31 Aralık 2018 Pazartesi

Bu gece yılbaşı - Haydi İstanbul Taksim'e taciz olmaya !...



Yılbaşı gecelerindeki İstanbul Taksim meydanında taciz olayları artık bir klasik oldu. Örnek olarak 2010 yılı 31 Aralık gecesi için bu meydanda bir eğlence düzenlenmediği halde yine erkek-kadın büyük bir çoğunluk burada toplanıyor ve yeni yıla girme çılgınlığını-pardon-kutlamasını burada gerçekleştiriyor. Tabii ki her sene olduğu gibi  taciz olaylarının yine yaşanıyor. Bu suçlama ile 74 kişinin tutuklanıyor ve taciz olaylarından müşteki kadınların yaklaşık yüzde onu kadar, yalnızca 8 kadının tacizcilerden şikayetçi oluyor bu sebepten 8’i dışında kalanların salıveriliyor.

Hani cinayet olayları için söylenen bir halk deyimimi var: 
’ Öldürene değil ölene bak ‘’ Bu olaylarda da bu tür düşünmeden edemiyor insan. Son yıllarda Taksim meydanı yılbaşı kutlamalarında ‘’ taciz ‘’ olayları ile özdeşleşmiştir adeta. Yani Yılbaşı ve Taksim deyince, taciz rezaletleri akla gelir oldu. Bu böyle iken yılbaşı gecesini ve yeni yıla başlangıç kutlama – deliliğini- pardon coşkusunu burada yaşamak hangi mantık ve duygu ile izah edilebilir ki?
Tabii ki taciz, kabul edilebilir bir davranış değildir ve en kısa ve doğru izahı ‘’ sapkınlık ‘’ kelimesi ile olabilir. Bu meydana gecenin ve yılın son saatlerinde bekar erkeklerin veya yanında bir kadın olmayan erkeklerin gelmesi olağandır. Ama benim gibi düşünen büyük bir çoğunluğun anlayamadığı bir şey var ki; bu tür bir taciz olayları ile ünlenmiş bir alana tek kadınların, kadın- erkek çiftlerin gelmesi ve bu tür sapkınlıklara maruz kaldıktan sonra şikayetçi olmaları. 

Nitekim 74 taciz olayda ancak 8 kadın şikayetçi olmuştur. Diğer 66 sanık, şikayetçi olmadığı için salıverilmiştir.
Çılgınca eğlenmek için yanında bir kadın veya tek kadın olarak buraya geleceksin. Rezaletle sonuçlanacak, kavga-tartışma, polis-karakol derken tüm gecen zehir olacak. Ayrıca bu gece buraya gelenlerin büyük çoğunluğu alkol duvarını aşmıştır. Ve muhtemeldir ki, içlerinde uyuşturucu-uyarıcı kullananlar da vardır.

Bu nasıl akıldır ki, cesarettir ki, yanında bir kadın olan erkek veya yalnız kadın veya kadınlar grubu olarak - bile bile – bu ortama gireceksin.
Yani;
Tacize uğramayı göze alıyorsun veya taciz olmaya geliyorsun !

30 Aralık 2018 Pazar

Yahudi Şeriatı Kitabı: T A L M U D


Yahudiliğin kutsal kitabı bilindiği gibi "Tevrat"tır (Eski Ahit) Tevrat’ında orijinali ortada yoktur ve tahrif edilmiştir, yani insanlar tarafından bozulmuştur. Yahudiler Tevrat’ın gerçek yorumunu ancak Hahamların bildiğine ve sıradan insanın bunu anlayıp çözemeyeceğine inanırlar. Yaşantılarını Yahudi Şeriat kitabı "HALKHA" ya göre düzenlemeye çalışırlar.  
"Bir Yahudi nasıl yaşamalı?" sorusunun cevabının bu dini kaynakta bulunduğuna inandıkları için, Yahudiler zaten bozulmuş olan Tevrat’ı bir kenara atarlar ve bazı Hahamlar yani insanlar tarafından yazılmış olan bu şeriat kitabını gündelik yaşantılarında Tevrat’ında önünde tutarlar.
Halakha’nın en önemli kaynağı ise TALMUD adı verilen çok ciltli bir kitaptır.  

Talmud’un pek çok bölümünde Tevrat’ın hak dinine uygun hükümleri göz ardı edilerek, kibirli ve katı kalplı tutuculuk emredilir. Allah’ın öngördüğü ahlak kuralları ile bağdaşmayan saldırgan, bencil ve ırkçı bir Yahudilik öngörülür, telkin edilir.  
Siyonist ideolojinin temel ilkeleri Talmud’dadır.  

Talmud’da diğer iki semavi dine yani Hıristiyanlık ve Müslümanlığa şiddetle saldırılır. Talmud yazarlarının en çok karşı oldukları kişi Hz.İsa’dır. Talmud Yahudilere ellerine geçen İncilleri yakmayı emreder.  

Talmud hükümlerinin ne derece İnsanlık dışı olduğuna bir örnek; Yahudi doktor Yahudi olmayanı iyileştirmekten kaçınmalıdır ve Yahudi olmayan biri denize düştüğünü bir Yahudi görürse boğulmaktan kurtarmamalıdır emirleridir.  

Yahudilerin birbirlerini kardeş olarak görmeleri öngörülür. Kardeşleri dışındakilere de gizli ve açık düşmanca duygular söz konusudur. Tıpkı Masonluk gibi. Zaten Masonluğun da en önemli kaynaklarındandan bir de Yahudilik ve Talmud’dur.

29 Aralık 2018 Cumartesi

Miraç'ta Peygamberimizin '' ALLAH İLE NAMAZ PAZARLIĞI '' hadisi uydurmadır....



Mirac'ta Hz.Muhammed'in namaz vakitleri için "Allah'la pazarlık yaptığı" konulu hadis uydurmadır

Dinimizde yaygın şekli ile '' Mirac mucizesi '' olarak bilinen olay, İsrâ ve Mirac olmak üzere iki bölümden meydana gelmektedir. İsr'a Kur'an'da, Mirac ise hadislerde bildirilmiştir.

İsrâ  Kur'an'da şöyle açıklanmaktadır:

'' Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye ( Muhammed ) kulunu Mescid-i  Haram'dan [ Mekke'de ortasında Kâbe'nin bulunduğu mescid ]  çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksâ'ya  [ Kudüste, Mescid-i Haram'dan sonra yeryüzünde yapılan en eski mescid ]  götüren Allah, noksan sıfatlardan arınmıştır. ''  ( 17 / 1 )

Görüldüğü gibi olayın Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksâ'ya kadar olan kısmı bu ayette anlatılmaktadaır. İsrâ; gece yürütmek demektir.

Mirac ise sözlükte merdiven, yukarı çıkmak, yükselmek, yükselme aracı ve yükselme yeri gibi anlamlara gelmektedir. Dini literatürde ise Mirac; İsrâ olayının Mescid-i Aksâ'dan sonra gerçekleşen Peygamber'in semaya yükselmesidir. Mirac olayının ruhen m, yoksa hem ruhen hem de fiziken mi gerçekleştiği hakkında farklı iki görüş vardır. Hz. Muhammed'in fiziki olarak Allah'la görüşmüş olması mümkün değildir. Çnkü  6/103 ayetinde '' Gözler onu idrak edemez ''  buyuruluyor. Bu ayete göre bırakın Allah'la defalarca pazarlık etmesini O'nun bir insan olarak Yüce Yaratıcının karşısına gelip onu görmesi mümkün değildir.

Şimdi gelelim; Mirac ile ilgili -- hadislerin en uzunu olup, sayfalar süren  --  hadis iddiasına. Özetle şöyle:

'' Hz. Muhammed Mirac ( yükselme ) sırasında Allah ile 7. gökte görüştüğünde, Allah önce günde 50 vakit -- rekat değil --  namazı emrediyor. Fakat neyse ki 6. gökte bekleyen Hz. Musa tekrar Hz.Muhammed'e Allah'tan bunu düşürmesini  tavsiye ediyor.7. gökteki Allah ile 6. gökteki Hz. Musa arasında 5 kez gidip gelen Hz. Muhammed'in sıkı pazarlığı sonucu namaz vakitlerinin sayısı 50 den beşe düşüyor !... ''

Sıra geldi bu hadis iddiasında  olan  --  Yahudi masalcılarının parmak izlerini taşıyan -- sözlerin çürük noktalarına:

Kur'an'da  ''  Allah bir kişiye asla taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez  '' mesajını veren şu 4 ayet var:

2 / 286 --  6 / 152 --  7 / 42 --  23 / 62

Allah'ın ilk olarak insanlara günde 50 vakit namaz emrettiğini söylemek, ki bu gündüz gece her 28 dakikada bir namaz kılmak  anlamına gelir ki; Bu ayetlere ters düşer ve insanların uyumadan 24 saat boyunca ibadet etmesini gerektirir, bu da tüm fizik ve yaratılış kanunlarına uymaz. Ayrıca '' çok merhametli olan '' Yaratıcı'nın  merhametini inkar etmek demektir.

Sonra, bu uydurulan hikaye Hz. Muhammed'in zekasına da hakaret eder. Bununla da kalmayıp Allah'ı zalim bir patron, [ Hâşâ ]  Hz. Musa'yı da  Peygamber'imizi yönlendiren akıl hocası konumuna sokar.

Üstelik namaz ilk defa, Peygamber'imiz ve Kur'an'la değil şu ayetlerle b elirtildiği gibi  Hz İbrahim ile başlamıştır:

!7 / 1, 78  -- 53 / 1, 182, 183  --  2 / 124,125  --  2 / 238  --  11 / 114  --  24 / 58 

Ne yazık ki bu meşhur hadis söylentisi akıl, mantık ve Kur'an terazisine vurulmadan nice benzer hadis iddiasında olan sözler gibi kabul edilmiş ve neredeyse akademisyenler, ilahiyatçılar ve araştırmacıların büyük çoğunluğu tarafından eserlerine alınarak bugüne kadar getirilmiştir. Herhangi bir din adamına sorun, -- inanmış olarak -- heyecanla bu uydurma söylentiyii size aktaracaktır.


Not: Bu yazının hazırlanmasında  Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlarından '' DİNİ KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ '' ( Sayfa: 327, 428, 429, 443 ) ve OZAN Yayıncılık yayınlarından Dr. Edip Yüksel'in '' İslami Reform İçin MANİFESTO ''  ( Sayfa: 71 )  isimli eserlerden yararlanılmıştır.

'' ALLAH'IN 99 İSMİ VARDIR '' Çok meşhur hadisi doğru değildir..


Allah'ın isimleri konusunda çok meşhur bir hadis vardır:

'' Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Kim bunlarsa sayarsa - ezberlerse - Cennet'e girer.  '' şeklinde girişten sonra başta Allah ismi ile birlikte 99 adet isim sayılıyor. Bu hadisle ilgili birkaç açıklamayı kısaca belirteyim:

İsimlerin sayılması veya ezberlenmesi konusunda iki rivayet var. Bazı rivayetlerde '' ihsâ '' - saymak - bazılaında ise, '' men hafızahâ -  hafızaya alma, ezberleme  kelimesi geçiyor. Sahabiden Ebu Hüveyre'den  rivayetlerden bazılarında hadisin sonunda '' O tektir, tek olanı sever ''eklentisi bulunuyormuş.

Allah'ın isimleri ve O'nun bu isimlerle anılması konusuna Kur'an'da çok önem veriliyor. O'nu anmaya 2/152,198, 4/103, 8/2, 45, 43/13... ve 32 ayette, yani toplam 38 defa değiniliyor.

===  Allah'ın anmak en büyük ( şey-ibadet ) tir. ( 29/45 )

===  Allah'ı ananların ödülü...( 33/35 )

===  Allah'ı anmakla kalplerin yumuşaması ( tatmin olması ) ( 57/16-17 )

===  Allah'ı anmaya kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun !...( 39/22 )

===  Beni anın ki, bende sizi anayım. ( 2/152 )

Gelelim şimdi bu çok bilinen, tanınan hadisin neden gerçek olmadığı iddiama:

Efendim, Kur'an'a ilgim sebebiyle 30 seneden fazla bir süredir, onu inceliyor ve tanımaya çalışıyorum. Bu arada, uzun süreli bir çalışma ile aşağıda not olarak vereceğim kaynak eserlerin yardımı ile belirlediğim Allah'ın Kur'an'daki isimleri ve anlamlarını daha önce  '' KUR'AN'DAKİ ALLAH '' başlıklı yazımda verdim.

http://blog.milliyet.com.tr/kur-an-daki-----allah---/Blog/?BlogNo=485760

Bu çalışmayı yaparken;  hadisle, Kur'an'daki isim ve sıfat verileri arasında bir tutarsızlık olduğunu farkettim. 

İşte bu ön bilgiler ışığında delillerim:

===  Hadis rivayetlerinde yukarıda belirttiğim gibi isimleri ''saymak '' veya '' ezberlemek ''konusunda farklı iki rivayet var. Sonuçları itibariyle iki anlam arasında büyük fark var.

===  İsimlerin toplam sayısı da çok farklı. Hadisteki 99 saysına karşı Kur'an'da 133 isim ve sıfat'ın mevcudiyeti söz konusu.

===  Hadisteki 99 ismin 86 adedi Kur'an'da yer alıyor. 13'ü yer almıyor. Bu konuda da ikisi arasında büyük tutarsızlık var.

===  Hadiste bu isimleri sayan ve ezberleyenlerin Cennet'e gireceği hükmü var. Bilindiği gibi Cennet'e veya Cehennem'e girme kararı ve hüküm verme yetkisi, ahiretteki yargılama sonucunda ve yalnızca Allah'a aittir.

Bu konuda; ''Hüküm Allah'ındır. Hüküm verme ( yetkisi ) Allah'a aittir '' hükümlerini içeren bir çok ayet vardır. ( 2/209, 220, 260, 7/89, 60/10..... ve 23 ayet, toplam 28 ayet )

===  Yine bu meyanda hadis rivayetinde mantık hatası vardır. Allah'ın isimlerini saymak veya ezberlemek Cennet'e girmek için tek başına yeterli bir sebep olabilir mi ? ( Ne yazık ki bu doğrultuda sevap-günah hükümlerini, Cennete veya Cehennem'e girme vaadlerini içeren Kur'an'ın metnine ve ruhuna aykırı binlerce uydurma hadis vardır. Ve toplumca kabullenilmiştir. ) Cennet ve cehenneme girme hükmü, yaratıcı tarafından insann yalnızca bir işlemi ve eylemi ile mi, yoksa tüm hayatı boyunca oluşan artı ve eksilerinin değerlendirilmesi sonucunda mı oluşturulucaktır ?

===  Gelelim bu hadis rivayetinin sahih yani gerçek olamayacağı konusundaki en önemli  delile: Kur'an'da Yaratıcımızın özel ismi olan ''ALLAH''kelimesi Allah ve Lillahi şeklinde  tam 2699 defa, Allahümme ! ( Ey Allahım ! ) şeklinde de 5 defa olmak üzere toplam 2704 defa kullanılmaktadır. Yaratıcımızın bu isminden sonra Kur'an'da en çok tekrarlanan ismi  '' RABB '' ismi ( Kur'an toplam olarak tam 970 defa geçiyor ) ''Düzenleyen, çekip çeviren, terbiye eden'' anlamlarını içermekte, kullanılma ve anlam olarak Allah isminden sonra en çok önemi arzetmektedir. Kur'an'daki duaların büyük çoğunluğu bu Rabb ismi ile yapılmaktadır. İŞTE ALLAH'IN BU ÖNEMLİ İSMİ,  HADİS RİVAYETİNDE YOKTUR !...

Kur'an hükümlerini en iyi özümseyen kişi olarak, Kur'an'a aykırı bir söz söyleyemeyeceğine göre bu çok tanınan sözün Peygamberimize ait olamayacağını düşünüyorum.



NOT: Bu yazının hazırlanmasında faydalanılan eserler:

---  KUR'AN'DA ULÛHİYET - Prof.Dr. Suat YILDIRIM - Kayıhan Yayınları

---  KELİME VE KONULARINA GÖRE ALFABETİK KUR'AN FİHRİSTİ - Recep AYKAN  - Pınar Yayınları

---  MUALLİM CD'si

TALMUT'TAN; TEVRAT'TAN MÜSLÜMANLIĞA '' HADİS '' SOKUYORLAR::.. Ramazan Kurtoğlu )

26 Aralık 2018 Çarşamba

HACI OLMAK BİR DÜNYA ÜNVANI MIDIR ?....



Hac ibadetinin '' Hacı Babam, Hacı Annem, Hacı Bey, Hacı Dedem '' gibi kişilerde, " Hacı Şakir Sabunları, Hacı Hasan Baklavalar ı'' gibi, ticaret ünvanlarında ve hatta Apartman isimlerinde kullanılmasında bir terslik ve istismar olduğunu düşünmüş ve bu konuyu, bir zamanlar Vatan Gazetesinde dini konularda yazı yazan ve eski DİYANET İŞLERİ BAŞKANLARIMIZDAN olan okuyucularından gelen sorulara verdiği cevapları yayınlayan Sayın Prof Dr. Süleyman Ateş'e  hocamıza bir mail atarak danışmıştım. Allah razı olsun gecikmesini önlemek için adresime mail atarak cevapladılar.

Aşağıda sorumu ve lütfettikleri cevabı içeren mailleri yayınlıyorum.

22/03/2007

Değerli Hocam

Allah'ın selamı üzerinize olsun. Hac ibadetinin günlük hayatımızda uygulanmasında bence mevcut olduğuna inandığım bir aksaklığa takılıyorum. Sizin yorumunuza ve düşüncenize ihtiyaç duyuyorum.

Hac malum olduğu üzere bir ibadettir ve diğer ibadetler gibi Allah ile kul arasındadır. Başka Müslüman ülkelerde öylemidir bilmiyorum, fakat bizim ülkemizde ahierete yönelik olan bu ibadet, dünya ünvanı gibi kullanılıyor, istismar ediliyor. Hacı Babam, Hacı Anne, Hacı Bey .... gibi. Eskişehir'de ikamet ettiğim Apartmanın ismini de bu şekilde koymuşlar: '' Hacı M.. E.... Apartmanı ''. Hatta mezar taşlarına bile ünvan olarak yazılıyor. Bu işte, bu uygulamada bir terslik var gibi geliyor bana. İnançta ve ibadette ihlası zedelediğini düşünüyorum.

Çok konuda olduğu gibi bu konuda da sizin yorumunuzu öğrenmek ve aydınlanmak bizleri mutlu edecektir.

23/03/2007

Cevap:

Hac dediğiniz gibi namaz gibi, oruç gibi bir ibadettir. Hac yapan kimseye, hac esnasında hâcc yani hac ibadetini yapmakta olan kişi denilir. Nasıl ki namazda olan kimseye de musalli ( namaz kılan ) denilmektedir.

Ama hacdan döndükten sonra bu ibadetin bir ünvan olarak kullanılması tamamen bid'attır. Peygamber sahabilerinin hiç birine hacı ünvanı verilmediği gibi mezhep imamları da böyle bir ünvan taşımaz.

Şimdilerde bu ünvan, bir yandan haccı teşvik amacında bir yandan da aslında pek yüceltici sıfat bulamayanlara verilmiş bir yüceltme, biraz da övünme sıfatıdır. Ama meşhurlar böyle bir ünvan kullanmazlar. Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal sanıyorum ki bir kaç kez hac yaptı ama '' Hacı Turgut '' ünvanı taşımazdı. İsim söylemek belki sakıncalı olur diye baş isim zikretmiyorum. Hac meselesi böyle

İMANSIZ AKIL -- AKILSIZ İMAN ....



Habertürk TV kanalında '' Öteki Gündem '' isimli bir tartışma, bilgilendirme programı var. Farklı ve önemli konular ele alınıyor, konunun uzmanları tarafından değerlendiriliyor. Bu programlarda sıkca misafir edilen değerli bir akademisyen var. Prof. Dr. Ramazan Kurtoğlu. Hafta sonları Cuma geceleri yayınlanan son programda Ramazan Kurtoğlu Hoca şöyle bir söylemde bulundu:

İmansız akıl -- Akılsız İman

Açılımını da şöyle yaptı: Sözde Hristiyan inançlı Batı ülkeleri insanların da genellikle '' iman '' yok. Fakat aklı da ön plana alıyorlar ve aklı kullanıyorlar. En son ve en mükemmel dinle şereflendirilen Müslümanlarda ise iman var fakat, Allah'ın insanlara bahşettiği '' akıl '' nimetini, ayrıcalığını hiç kullanmıyorlar.

Bu söz çok hoşuma gitti, bende bu konuda bilinen bazı gerçekleri hatırlatayım dedim: 

Batı ülkeleri insanları bilindiği gibi genellikle Hristiyan inançlıdır. Yahudilikle birlikte Hristiyanlık dinleri, mensupları tarafından müdahale edilip saptırılarak  tahrife ( bozulmaya )  maruz kalmış, aklını kullanabilen insanların kabul edemeyeceği şekilde ilkelleştirilmiş ve şirk dinleri haline getirilmişlerdir. Bu sebepten özellikle Hristiyanlarda inanç zafiyeti başlamış, neredeyse yüzde elliye yakın bir oranda ateist olmuşlardır. 

Müslümanlar ise batı ülkelerine oranla oldukça yüksek oranda iman vardır. Ateistlik oranı düşüktür. Fakat akıl nimetini kullanmadıkları için imanları da onları yeterince manipüle edememekte, doğruya yöneltememektedir.

Kur'an Akılın kullanılmasına çok önem vermiş ve 49 yerde akıl konu edilmiştir. Fakat bu akıl durağan aklı değil, kullanılan, değerlendirilen akıldır.

‘’ Yine de akletmeyecek misiniz, aklınız ermiyor mu? ‘’ ( 3/65, 23/80, 37/138 )

‘’ Onların çoğu işitir ya da aklını kullanır mı sanıyorsun? ( 25/44 )

’ Bunda aklını kullanan bir toplum için ayetler ( deliller ) vardır ‘’ ( 13/4 ) 

Ayrıca 18 yerde '' akıl sahipleri ve temiz akı sahipleri  ''  şeklinde hitaplar, uyarılar vardır:

‘’ Akıl sahipleri, eski milletlerin terk edilmiş harabe yurtlarına bakarak ibret alırlar. ‘’ ( 20/128 )

‘’ Ey temiz akıl sahipleri benden korkun! ‘’ ( 2/197 )
’ Temiz akıl sahipleri, kötülüğü iyilikle savarlar. ‘’ ( 13/22 ) 

Yüce Allah’ın akıl ile ilgili mesajlarına devam edelim:

‘’ Kur’an’ı akıl erdiresiniz diye, kendi dilinizde ( Arapça ) indirdik. ‘’ ( 12/2, 13/37 ve 9 ayette )

‘’ Biz o Kur’an’ı senin dilinde indirerek kolaylaştırdık ki, düşünüp öğüt alsınlar diye ‘’ ( 44/58 ) 

Yukarıdaki iki ayette görüldüğü gibi Kur’an’ın Arapça dilinde indirilme sebebi Arap kavmine ve Arap bir peygambere indirilmesidir. İndirilme sebebi de düşünüp öğüt alınması içindir. Tüm bu mesajlara rağmen, Kur’an’ı öğrenme ile ilgili çabaların Kur’an’ı anlamaktan ziyade hala, Arapça orijinalinden anlamayarak okumaya yoğunlaştırılmasını anlamak mümkün mü? 

Aklını kullanmayanlara Allah’ın ne gözle baktığını öğrenmek ister misiniz? O halde buyurun:

‘’ ... Sen onlardan çoğunun söz dinleyip akıl ettiklerini sanıyor musun ? Oysa onlar hayvanlar gibidirler, hatta daha da sapıktırlar.  '' ( 7/179, 2544 )

‘’ Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler ‘’ ( 2/171 ) 

Görüldüğü gibi aklını kullanmayanları Allah, sağır, kör, dilsiz, sapık ve hatta hayvan olarak değerlendiriyor ve kızıyor, ve cezasını açıklıyor:

‘’ Allah pisliği ( azabı ve rezilliği ) aklını kullanmayanlara verir. ‘’ ( 10/100 ) 

Bu sonuç ve hükümlerden sonra, kendisinin en büyük lütfunu değerlendiremeyen ve bu sebepten zor ve kötü durumlara düşen insana Allah yardım eder mi, onun isteklerini yerine getirir mi? 

İşte bu sebepten aklını kullanmayan Müslümanlar, maddı, manevi ve sosyal alanlarda bugün dünyanın en geri ülkeleridir.

70 MİLYON ATLETİN KATILDIĞI YARIŞTAN HABERİNİZ VAR MI ?...



Bir yarış düşünün 70 milyon yarışçı atlet katılıyor. Yarışı sadece birisi kazanıyor.
Kim olabilir bu başarılı yarışçı ?
Sen, ben, hepimiz.
Dünyaya gelmiş ve yaşayan veya yaşamayan her insan, İşte bu yarışın kazananı...

Konuyu en baştan alalım:
70 milyon sayısını hiç tasarladınız veya düşündünüz mü ? Saymayı denemeyi düşündünüz mü demiyorum. Bu da olanak dışı. Ben şöyle kabaca bir hesap yaptım. Birden 70 milyona kadar saymak için, hiç uyumadan 24 saat ve her an sayıma devam etseniz tam 812 gün yani 2 seneden fazla süre gerekli. Günde 8 saati bu iş için ayırırsanız yaklaşık 7 yıl süreli bir iş. Bir zamanlar enflasyon sebebiyle paramız milyon kere küçüldüğü için milyonlu ve milyarlı sayılar olağan geliyordu, alışmıştık.
Yalnızca bir den bir milyona kadar saymak için dahi hiç uyumadan devam etmek suretiyle yaklaşık 12 gün süre gerekli.

Tüm bunları niye yazdım ? Milyon ve milyonlu sayıların büyüklüğünü ve önemini kavrayabilmemiz için. Buradan da insan denen varlığın mucizevi özelliklerine geleceğim. 
Döllenme denen olayın oluşması mucizevi bir olay da onun için.

Bir santimetreküplük yani bir atımlık menide normal olarak 70 milyon civarında yani yakaşık ülkemizdeki insan sayısı kadar ve üzerinde canlı ve hareketli tohum olması gerekli ki, annenin ayda bir rahime gelen yumurtası döllenebilsin. Canlı tohum sayısı 70 milyondan az olduğunda döllenme şansı azalıyor. Eğer menideki canlı tohum sayısı 60 milyondan az ise döllenme olamıyor ve kısırlık söz konusu edilebiliyor. 
Yani bir atımlık menide yaklaşık ülkemiz nüfusu kadar sayıda tohum mevcut olacak ve yalnızca bir tanesi annenin yumurtasını delebilecek ve döllenme olacak. 

Bundan 55 yıl önce Ankara'da yatılı Demiryolu Meslek Lisesi'nde öğrenciyim. Sağlık Bilgisi dersi öğretmenimiz bir gün bizi Hıfzısıhha Enstitüsüne götürdü. Menideki insan tohumlarını mikroskop altında incelemizi sağladı. Sayısız, çok hareketli insan tohumu kuyruklu canlılar. Mucizeye tanık olduk ve çok etkilendik. Bu olgu, bir tek insanın dahi oluşumunun mucizevi bir olay olduğunu göstermiyor mu ?

Mucizeyi iyi kavramak için biraz geriye dönelim: Dünyamız bir yıldız olan Güneş’imizin bir uydusu. Galaksimizde bizim Güneşimiz gibi 300 milyar yıldız var.  Ve onların da belki de 5 trilyon Dünyamız gibi gezegeni.

Evrende de 300 milyar Samanyolu Galaksimiz gibi galaksi olduğu tahmin ediliyor.
Bu akıl almaz çokluk ve büyüklük içinde Dünyamızda yaşayan7 milyar insan sayısı da çok büyük bir rakam değil.
Bu 7 milyar insandan her biri, en az 60 milyon tohum içinden seçilerek gelmiş ve hayata merhaba demiş.
7 milyar insan her biri diğerlerinden yüz, vücut, huy ve davranış özellikleri bakımından farklı ve özel. Katiyetle bir benzeri yok. Her insan mucizevi olarak farklı ve özel.
Çünkü yaratan onlara ruhundan üflemiş, yani kendi özelliklerinden vermiş.

Bize sırada gibi gelen yaşantılarımız da sıradan değil.
İnsanın bir yaratılış amacı ve bize uzun gelen, fakat yaratılış ölçeğinde çok kısacık olan yaşantısında bir görevi var.  Onu yaratan ona şah damarından da yakın olduğunu ve her an denetlediğini bildiriyor. Yaratılışı ve dünyaya gelişi mucize olan insan, yeryüzünde tek aklı olan varlık olarak da, özel.

Yani sıradan değil...
Sıradan olmayan insanın da diğer tüm canlılar gibi olmaması ve sıradan yaşamaması gerekiyor.
Yaşantısında bir sorumluluk ve anlam olması gerekiyor...

Yukarıda yazdıklarımın da dayanağı şu ayetlerdir:

*** Allah insanı en güzel bir şekilde yarattı ( 95/4-6 )

*** İnsanları ve cinleri bana kulluk ( ibadet ) etsinler diye yarattım. ( 51/56-57 )

*** Yerde ve gökte her şey insanın hizmetine verildi. ( 2/22, 13/2 ve 22 ayette)

*** İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor ? ( 75/36 )

*** İnsan imtihan edilen varlıktır. ( 47/31, 72/16-17, 76/2 )

*** İnsanın üstünlükleri ( 2/34, 7/11 ve 7 ayette )

*** İnsan yer yüzünün halifesidir. ( 2/30, 6/165 ve 6 ayette )

*** İnsana ruhundan üflemesi ( 15/29, 38/71-74 )

*** Allah’ın insana şah damarından yakın olduğu ( 50/16, 2/186 )

ZEHİRLİ İNSANLAR ... ( çoğumuzun hayatında böyle insanlar vardır )

HUZUR BULACAKSIN! SABRET ( Video Lyrics )

21 Aralık 2018 Cuma

Müslümanları bekleyen iki büyük tehlike: YAHUDİLEŞME -- HRİSTİYANLAŞMA ...


Müslümanların düşebileceği en büyük iki tuzağın şifreleri Fatiha suresi son üç ayetinde  ayetinde verilmektedir.

''  5 - Bizi dosdoğru yola yönelt;
6 - Nimet verdiklerinin yoluna;
7 - Gazaba uğrayanların ve sapkınların yoluna değil  ''

Doğru yol demek ki nimet verilenlerin yolu imiş, nimet verilenler yani hidayete erenler kimlermiş ?  Bu sorunun cevabı  Nisa suresinin 69. ayetinde veriliyor:

'' Allah'a ve Peygamber'e itaat eden kimseler, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, hakka sadık kalanlar, hayatlarını imanına şahit kılanlar ve iyiliği yayanların safında olurlar. Bunlar ne güzel dostturlar.  '' 

Özetle; nimet verilenler Peygamberlermiş

''  Hidayete ermeyenlerin yolu olarak iki sapık yol gösteriliyor:
1 - Gazaba uğrayanların yolu
2 - Dalalete düşenlerin yolu.

Kur'an'ın ilk müfessiri olan Peygamber'imiz, '' Gazaba uğrayan Yahudiler, dalalete uğrayanlar Hrıstiyanlardır  ''  buyurmuş...

Fatiha okuyan her mümin, her okuduğunda bu iki sapık yola girmekten Allah'a sığınmaktadır. Demek ki Fatiha okuyup namaz kılan Müslümanların da bu iki sapıklığa düşmesi mümkündür.  ''

Müsümanın Yahudileşmesi ve Müslümanın Hristiyanlaşması

Yahudileşme ve Hristiyanlaşmayı  Mustafa İslamoğlu Hocamız  çok güzel özele açıklıyor:

##  Yahudileşme dinin ruhunu öldürüp cesedine sarılmadır, hıristiyanlaşma dinin cesedini öldürüp  ruhuna sarılmadır.

##  Yahudileşme dini sevgisizleştirme, hıristiyanlaşma dini şeriatsızlaştırmadır. 
( Kuralsızlaştırma )

##  Yahudileşme  peygamberi aşağılama, hıristiyanlaşma peygamberi aşırı yüceltmedir.

##  Yahudileşme dünyevileşme, hıristiyanlaşma ruhbanlaşmadır.

Fatiha bu iki sapmaya karşı mümini uyarmaktadır.  ''  (*)

(*)  Mustafa İslamoğlu - Kur'an Surelerinin Kimliği - Akabe Vakfı Yayınları  say: 26-27

Allah çok ibadeti değil, az fakat devamlı yani her gün yapılan ibadeti tercih ediyor...

Kur'an'da namaz vakitleri ile ilgili olarak aşağıda Prof.Dr. Sülyman Ateş'in tefsirindeki mealleri ile 10 kadar ayetin varlığı söz konusu ediliyor. Diyanet İşleri Başkanlığı da yapmış olan Süleyman Ateş Hoca bunlardan yalnızca ikisinin namaz vakitlerine işaret ettiğini, diğerlerinin ise namaz dışındaki Allah'ı anma, tesbih ve zikir ile ilgili olduğunu ifade ediyor.
Önce; geçmiş dönemler bazı Kur'an yorumcularının namaz vakitlerine işaret ettiğine inandığı fakat bilimin vardığı son gelişmelerin ışığında Kur'an'ı tefsir eden son zamanlar bazı tefsircilerince de namaz vakitlerine değil, Allah'ı zikir ve tesbih etmeye işaret ettiği düşünülen ayetleri ele alalım:

20/130 - Onların dediklerine sabret, güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbi'ni överek tesbih; gece saatlerinin bir kısmında ve gündüzün taraflarında da tesbih et ki memnun olasın.

Bu ayetin beş vakit namaza işaret edildiği ileri sürülse de bu şeklindeki yorum S.Ateş Hocamız tarafından '' zorlama '' olarak kabul edilmekte ve Allah'ı  zikir ve tesbihe işaret ettiği ileri sürülmektedir.

Diğer zikir ve tesbihe işaret eden ayetler:

30/17 - Öğle ve akşama girdiğiniz zaman da, sabaha erdiğiniz zaman da tesbih Allah'ındır.

30/18 - Göklerde  ( melekler ) ve yerde, günün sonunda da, öğleye erdiğiniz zaman da hamd, O'na mahsustur.

50/39 - Onların dediklerine sabret ve Rabbi'ni  övgü ile an; güneş doğmadana önce, batmadan önce.

50/40 -  Gecenin bir kısmında ve secde arkalarında O'nu tesbih et.

52/48 - Rabbi'nin hükmüne sabret, çünkü sen, gözlerimizin önündesin ( korumamız altındasın )Kalktığın zaman Rabbi'ni övgü ile an.

52/49 - Gecenin bir kısmında ve yıldızların ardından da O'nu tesbih et.

76/26 - Gecenin bir bölümünde O'na secde et ve geceleyin uzun zaman O'nu tesbih eyle

Son ayet, 5 vakit namaz dışında özellikle Peygamberimizden beklenen, biraz uyuyup kalktıktan sonra kılınacak teheccüd  '' gece  '' namazını işaret etmektedir.

Şimdi gelelim namaz vakitlerine işaret eden iki ayete:

2/238 -  Namazları ve orta  ( İkindi  veya öğle  ) namazı koruyun, gönülden bağlılık ve saygı ile Allah'ın huzuruna durun.

11/114 - Gündüzün iki tarafında ( sabah  ve akşam namazı ) ve geceye yakın saatlerde ( yatsı namazı ) namaz kıl; çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu ibret alanlara bir öğüttür.

Orta namazdan kastın ne olduğu tam olarak bilinmemektedir. Öğle veya, ikindi namazlarından birine işaret etmektedir. Hz. Ali'nin ikindi namazına işaret ettiğini beyan ettiği söylentisi vardır.

Görüldüğü gibi bir ayette sabah ve akşam namazları ile yatsı namazına, diğerinde ise, sabah ve akşam namazları ile orta namaza işaret edilmekte ve bu orta kelimesinin öğle veya ikindi mi olduğu konusunda bir netlik bulunmamaktadır:

Ve bu iki ayetten de tam ''beş vakit '' çıkmamaktadır.

Ayrıca namazın beş vakit olduğunu ve bu vakitlerin neler olduğunu ifade eden bir ayet yoktur.

Şimdi denebilir ki, bu konuda Kur'an'da namazın nasıl kılınacağı dahil bir netlik bulunmasa da biz Peygamberimizin uygulamasını esas alıyoruz ve namazı böylece beş vakit olarak kılıyoruz.

Buna itirazım yok, benim bu yazımda vurgulamak istediğim bu konuda Kur'an'da bir netlik  bir ayet bulunmayışıdır.
Namazların nasıl kılınacağı ve her namazın kaç rekat olduğunun açıkça belirlenmeyişi gibi.

Özet olarak ifade edersek temel ibadet konusunda  Kur'an'da net kurallar bulunmuyor.

Neden ?

Yüce Allah'ın, Kur'an'daki mesajları - tamamı 6236 adet olan ayetin, 200 kadar gizemli olanının dışında - net ve açıktır. 

Gizemli ayetlerin de sırrı bilim ve teknolojinin ilerlemesi ile zamanla birer birer çözülmektedir. Hatta önem verilen mesajların bazıları, net ve açık olduğu halde, bir de defalarca tekrar edillmekte, vurgulanmaktadır.

Gerçek hikmetini kendi bilir ama, Yüce Allah temel ibadet olan namaz konusunda kullarını bazı katı sayısal kurallar ile zorlamak ve sınırlamak istememektedir. Namazın '' devamlı '' yani her gün olmasını ( 23/9 ) istemekte fakat namaz vakitleri ve namazların kaç rekat olması konusunda rakam sınırları koymamaktadır

20 Aralık 2018 Perşembe

Kutsallaştırmak ve Putlaştırmak insanın hamurunda var...


Evet, kutsallaştırma ve bu eylemini daha ileri bir boyuta götürüp kutsallaştırdığı canlı veya cansız nesneyi putlaştırma eğilimi insanın hamurunda var. İnsanın genlerine işlenen Yaratıcı yani Allah kavramının insanda yerini bulmamasından ve sapmasından kaynaklanıyor. Aradan yüz yıllar ve hatta binlerce yıl geçse durum değişmiyor.

Hatırlanacaktır, Kur’an ve onun getirdiği yeni din İslamiyet putlara tapıldığı ve insanlığın inanç açısından gittikçe sapkınlığa düştüğü bir ortamda gelmişti. Aslında Allah bilinci vardı İslamiyetin doğduğu Ortadoğu ortamında, çünkü son peygamber Hz. Muhammed’den önce bir çok peygamber gelmiş, hatta çoğunluğu o coğrafyadan çıkmıştı.

Bilinen hiçbir canlı ve cansız varlığa benzemeyen Allah inancı anlaşılıyor ki insanları tatmin etmiyor. Kendilerini ve her şeyi Yaratan’ı illa bildikleri cisimleşmiş bir varlıkla özdeşleştirmek istiyorlar. Ya Hıristiyanlar gibi peygamberi ilahlaştırıyorlar, yani Allahlık vasfı veriyorlar, veya kendi elleri ile yaptıkları cansız heykellere tapıyorlar, yani putları Allah’a ortak koşuyorlar. Allah’a onlar aracılığı ile ulaşmaya çalışıyorlardı.

Aradan 1450 yıl geçti. Ama insanlığın tutumunda pek değişen bir şey yok. Dünyanın uzak yakın bölgelerinde insanların büyük çoğunluğu çeşitli putlara tapıyor. Hristiyanlık güya Allah’ı tanıyan semavi dinler grubunda ama Hz. İsa tamamen Allahlaştırılmış, annesi Hz.Meryem’ de yarı ilah durumunda. Kiliselerde onların heykelleri ve tasvirleri önünde ibadet yapıyorlar

En son ve en mükemmel dininin mensupları yani Müslümanların durumu ne?

1450 yıl öncesine göre pek farklı değil onların durumları. Sözle ve görünüşte şirk yani Allah’a ortak koşma eylemi şiddetle reddediliyor ama uygulamada bütün hızıyla devam ediyor bu davranış şekli. Geçmişe göre biraz farklı bir şekilde

Kendi elleri ile yaptıkları heykel ve tasvirlerle Allah’a ortak koşmuyor artık Müslümanlar. Ama Camilerde Allah ve Muhammed isimleri aynı yükseklikte ve yan yana levhalar halinde asılıyor.

Mezarlar kutsallaştırılıyor, türbecilik – dinde hiçbir şekilde yeri olmadığı halde – gittikçe artan bir hızla gelişiyor, devam ediyor.

Peygamberin sakal ve saç kılları, hırkası, ayak izleri v.s kutsanıyor. Kutsal emanetler adı altında ziyaretler düzenleniyor. Önlerinde belirli zamanlarda kutsama törenleri yapılıyor.

Peygamberin sözleri, Allah’ın sözleri yani Kur’an ile eş değer hale getiriliyor. Gerçek ve doğru olup olmadıklarına bakılmaksızın hadis adı altında ve bazı hallerde Kur’an’ın önüne dahi geçiriliyor.

Hristiyanlar peygamberlerinin doğum günün bayram haline getirip kutlarlar da Müslümanlar geri kalır mı ? Kutlu doğum günü şeklinde küçük çapta başlatılan kutlamalar, büyütülüp, ‘’ Kutlu Doğum Haftası ‘’ halinde genişletilip ilerletiliyor.

Sonra:

Kur’an’ın bölünme, parçalanma diye vasıflandırdığı Mezhepçilik ve Tarikatçılık uygulamaları insanları yani tarikat ve mezhep imamlarını şeyhlerini putlaştırma eylemlerine dönüştürülüyor. Örnek olarak, Bediüzzaman ve Fethullah Gülen ve diğer bazı hoca efendiler kutsallaştırılıyor. Bediüzzaman Saidi Nursi’nin kitaplarındaki metinler kutsal kabul edilip ‘’ mübarek ‘’ vasfı verilip, bugünkü yaşayan dile çevrilip anlaşılır hale getirilmekten kaçınılıyor.

Daha sonra;

Şeytanı bile putlaştırdılar, Satanistler

Bir takım pop şarkıcıları ilahlaştırılıyor, fanatik hayranları konserlerinde transa girip kendilerinden geçiyorlar. Bizde de bir süre önce kimileri de kendilerini jiletle doğruyordu.

Sinema ve futbol yıldızlarının putlaştırılması ise her devirde olağan artık.

Siyaset adamları putlaştırılıyor. Marks, Lenin, Hitler gibilerinin, geçmişteki tüm melanetlerine rağmen, bu günlerde de hala sevenleri ve hayranları bulunabiliyor.

Başka;

Sloganlar putlaştırılıyor: Geçmişte bir ‘’ TEK YOL DEVRİM ‘’ sloganı vardı. 15-20 yıl egemenliğini sürdürdü. Daha taşa milyonlarca defa yazıldı. Binlerce ve on binlerce cana mal oldu.

Tek yol yıkmak, devirmek, yok etmek.

Sonra ... ?

Şimdi yeni bir şeyler söylemek lazım. Cancağızım...


Zaman, bilindiği gibi su gibi akıp geçmektedir.

Geçmiş hatalar, pişmanlıklar, keşkeler barındırır.

Gelecek ise bilinmezliği sebebiyle kaygılar içerir.

Önemli olan an bu andır. Yani şimdi.

Şimdi, en değerli andır.

En değerlendirilebilinecek andır.

Geçmişi tekrarlamamak ve geçmişe takılmamak gerekir.

Mevlana ne güzel söylemiş:

''  Her gün yeni bir yerden göçmek neyi,
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş !
Dünle beraber gitti cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım ...  ''  (*)

(*)  M.Hakan Alşan'ın KaraKutu Yayınları'ndan '' ANTİ - TERAPİ  '' isimli eseri say.190



19 Aralık 2018 Çarşamba

İkinci kez UMRE'YE GİDENLERE 540 Dolar ek vergi.....



Birden fazla Umre'ye gidecekler 540 Dolar yani 2900 TL ek vergi ödeyecekler. Çok isabetli bulduğum bu karar Suudi Arabistan'a ait. Karar ile ilgili haber metni şöyle:

 "Bu sistemde daha önceden Umre seyahatine gitmiş olan yabancılardan 2000 Suudi Arabistan Riyali, yani yaklaşık 540 ABD Doları, 1700 TL gibi bir rakam ödenmesi isteniyor ki, bu da vatandaşlarımız için çok ciddi bir külfet. 1000 Dolardan başlayan bir Umre organizasyonuna ilave, 540 Dolar gibi ek bir maliyet getiriyor. Bu da hem bizi, hem de tüm İslam aleminde Kabeyi görme aşkıyla yola çıkacak insanları kötü yönde etkiliyor  ''

Umre'de Hacca konu olan mekanları bir tür ziyarettir. Hac ibadeti de --  yalnızca maddi imkanı olan Müsülamanlara tüm yaşantısında bir defa -- olarak farzdır. Maddi olarak külfetli Hac farzının birden fazla yerine getirilmesi nafile ( fazladan ) bir ibadettir.

Günümüz dünyasında maddi ve manevi olarak en kötü şartlarda yaşayan ülkeler -- yoksul ülkeler, birbiriyle savaştırılan ülkeler -- ne yazık ki Müslüman ülkelerdir. Yani MADDİ YARDIMA EN ÇOK İHTİYAÇ DUYAN ÜLKELER'in insanları Müslümanlardır. 

Bu gün bize dayatılan İslam'da en önemli eksiklik İbad olarak yalnızca namaz, oruç, hac gibi ritüel yani şekilsel olanların öne çıkarılması FARZ olarak yalnızca bunların olduğu şeklindeki eksik bilginin empoze edilmesidir.

Hatırlayalım ki, Al-i İmran suresi 7. ayette Kur'an ayetlerindeki hükümlerin mutlak (kesin) ve müteşabih ( zaman ve ortama göre değişken ) olmak üzere iki türlü olduğu belirtilmekte ve Kur'an'ın tamamındaki 400 civarındaki kesin hükümlerinin şekilsel ibadetler kadar önemli FARZ ve İBADET hükmünde olduğu ifade edilmektedir.

Bu 400 civarındaki kesin hükümler ahlaki değer ve davranışları ( ki bunlar Kur'an'da ameller diye isimlendirilmektedir) içermektedir. 

Ayrıca bu farz ve ibadetların SALİH AMEL adı altında hayata geçirilmesi 50 kadar ayette istenmektedir.

Söz konusu 400 civarındaki farzın en temeli olarak insanların diğer yaratılanlara yardım ve desteğinin sadaka, zekat , her türlü maddi ve manevi paylaşımlar, katkılar olduğunun da altı kesin olarak çizilmektedir. Bu yardım ve katkı da İNFAK diye isimlendirilmektedir. Bir ayette de diğer yaratılmışlara yapılacak yardım ALLAH'A  BORÇ VERMEK şeklinde değerlendilmektedir.

Ayrıca Allah'a şükründe kabulü yine infakla bağlantılanmaktadır.

Bu demetir ki; Allah yanında makbul olan kişinin yalnızca kendi manevi tatminin esas alan FAZLADAN İBADET değil, tüm yaratıklatına yardımdır. Fazladan HAC ve UMRE ziyaretleri yerine yardıma muhtaç tüm insanlar ve hayvanlar gibi diğer canlılara destek daha yerinde görülmektedir.

KUR'AN BAŞTAN SONA AHLAK KİTABIDIR... ( Mustafa İslamoğlu )

İNSAN PSİKOLOJİSİ ( Mustafa İslamoğlu )

EĞER ŞİMDİYE KADAR YOU TUBE' de izlemediyseniz Tek Kelimeyle Muhteşem | İz...

Eğitim Sistemimizde TEST SINAVI '' Diplomalı Cahil '' yetiştiriyor ...ı



Son 20-30 yıldır eğitim sistemimizde, neredeyse her eğitim kademesinde, bilginin ölçme ve değerlendirilmesinde test sınavı tek seçenek haline geldi.
Test sınavı nedir ? Doğrunun 3-4 veya 5 seçenek içinden bulunması.
Bunun alternatifi ne idi ? Sözlü ve yazılı sınav. 

Sözlü sınavda öğrenci tahtaya kaldırılır.  Öğretmen bir kaç soru sorar, öğrenci de sorular konusunda bildiklerini sözlü olarak anlatır, aktarırdı. Tabii ki öğrenci bir büyük heyecan ve stres fırtınası altında epeyce zorlanır, yorulur ve yıpranırdı. Fakat ileridek yaşantısındaki sorularla, sorunlarla başbaşa kalacağı günlere hazırlanır ve deneyim sahibi olurdu. Sonraları sözlü sınav zorunluluğu kaldırıldı, öğrencinin derse ilgisi, takibi, katılımı gibi hususların öğretmen tarafından değerlendirilmesi ve sözlü notu olarak kayıta geçirilmesi uygulamasına geçildi.

Yazılı sınava gelince; çok önceleri dersin öğretmeni sınav yapacağını önceden bildirmeden derse girince aniden çıkarın sınav kağıtlarını yazılı sınav yapacağım der ve sınavı yapardı. Öğrenciler her gün her dersten sınav yapılabilir düşüncesiyle devamlı sınava hazırlıklı olmak ihtiyacını duyardı. Sonraları haber vermeden aniden sınav yapma uygulaması kaldırıldı. Öğretmenin önceden sınav yapacağı gün ve ders saatini haber vermesi zorunluluğu getirildi.
Yazılı sınavda öğretmen 3-4-5 soruyu sınav başlangıcında öğrenciye yazdırır. Sonra da cevaplar için belirli bir süre vererek sınavı başlatırdı. Öğrenci her soru hakkındaki bildiklerini soru sıra numarasını başına yazarak kendi cümle ve ifade şekli ile sınav kağıdına yazardı.
Yazılı ve sözlü sınavlar öğrencinin gelecek yaşamına hazırlanması için gerçek bir eğitim aracı vazifesi görürdü. Öğrenci yazılı ve sözlü olarak bilgisini ve meramını anlatmak, sunmak becerisi kazanırdı.

40, 50 yıl ve daha önceki yıllarda ilk okul, orta okul, lise ve hatta yüksek okullarda mezuniyet sınavları her dersten hem sözlü ve hem de yazılı olmak üzere yapılır, ortalamaları sonuca etkili olurdu.

Sonra batı eğitim sistemlerinden kopya edilen test sınavları eğitim sistemimize girdi.

Nedir test sınavı ?

Yukarıda da belirttiğim ve bilindiği gibi, doğru cevabın 3-4 veya 5 seçenek arasından bulunması ve cevap kağıdına işaretlenmesidir. Fakat bu şekilde bilginin ölçülmesi ve değerlendirilmesi hayatın akışına ve gerçeklerine uygun değildir.  Yaşamda sorular ve sorunlar insanın karşısına doğru cevabı içinde barındıran seçenekle gelmez. Sorunun cevabını ya bilirsin ya da bilmezsin. Hatırlama ile ilgili ipucu karşında hiç bir zaman yoktur. Ya doğruyu hatırlayacaksın veya hatırlayamayacaksın. Yani bilip problemi çözersin veya bilemezsin ve sonucunda problemi çözemezsin yanlış yapar veya yanlış karar verirsin.
Ben 15 yıl teknisyenlik ve 4 yıla yakın bir süre TCDD'de fabrika personel müdürlüğü yaptıktan ve bu süre içinde  - çalışıp hayatımı kazanmak suretiyle yüksek tahsilimi ( işletme ) yaptıktan sonra -- kendi isteğimle -- yatılı Demiryolları Meslek Lisesinde önce teknik derslerde öğretmenlik sonra da yöneticilik yaptım. 

Hiç bir eğiticilik eğitimi görmeden eğitimci oldum ve eğitimi deneme, yanılma ve araştırma ile kendim keşfettim. Bu test sınavına hiç ısınamadım ve benimseyemedim. Tüm sınavlarımı eski usul - yazılı sınav - şeklinde yaptım.

Sonra test usulü sınav eğitimciler tarafından da kolaylarına geldi, benimsendi. Çünkü yazılı sınava kıyasla çok kısa sürede sınav sonucunu değerlendirme imkanı veriyordu.
Test sınavlarının tüm eğitim kademelerinde ( ilk öğretim hariç olabilir ) ağırlık kazanması sonucunda ne oldu ?

Bilgisini, derdini, isteğini sözlü ve özellikle yazılı olarak ifade edemeyen, ama bu arada yüksek tahsil diplomasına da sahip olan -- kitap okuma alışkanlığı olmamasının da etkisi ile -- diplomalı cahiller -- nesli yetişti...

Zaman içinde üniversiteden  '' Türkçe öğretmeni diplomasına sahip ''  fakat yazılı olarak bir tek küçük paragraf veya cümle oluşturamayan bir eleman da tanıdım, birlikte çalıştım. Yine üniversite mezunu Türkçe ve imla bilgisi olmayan -- konuştuğu gibi yazan -- gençler gördüm. İnternet sosyal platformunda bir çok örneği her an görülebiliyor.
Yani dostlar bu test sınavına dayalı eğitim sistemi gerçek bilgiyi ölçemiyor ve diplomalı cahiller yetiştiriyor... Ayrıca gençleri hayata hazırlamıyor...

İnsan vücudundaki damarların toplam uzunluğu 100 bin kilometre imiş ....



Her canlı varlığın bedeni tasarım ve yaratım harikasıdır. İnsan bedenindeki damarların toplam uzunluğu kılcal damarlarla birlikte tam 100 000 ( kırk bin ) kilometre imiş. Yüz bin kilometreyi metre olarak ifade edersek 100 milyon metre. Yani dünya çevresini 2 buçuk defa dönecek uzunlukta. Vücuttaki milyarlarla ifade edilen tüm hücrelere tek tek kan götürecek şekilde tasarlanmış.  

Bir yaratıcının varlığını inkar etmek için dünyadaki tüm canlıların tesadüflerle ve kendiliğinden gelişerek evrimleşerek oluştuğu saçmalığını bir bilim konusu yapmak ve bunu insanlığa kabul ettirme gayretindeki -- sözde -- bilim adamları bu damarların haritasınını çıkarmaktan dahi aciz kalıyor...

18 Aralık 2018 Salı

SÜNNİLİK - ŞİİLİK - Alevilik ayrışması ne zaman ve nasıl başlamış ?...



Bir zamanlar Diyanet İşleri Başkanlığı'da yapmış Prof.Dr. Süleyman ateş Hoca doğru, tarafsız ve güvenilir bilgi bakımından en önde gelen akademisyen ilahiyatçılarımızdandır. Onun bu konu hakkındaki bilgi ve yorumu şöyle;

 ''  Hz. Ali ile Muaviye arasında çıkan ve bir yıl kadar süren savaşta Hz. Ali galip gelecekken işin hakeme havale edilmesi sonucunda buna razı olmayan bazı askerler ayrılıp bir grup kurdu. Bunlara Hariciler ( Ali’den ayrılanlar ), Ali’ye bağlı kalanlara da Şii yani Ali taraflısı dendi. Bunlar Ali yolunda İslâm'a son derece bağlı insanlardı. Ama Hz. Ali’nin ve ardından Hz. Hüseyin’in şehadetinden sonra Ali evladı siyasetle uğraşmayıp ilimle meşgul oldular. Hz. Ali’nin üçüncü göbekten torunu Cafer-i Sadık’ın dini içtihatları ( görüşleri ) Caferi mezhebini oluşturdu. Caferiliğin diğer Sünni mezheplerden uygulamada pek farkı yoktur. 

Ancak Caferi mezhebi mensupları zamanla 12 imam inancını ortaya çıkardı. Peygamber’den sonra halifelik hakkının Ali’de ve Ali evladında olduğu inancını benimsediler. Bu bakımdan ilk üç halifeyi (Ebubekir, Ömer, Osman) Ali’nin hakkını gasbeden (gasıp) saydılar. Ali dahil 12 imamı masum yani günah işlemez, günahsız kabul ettiler. İşte Şiilerle Sünni mezhepler (inanç ekolleri) arasındaki başlıca inanç farkı budur. Fakat uygulama açısından Şiiler de Kur’ân-ı Kerim’e son derece bağlı, muhafazakâr insanlardır. Namaz kılar, Kur’ân-ı Kerim’in hükümlerini uygularlar.

Aleviliğe gelince, zamanla Şiiler arasında  "Sadece Ali’yi sevmenin" yeterli olduğuna, dinin pratiği olan namaz-oruç gibi eylemlere gerek olmadığına, dinin asıl amacı olan ahlakı düzeltmenin yeterli olacağına inanan bir grup ortaya çıktı. Bunların geliştirdiği Ali inancı, tarihi Ali’den çok farklıdır. Çünkü bunlara göre Ali yarı tanrı hüviyetini kazanmıştır. Özetle Alevilik budur ama bunlar da kendi aralarında bölünmüştür. Kimi var ki Kur’ân’ın hükümlerine inanır, namaz kılar, oruç tutar. Kimi de var ki namaza, oruca gerek görmez. Hatta kendilerini İslâm ile de sınırlı görmezler. Bir programda beraber bulunduğum bir zat, kendilerinin belli bir inançla sınırlı olmadıklarını, daha evrensel ve geniş bir inanca sahip olduklarını söylemişti. ''

BEYNİMİZİN OYUNU



Böyle bir olay yani beynimizin oyunu iki defa başımdan geçti.

İlki bundan çok uzun seneler yani emekliliğimden önce  bir kamu kurumunda çalışıyorken oldu. Kurumumda şef teknisyenim. 70 kilometrellik bir bölgenin kısım şefiyim. Taşrada çalışan 4 kısım şefi de bir şube şefine bağlıyız. Benim sorumlu olduğum mıntıkada 7 işyerim var onları özel araçla 2-3 günde bir turne yaparak denetliyor yapılan işleri teslim alıyor ve yeni işler veriyorum. Ay sonlarında da yaptığım çeşitli işleri birimlerine göre belirliyor, dökümünü yapıyor ve ayın ilk günlerinde büroda 2 günlük çalışma ile toparlayıp fiyatlandırarak şube şefliğimize rapor ediyorum. Şube  şefi de benimle beraber  diğer üç kısım şefliğinden gelen raporların dökümünü yapıp toplamlarını alıp  rakamlandırarak bölge müdürlüğne rapor ediyor. Biz de bu işlemi '' aylık rapor '' olarak isimlendiriyoruz. Her ayın ilk günlerinde mutlaka tamamlanıp bildirilmesi gerekli.

Bir ay başında çalışmamı  bitirdim. Yapılan hesapları kontrol edip hesapların dökümlerle tutarlılığını kontrol ediyorum. Bir rakamda  hata ve tutarsızlık çıktı. Silbaştan tüm yüzlerce rakamı yeniden kontrol ediyorum aynı hatalı sonuç çıkıyor. Her kontrol de 1-2 saat sürede yapılabiliyor, tabii ki o günlerdeki Facit marka mekanik hesap makinesı ile. İki defa daha da hesapları kontrol ettikten sonra yanlışı daha doğrusu hatayı keşfettim. Bütün rakamlar, hesaplar doğru fakat yan yana bulunan iki rakamı ben ilk hesapta yanlış okumuşum. Diyelim ki 57 olan sayıyı hesap makinesina girerken 75 olarak girmişim.  Beynim bu hataya şartlanmış ondan sonraki her kontrol hesaplarında toplamada hep aynı hatayı tekrar etmişim. Yani beynim o yanlışa şartlanmış ve bana oyun etmiş.

Gelelim ikinci olaya: Son bir iki yıldır medyada, reklamlarda bir kelime dikkatimi çekiyor. Tuhafıma gidiyor.
YENİLEBİLİR ENERJİ
Bu terim her karşıma çıktığında dikkatimi çekiyor, Allah Allah yenilir enerji olur mu diye düşünüyorum. Fazla da üzerinde durmuyorum. Dursam İnternet'te küçük bir araştırma ile çözebilirim. İki sene sonra birden fark ettim ki, bu terim  '' yenilebir '' değil '' yenilenebilir '' miş.

Yani; YENİLE(NE)BİLİR  enerji imiş.
Beynim  bana ikinci defa oyun etmiş ve kelimedeki ( NE ) yi  atlamış.

Sonunda da güneş, rüzgar, su gibi tabii kaynaklardan elde edilen enerji türüne deniyormuş.
Lütfen dikkat beyniniz size de her an bir şaka yapabilir.

ÜLKEMİZDE AYDIN ENFLASYONU VAR ...



Ülkemizde aydın enflasyonu var. Her şehirde üniversitelerimiz olması ile, hele açık öğretim mezunlarının artması ile bu sonuca gelindi. 18 - 25 yaş arası gençlerimiz bir de yüksek tahsil diploması aldı ise ders kitaplarının dışında başka kitap okumasa da aydındır, her şeyi bilmektedir. Onlardan daha aydın kimse yoktur. 

Ülkemizde aydın olmak sol fikirlere sahip olmakla çok yakından ilgilidir. Kendilerine aydın etiketini, ençok onlar yakıştırırlar.  Solcular, ilericidirler ( ! )  İlericilik de bilindiği gibi aydın olmanın en önemli sonucudur. Solcuysanız, hor gördüğünüz halka yakınsınızdır. Aydın olma etiketi en çok sizin hakkınızdır.

Hele bir de laikseniz, ilericilik, solculuk, manevi değerlere uzaklık genellikle sizin en modern yönünüzdür. Bu sebepten en, pek, öz aydın da sizsiniz. Laikliğin kişilerle ilgili değil devletin bir yönetim sistemi olduğu gerçeği es geçilse de olur.
Sağcılardan da, aydınlanmış kişiler çıkmaz mı ? Nadir de olsa ki çıkar: 1982 askeri darbesinin hemen önceki sağ - sol çatışmalarının şiddetlendiği günlerde, görevli olarak bulunduğum Sivas'dan Ankara'ya gitmek üzere trene bindim. Tren hareket etti takriben bir saat sonra 3-4 genç oturduğumuz kompartmanı bastılar ( pardon şereflendirdiler )  Kompartmanın kapısında da 4-5 genç de nöbette kaldı. Bunlardan birisi 16 - 17 yaşlarındaki  liderleri. orta okuldan terk ettiğini de içeren kısa öz geçmişini anlattıktan sonra kompartmanda bulunan 6 yolcu olan bizleri aydınlatacağını belirterek söze başladı. 5 - 6 dakikalık söylemle bizleri bilgilendirdi, eğitti, aydınlattı. Sonra da heyeti ile yandaki kompartmana geçerek eğitim görevine devam etti.

Bir  '' aydınlanmış ''  bu günkü tabir ile  aydın  kişi daha var: Yunus Emre. Onun aydın olduğuna itirazınız olmayacaktır her halde. Yunus bakalım bu konuda ne demiş ?
İlim ilim bilmektir
İlim kendini bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır.
Gerçek ilim, gerçekleri bilmek, insanın kendini tanıması ile başlarmış. Yani aydın, bilge kişi öncelikle kendini bilen kişi  imiş.
Kendini bilmek, kendini tanımak ve HADDİNİ BİLMEKTİR.

Yalnızca kendisinin aydınlandığını, kendisi dışındakilerin karanlıkta kaldığını zannetmek, vehmetmek değil.
Yani kendine aydın etiketini takıp başkalarını, kendisi gibi düşünmeyen inanmayanları küçümsemek değil.
Gelelim ilahi formuna da dönüştürülen şiirin ikinci dörtlüğüne;

Okumaktan murat ne
Kişi Hakkı bilmektir.
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru emektir
Ne demek istemiş ulu ozan; 

Okumak, öğrenmek, bilgilenmek eylemi kişiyi  Hakk'a yani tüm varlığın ve bilgilerin sahibine, kaynağına götürmüyorsa tüm gayretler gereksizdir, boşunadır.

Vesselam...