Alak Suresi, Kur’an’da 96. sırada yer almaktadır. Kur’an’ın ilk suresi olan Fatiha ise 5. sırada vahyolunmuştur.

*** Sure uzunlukları çeşitlidir. En uzun sure, Kur’an’ın 2. sırasında yer alan Bakara Suresi olup, 286 ayetten oluşmaktadır ve Kur’an’da her biri 15 satırdan oluşan 48 sayfa hacmindedir.

En kısa sure ise, 3 ayetten oluşan bir buçuk satır hacmindeki Kevser Suresidir. ( 108.sure )

*** Ayet uzunlukları da çeşitlidir: 73. Sure ( Müzzemil ) 20. ayeti tam bir sayfa hacmindedir. Bakara Suresi 1. Ayeti, Elif, Lâm, Mim harflerinden, yani sadece 3 harften oluşmaktadır.

*** Kur’an hakkındaki eserlerde, tefsirlerde, toplam kelime ve harf sayıları konusundaki verilen bilgilerin tutarsız olduğunu ve kati bir tespit yapılamadığını gördüm. Bu bilgisayar çağında, bu önemli bir kitabın sayısal özelliklerini belirlemeyi kendime iş edindim. Mürşid 4.0 ve Muallim 1.0 CD lerinin de yardımı ile aylar süren olabildiğince titiz bir çalışma ile her surenin ve toplam Kur’an’ın kelime ve harf toplamlarını belirledim. Aldığım sonuca göre; Kur’an’da toplam 77.800 kelime ve 329.987 adet harf bulunmaktadır.


*** BESMELE bilindiği Kur’an’ın ve ayetlerinin anahtarıdır. 9. Sure ( Tövbe ) hariç, tüm surelerin başında Besmele vardır. Yani 113 sure başında Besmele vardır. Tövbe suresinin başında yoktur. 27. Sure ( Neml ) suresinin içinde, 30 ayetinde bir Besmele vardır. Yani Neml Suresinde biri başında biri de 30 ayetinde olmak üzere iki Besmele vardır. Böylece toplam Besmele sayısı da toplam ayet sayısı yani 114 adettir.

*** Besmele ilk defa Fatiha suresi ile inmiştir. Fatiha Suresi başındaki Besmele bağımsız bir ayet kabul edilmektedir. Diğer 112 surenin başındaki Besmeleler bağımsız ayet kabul edilmemektedir.

*** Kur’an’ın bir kitap halinde toparlanması için Peygamberimizin ömrü yetmemiştir. Ölümünden 6 ay sonra Hz. Ebu Bekir zamanında delillendirilerek toplanmış ve sonra Hz Osman zamanında ise çoğaltılarak önemli merkezlere birer nüsha örnek gönderilmiş ve önceki tüm yazılanların yok edilmesi sağlanmıştır.

*** Bizim ve tüm dünyadaki Müslümanların ellerindeki Kur’an’lar işte bu Hz. Osman tarafından toplanmış ve çoğaltılmış Kur’an’dır. Tek harfi değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Korunması 15/9 ayeti ile Allah’ın koruma garantisi altındadır. ‘’ Onu biz indirdik ve koruyacak olan da biziz ‘’

*** Kur’an bildiğimiz tüm kitaplara benzemez. Ele aldığı her konuyu tüm detayları incelediği halde, bir konu ile ilgili olarak verdiği bilgiler ve mesajlar derli toplu bir arada değildir ve tüm Kur’an’a dağılmış bir vaziyettedir. Bu özelliği sebebiyle Kur’an’a ilk yaklaşanlar dağınık bir görüntü ile karşılaşmaktadırlar. Bu da konuya yüzeysel yaklaşanlara olumsuz bir imaj vermektedir.

*** Kur’an’ın anlaşılması için son 20 – 30 sene öncesine kadar en önemli kaynak, Kur’an’ı sure ve ayet sırası ile tek tek ele alarak yorumlayan KLASİK TEFSİRLER di. Geniş kapsamlı ve çok geniş hacimli bu tefsirler, Kur’an’ın yeterince anlaşılıp değerlendirilmesinde yeterli olamıyordu.

Son 20- 30 senedir, KONULU TEFSİRLER adı verilen; bir konu ile ilgili tüm ayetleri bir arada toplayıp, Kur’an’ın o konuya tüm bakışını bir arada görüp değerlendirmeyi sağlayan eserler öne çıkmaya başladı. Ayrıca pratikte daha çabuk ve kestirmeden sonuç almayı sağlayan – geniş açıklamalara yer vermeyen - yalnızca aynı konu ile ilgili ayetleri topluca görmeyi sağlayan, konulara göre düzenlenmiş fihrist eserler de vardır.


'' Nurlar içinde yatsın '' söyleminin -- ateistcesi -- '' Işıklar içinde yatsın !...

Vefat eden bir Müslüman kişinin ardından ve yakınlarına yöresel  çeşitlilikle  taziye ve temenni sözcükleri kullanılır.

Allah Rahmet eylesin

Toprağı bol olsun

Allah taksiratını affetsin !... Gibi. 

Son zamanlarda  Bir farklı temenni  sözleri dikkatimi çekmeye başladı:
'' Işıklar içinde yatsın ''  
Önce bu sözlerden biraz tedirgin oldum, üzerinde pek durmadım. Sonra biraz düşününce farkına vardım ki, bu temenni sözcükleri, bilinen ve çok kullanılan;
''Nur içinde yatsın'' temenni sözcüklerinin karşılığı idi.

Kimler tarafından  sarfediliyordu bu sözcükler ? Biraz dikkat edince görülüyordu  ki: 
Dine ve inanca mesafeli, tepkili ''Ateistler '' tarafından --Işık-- kelimesi ''Nur'' kelimesi karşılığı olarak tercih ediliyordu. Çünkü Nur kelimesi dini bir anlam içeriyordu. 

Gerçekten Nur kelimesinin sözlüklerdeki basit anlamı, ışık, aydınlık demektir.

Nasıl bir ışık ve aydınlık ?...

Allah'ın İlahi ışığı ve aydınlığı

Hem bu dünyada hem de Ahirette.

Nur kelimesi Kur'an'da geçen, Kur'ani bir terim,  36 ayette toplam  43 defa geçiyor:

==  İslam ( 9/32 ) Kur'an ( 7/ 197 )  İman ( 2/257 ) Peygamber ( 24/ 35 )  Adalet ( 39/ 69 )  Hak ( 2/ 257 ) Günün aydınlığı  ( 6/ 1 )  Ayın ışığı  ( 71/ 16 )  Ahirette müminlerin ışığı, aydınlığı  ( 57/ 12 )  Beyan, açıklama  ( 5/ 44 )  anlamlarında.

Vee, Allah'ın, yer ve göklerin Nur'u olduğu bildiriliyor  ( 24/ 35 )

Bu son ayet Kur'an'ın 24. sırasında bulunan Nur Suresi'nde.  Ve bu ayete'de Nur Ayeti ismi verilmiş.

Yani Kur'an'da NUR adı verilen bir sure var.  Bu surenin 35. ayeti de NUR Ayetidir.

Bu Nur Ayeti'nde Allah'ın ışığı yani Nuru bir kandile benzetiliyor.

Vee, Nur Suresi'ndeki Nur Ayeti'nden bir sonraki 36. Ayette:

''  Bu kandil,  Allah'ın yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği bir takım evlerdedir ki, o evlerin içinde sabah, akşam O' nu tesbih ederler ( anarlar ) ''

Aynı surenin 40. ayeti de şu hükümle bitiyor:

'' ........ Allah, her kime Nur ( ışık ) vermezse, artık onun hiç bir ışığı, aydınlığı yoktur.  ''
Yani dostlar, inançsızların ışığı ile inananların ışığı (nur) çok farklıdır.

SİYONİSTLERİN DÜNYA NÜFUSUNU AZALTMA PLANLARI VE UYGULAMALARI !...

''Bugün dünyada 7 milyar insan var. Yaklaşık 9 milyara gitmeden şimdi yeni aşılar, sağlık ve üreme sağlığı konusunda gerçekten harika bir iş yaparsak belki bu oranı düşürebiliriz.  '' 


Bu sözleri bir sempozyumda söyleyen Bill Gates. Yahudi asıllı Rockfeller ve Bill Gates öncülüğünde özellikle 3. dünya ülkelerine, başta aşı olmak üzere sağlık kapsamında yapılan yardımların arkasında sessiz ve gizlenmiş bir soykırım yatmaktadır.

Yani amaç, aşılar ve ilaçlarla insanları kısırlaştırıp, nüfus oranını düşürmek. Ve ilginçtir ki, çocuklara bugün verilen aşı miktarının yarısının verildiği 1970'li yıllardan bu yana bu uygulamaları ikiye katlanmış durumdadır. Kısacası birdenbire çıkan salgın hastalıklar, bu salgınları önlemek için kullanılan aşılar, ilaçlar ve insanlara gerekli, gereksiz aşırı ilaç yüklenmesi ve bu gidişin sürekli tırmanması insandaki bağışıklık sistemini çökertiyor, sonra da gelsin hastalıklar, çoğalsın ölümler... [1]]

Bu sonuç tabii ki onları tatmin etmiyor, istedikleri sonucu elde etmek için bir de gıda sektörü devreye sokuluyor... Norveç'te milyar dolarlık bir tohum deposu yapılarak tüm sağlıklı orijinal yapıdaki tohumlar istifleniyor. Dünyaya da üretmiş oldukları GDO'lu tohumlar servis ediliyor. İnsanlar bu GDO'lu tohumlar sayesinde kısırlıktan kansere kadar her türlü hastalığa yakalanıyorlar. Şimdi düşünün bundan 30-40 yıl öncesine göre Kanser ve Kalp hastalıkları o kadar arttı ki, bu hastalıklar artık her eve girdi ve  nezle gibi olağan hale geldi.

Böylece bir yandan  istedikleri nüfusu kontrol amacı yanında çıkarmış oldukları hastalıklar sayesinde ilaç sektöründeki zenginliklerine zenginlik katıyorlar.

Durun daha bitmedi: Görsel ve yazılı basını ve Sinema sektörünü de kullanarak ve eşcinsellik ve her türlü ahlaksızlık akımlarının yayılmasını, büyümesini, alkol, kumar, uyuşturucu bataklıklarının artmasını, evlilik ve aile müessesesinin çökertilmesini sağlıyorlar. Allah inancından yoksun, düşünemeyen, uyuşuk beyinli, korkak, cesaretsiz, zaaflarının esiri, ahlaki hiç bir kriteri olmayan insan kitleleri oluşturuluyor.. Kadın cinselliğinin aşırı istismarı ile insanlara özel en güzel duygular olan mahremiyet ve utanma duyguları yok ediliyor. Kitleler dejenere ediliyori. Taciz, tecavüz olayları ve cinayetler çığ gibi büyüyor

Amaç çok medeni ve insancıl (?) beylerin, hanımları ve çocukları ile daha sorunsuz bir dünyada yaşaması...


[1]  http://orjinalislam.com/haber-siyonistlerin-dunya-nufusunu-azaltma-politikalari-4339.html

DÜNYA NÜFUSUNU AZALTMA PLANLARI !...

Bir süre önce bir gece Kanal Türk'deki bir programda ABD' de İngilizce, ekonomi ve davranış bilimleri alanlarında master ve doktora eğitimi almış, çalışmış, Türkiye'nin en büyük sanayi kuruluşlarında üst derece yönetici olarak görev almış ve üniversitede hocalık yapmış akademisyen yazar Ramazan Kurtoğlu ile bir söyleşi programı vardı. İlgimi çekti gecenin geç saatlerine kadar sürdü, izledim.

Anlattıkları Türkiye üzerinde oynanan oyunlar, İslamiyeti yok etmek isteyen batılı grupların sinsi emelleri, bu doğrultudaki faaliyetleri ile Ortadoğu'daki kirli işleri ile ilgiliydi. Vee, ABD başta olmak üzere dünyanın siyasi ve ekonomik yönetimini elinde bulunduran İngiltere, Fransa, Almanya gibi batı ülkelerinin Dünya nüfusunu önemli ölçüde azaltarak kendi insanlarının daha, huzurlu ve müreffeh yaşamasını sağlamak hesapları ve planlarından bahsetti.

Haa öyle doğumları azaltmak için nüfus planlaması gibi herkesin bildiği masumane yöntemlerle değil, basbayağı insanların kitleler halinde yok edilmesine, katliamlara uzanan planlardı, anlatılmak istenen. Programın benim izlediğim bölümünde ayrıntılar verilmedi ama ima yollu bugünkü, ekonomik, siyasi ve sosyal olarak geride kalmış, çoğunluğu Müslüman toplumların, birbirine kırdırılması idi söz konusu planın ana hatları.

Konu ilgimi çekti. Sonraki günlerde İnternette  küçük bir araştırma yaptım. Arama motoruna  '' Dünya nüfusunu azaltma planı '' diye yazdım. Karşıma çok geniş çaplı bilgiler ve iddialar çıktı. Ve bunları özetleyerek sizlere de aktarayım dedim:

İki türlü plan var. Birincisi yukarıda sözünü ettiğim başta ABD olmak üzere dünyanın patronu batılı ülkelerin planı ki, bir nükleer savaşla toplu insan kıyımına dayanıyor. 

Hele Rusya'nın başındaki Putin delisi ile Kuzey Kore'nin başkanı olan deli  güvenilir bululunmuyor. Bunlara Çin devini de ilave edince, dünyanın geleceği pek parlak görülmüyor. Buna dayanarak da ABD saldırı doğrultusundaki silahlanmasını gittikçe güçlendiriyor. ABD füze kalkanı sistemini oluşturuyor ve geliştiriyor. Dünyanın yükselen gücü Çin'de otomatik uyarı sistemlerine bağlı nükleer silah kapasitesini arttırıyor. Teknoloji devi Japonya'da komşusu Çin'in büyüyüp  gelişmesinden tedirgin olup savunma dışında uluslararası savaşlara katılmak için anayasa değişikliğine gidiyor.

Meşhur çevre örgütü  Greenpeace 'de  '' Dünya nüfusu  bir milyara insin '' ideolojisi ile bu korkunç proje yarışına dahil oluyor.  (*)

Nükleer tehdit ister batıdan, ister doğudan gelsin, her halükarda Ülkemizin geleceği bu doğrultuda arada kalıyor. Her biri çok geniş kapsamlı alanı kaplayacak nükleer çatışmada ayak altında kalacağı için vahim sonuçların riski altında...

Bu planın dışında, bir de Siyonist Yahudilerin Dünya nüfusunu azaltma planı var ki, halen devreye girmiş ve  uygulama alanında. Bu konuyu da başka bir yazımda ele alacağım.


(*)  http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=21244

Kadınların dişiliği ve kişiliği üzerine !...

Erkeklik ve dişilik kavramları üzerinde konuşmaya, yazmaya, açıklamaya gerek yok. 

Erkeklik erkekliktir, dişilik dişiliktir.

Gelelim kişilik konusuna:

Bir insanın hayat görüşü, olaylara bakışı,  tepkileri,  konuşması, kültürel seviyesi, kılık kıyafeti, bunlarla neyi vurgulamak istediği gibi durumları kapsar. Bunların toplamı yüzüne, jest ve mimiklerine, duruşuna yürüyüşüne, toplum içindeki davranışlarına yansır. Bunda genetik yapısının erkeklik ve dişilik hormonlarının etkisini de unutmamak gerekir. 

İnsanın toplum içinde  yukarıdaki etkilerin tümü altında davranışlarını denetlemeyi başarıp dengeli bir davranış göstermesi kişilikli olarak kabul edilmesini sağlar
Kadınların dişiliği ve kişiliğ tartışması son günlerde genişlemeye başladı.

Neden kaynaklandı ?

Kadınlara karşı taciz ve tecavüz olaylarının çok artmasından.

Başta kadınlar olmak üzere toplumun geneli erkekleri  sorumlu tutuyor bu olaylardan.
Şöyle ki; erkekler, kadınları yalnızca dişi olarak görmemeli kişi olarak da kabul etmeliymiş.

İşte burada bir yanlışlık var.

Kadın toplum içinde  nasılsa öyle görünür. Nasıl isterse öyle görünür. 

Kişilik yapısı kendini ve davranışlarını denetlemeye yeterli değilse. Bilinçli veya bilinçsiz dişilik özelliği öne çıkar. Kendinini toplum içinde bu yönüyle empoze eder. Elinden de başka türlüsü gelmez.

Erkekler için de kişilik  yukarıda belirttiğimiz etkilerle oluşur. Kişilik yapısı için  yeterli olumlu özellikler, yoksa veya gelişmemişse,  davranışlarını kontrol ve denetleme yetisi zayıflar. Hormonlar ve içgüdü etkilerini bazen kontrol edemez hale gelir.

Bunu biraz daha açıklayalım:

Kadın evi dışındaki çevrede yani toplum içinde, dekolte bir kıyafetle bulunursa, dişilik yönünü vurguluyor yani öne çıkarıyor demektir. Bu durumda erkekler beni kişilik olarak görsün demenin pek bir anlamı yoktur. Çünkü kadını vücudu silieti ve teni erkekleri, kadınların düşündüğünden fazla etkiler.

Bunu örnek bir olayla açıklayayım.  Yaklaşık 10 sene kadar önve  özel bir TV kanalında bir hanım spiker, o zamanın Diyanet İşleri Başkanı ile mülakat yapıyordu. İkisi birbirine uzak olmayan iki koltukta karşılıklı oturuyorlar. Başkan bey resmi görev kıyafeti ile, spiker hanım kızımız ise aşırı denebilecek bir ölçüde dekolte giyimli.  Mini etekli, bacak bacak üstüne atmış. Bluz dekoltesi de fazla. Karşısında muhterem hoca efendinin sıkıntısını bunalımını anlatmak pek mümkün değil. Konuşurken gözlerini spikere dönmesi gerekiyor fakat taciz olmuş durumda nereye bakacağını, ne yapacağını bilemiyor, Adeta ecel terleri döküyordu.


İşte bu yanlış !...

Spiker hanımın bu durumu karşısındaki erkeği taciz etme kapsamına giriyor ve zor durumda bırakıyordu. Burada anlatmak istediğim kadınların evleri dışındaki çevrede yani toplum içinde dekolte yani dişilik yönünü fazla vurgulayan bir görüntüde olması erkekleri olumsuz yönde etikiliyor ve zayıf kişilikteki erkeklerin yanlış davranışlara yönelmesine sebep oluyor.

Tabii ki, bu tecavüz olayının mazur görülecek, bir tarafı yoktur. Ahlak dışıdır. Suçtur. Hanımların da kişilikli kabul edilmeleri isteğine uygun olarak davranmaları ve dış çevrede dişiliğinden ziyade kişilikli görünmek ve davranmak gereğini duymaları gerekir.

Hristiyanlar hakkında Kur'an hükümleri...

İnsanlar yeni bir muhite evlerini naklettikleri zaman, ortama uyum sağlayabilmeleri ve çevresindeki insanlarla iyi ilişkiler kurabilmeleri için o muhitteki insanlar ve en azından yakın komşuları hakkında bilgi sahibi olmaları gerektiği herkesce kabul edilir. Bu günkü iletişim imkanlarının çok gelişmesi sebebiyle dünya o denli küçülmüştür ki adeta bir kent boyutuna indirgenebilecek bir hale gelmiştir.

İnanç boyutunda da aynı dine inanların farklı mezhep ve tarikatleri mensupları ve farklı dindeki insanlarla beraber yaşıyoruz veya yakın komşumuzdurlar. Bu yaklaşımla onları da genel çerçevede tanımak ve haklarında bilgiler edinmek gerekir. 

Bu yazımda da Kur'an'ın Hristiyanlar hakkında ne gibi hükümleri bulunduğunu ana esasları ile belirlemeye çalışacağım. 
Bilindiği gibi Kur'an semavi din mensupları Yahudi ve Hristiyanları '' Ehli Kitap''  ismi altında ele almış, Bazı ayetlerde yalnızca Yahudileri veya Hristiyanları ayrı ayrı tanıtırken bazı ayetlerde ortak özellikler sebebi ile birlikte değerlendirmiştir.

Önce Yalnızca Hristiyanları konu edinen ayetleri özetleri ve Kur'an'ın neresinde yer aldıklarını görelim:

Hristiyanlar, herkesin Hristiyan olmasını isterler.  ( 2/94, 111,112,120,135,140,  3/72,73,  5/15,51 )
Hristiyanların dostluğundan size hayır gelmez.  ( 2/105,120,145,  3/100, 4/444,445,  5/51,57,59,82 )
Hristiyanlar, Allah'a verdikleri sözleri unuttular.  ( 5/14 )
Hristiyanlar Muhammedi inkar ettiler ve yalanladılar. ( 2/139,140,146,  6/ 20 )
Hristiyanlar Allah'a çocuk isnat ettiler.  ( 2/116, 4/171 ve 6 ayette )
Mesih ( İsa ) Allah'ın oğludur dediler.  ( 9/30 )
Hristiyan İsa'nın Allah veya ilah olduğunu iddia ettiler.  ( 3/62, 67,79,80, 43/65 ve  5 ayette )
Hristiyanların Teslis -- üçleme -- inancı yanlıştır.  ( 4/171, 5/73,116,117 )
İsa'yı ve rahipleri Rabbler edindiler.  ( 9/31 )
Bizim onlara yazmadığımız  Ruhbablığı icat ettiler ( 5/27 )

Şimdi de Yahudilerle birlikte Hristiyanları konu edinen ayetler.

Sadece kendilerinin doğru yolda olduklarını iddia ederler.  ( 2/135, 3/72,73 )
Müslümanların kıblesine uymazlar. ( 2/145 )
Ahiret Yurdu ( Cennet ) sadece bizimdir dediler. ( 2/94 )
Biz Allah'ın oğulları, sebgilileriyiz, dedil. ( 5/18 )er
Birbirlerine düşmandırlar ( 2/113,140  5/14,18  21/93,  42/14 .)
Yahudi ve Hristiyanlardan haksız yere insanları sömürenler vardır. (3/75, 4/161,  9/34 )