20 Ekim 2017 Cuma

Kadınların çoğu '' ütü yapmasını '' bilmiyor !...




Fakat, alıyor eline ütüyü, geçiyor ütü masasının başına
Ütü yapıyor.
Sonra ?
Ütü yaptığı giysiyi perişan ediyor.

Efendim, ütü terzilik mesleğinin bir işidir. Terzi, kumaşı biçer, giysiyi diker.
Kumaş ve dikiş ne kadar kaliteli ve iyi olsa da, sonucu ütüleme işlemi belirler.
Ütü iyi yapılmamışsa, kaliteli kumaş ve yapılan güzel dikim kendini göstermez.
Ustalığın eseri meydana çıkmaz.

Benim rahmetli olan babam terzi idi. Şimdilerde yok olan bu mesleğin son ustalarından. Şimdi terziler giysi kumaşlarını kalıplar kullanarak biçiyor. O, düz ve eğri özelliğindeki çeşitli özel cetvel ve gönyeleri ile, biçeceği kumaş üzerinde aldığı ölçüye göre, çeşitli mühendislik hesaplarına benzer hesaplar ve çizimleri yapar, sonra keserdi. Provaya hazırlar, yapar ve dikerdi.  Bir pantolonun dikişi yardımcısı yoksa yarım gün, ceketin ise 2-3 gün sürerdi...

İlk okul ve orta okul çağlarımda ben ona çıraklık yaptım.
Yaz tatilleri de dahil tüm boş zamanlarım onun dükkanında geçerdi.
Terzilik mesleğini sevemedim. Okumayı tercih ettiğim ve başarılı olduğum için, beni mesleği öğrenmeye de zorlamadı.
Yalnızca ütü yapmasını öğrendim onun yanında.

Efendim, ev işlerinden anlamam, beceremem de. Yemek yapmasını da hiç bilmem.
Ama evde eşime yalnızca bir konuda yardımcı olurum. Evin ütü işlerin olanak ölçüsünde  yardımcı olmaya çalışırım.

Terzi babam bana bunu iyi öğretti. Bu sebepten evlerde kadınların yaptığı ütü kusurlarını da hemen görürüm. 

Yapılan her işin kendine özel yöntemi vardır. Ütü işlerinin de. Her tür giysinin kendine özel bir ütüleme tekniği vardır. Nereden başlayacaksın. Sonra nasıl devam edeceksin sonlandıracaksın. Ütü masası ve ütü nasıl kullanılacak.
Ütü bezi nerede ve ne zaman kullanılarak kumaşlar parlatılmayacak ve ütü izi görünmeyecek

Her işin bir usulü var. Veee.... Mümkünse, her işi ustasından öğreneceksin.

Genellikle kadınlar ütüyü, annelerinden veya ablalarından öğrenirler. Veya el yordamı ile kendi kendilerine keşfederler. Bu sebepten de gerçek ve doğru ütüleme işlerini genellikle bilmezler. Hemen basit bir örnek vereyim: Erkek gömleklerinin kollarında ütü izi yapılmaz.
Ama, çoğunlukla bu bilinmez ve ütü izi yapılır. Klasik pantolon paçaları gibi.

Eskilerin bir sözü vardı:
Bir tutam sakızın da olsa erbabına çiğneteceksin. 

Değil mi efendim ?

Uğurlu veya uğursuz diye bir şey yoktur. Bunlar hurafe inançlardır !...



Bizim ülkemiz ve tüm dünya ülkeleri insanlarının bazı şeylerin uğur, bazı şeylerinden uğursuzluk getireceğine inançları vardır:

Bazı esnafımız her sabah birbirlerinden uğur parası alır. İlk alışverişinde kullandığı parayı yere atıp sonra kasasına koyar. Karakedi görmeyi, merdiven altından geçmeyi uğursuzluk sayanlar vardır.

Uğur getirsin diye üzerlerinde bir şeyler taşıyanlar oluyor. İlkel insanlar da boyunlarına, bileklerine kemik, hayvan dişi gibi şeyler takarlardı. Bu tür şeylerin kaynağı Romalılar ve putperest Arapların davranışlardır.

At nalının uğuruna inanıp evinin kapısına ve arabasına asanlar gibi. Hele 13 sayısının uğursuzluğu çok yaygındır dünyada bir çok otelin 13 nomaralı odası yoktur.

Kur'an'da Yasin Suresi 18 - 19. ayetlerinde uğursuzluğın olmadığı, Enbiya Suresi 35. ayetinde ise Cenab-1 Allah'ın Hayırla şerle insanları imtihan ettiği bildirilmiştir.

Konuyla ilgili  A'raf Suresi 131. ayeti Prof. Dr. Gazi Özdemir Hocamız '' İSLAMIN ŞARTI SADECE 5 DEĞİL isinli eserinde ( sayfa 51 - 52 )  şöyle  yorumluyor:

''  Fakat onlar, kendilerine bir iyilik / bolluk geldiği zaman, ' Bu iyilik bolluk kendi becerimizdir ' derken, başlarına bir sıkıntı, bir kötülük geldiğinde ise, Musa ve beraberindekileri KUŞ ETKİLERİ  sonucu olduğunu söylüyorlardı. İş dedikleri gibi değil. Doğrusu onların başına gelen felaket, uğursuzluktan değil, Allah tarafındandır. Fakat bir çokları gerçeğin böyle olduğunu bilmemekteydiler.

Burada kullanılan kuş ifadesi, Arapların uğursuzluk için kullandıkları bir kelimedir. Aynı şekilde bu sembol kullanım Al-i İmran / 49, Yasin / 19, Esra / 13. ayetlerde de yapılmıştır. Çünkü bir canlı veya cansızı uğurlu veya uğursuz saymak bir nevi şirk ( Allah'a  ortak ) koşmaktır diyebiliriz.  ''





ARAYACAĞAN GARDAŞ !?!...





37 yıl önce, bir kamu iktisadi kuruluşunda İzmir'de çalışıyorken terfien görev değişimi amacıyla kendi isteğimle, İç Anadolumuzun doğusunda bir il merkezine atandım. İkametime lojman tahsis edildi. Kabaca evi yerleştirdikten sonra basit bir ev gereci ihtiyacı oldu. Eşimle birlikte çarşıya çıktık. Aradığımız gerecin bulunması muhtemel 3-4 esnafa sorduk.
Cevaplar aynı: 
--  YOK 
Son girdiğimiz esnafa sorduk:
--  Nerede bulabiliriz ?
Cevap:
--  ARAYACAĞAN  GARDAŞ  !...

4-5 metre ilerde başka bir dükkanda bulduk !...

Bu cevap beni o kadar şok etti ve etkiledi ki, ne zaman o ilin adı geçse veya anımsasam bu '' Arayacağan gardaş '' cevabı aklıma geliyor. Bu acaip cevap benim
zihnimde o ille özdeşleşti...

NOT: Bu yazıma koyduğum resim de  bend
e şok etkisi yapmıştı. O şoku temsilen burada..

BİR ASKERİ DARBE DÖNEMİNDE '' ATATÜRKÇÜLÜK '' !...



Atatürkçülük Cumhuriyet dönemine damgasını vuran en önemli ideolojik bir hareketttir. Her dönem vardı, halen de devam ediyor. Fakat 1960 askeri darbesi ile başlayan askeri vesayet dönemlerinde ve özellikle 12 Eylül 1982 askeri darbesinden sonra her şeyin önüne geçti ve devletin en önemli ideolojik saplantısı haline geldi. 30 yılı aşkın bir süre mizah dergisi ve kitaplarına konuk olacak komik olaylar yaşanmasına sebep oldu. İşte onlardan biri, karikatürize bir anı:

1978 yılında Sivas ilimizde bir kamu kurumunun kuruluş ve montaj aşamasındaki fabrikasına Personel ve İdari İşer Müdürü olarak atandım. Konusunda son sistem olan proje Almanya’dan alınmıştı. Montajını onlar yaptı. 1979 yılında o zamanın ilgili bakanının teşrifleri ile fabrikanın açılışını törenle yaptık.

Sağ- sol kardeş kavgasının tam hızlandığı dönemdi. Aradan bir sene geçti, 12 Eylül askeri müdahelesi gerçekleşti. 11 Eylül’ü 12 Eylül’e bağlayan son gece sabah saat: 5.00’a kadar, yani askeri müdahalenin başlangıç saatine kadar, bir gece içinde 39 kişi kardeş kavgasında ölmüştü. O günkü ortamda millet olarak büyük bir karamsarlığı düşmüş, - bir kurtaracak yok mu ? – düşüncesi toplumun her ferdine hakim olmuştu. Sonradan, ancak yakın bir zamanda o günlerdeki olaylarının çoğunun '' askeri bir darbeye toplumu götürmek için senaryolanmış kurmaca olaylar olduğunu öğrendik.

Askeri idare, sağ sol ayrımını yani kardeş kavgasını önlemek için ‘’ Atatürkçülük ‘’ inancını birleştirici bir unsur, yani çimento olarak öngördü. O da kabul.
Ama nasıl?

Tüm yurt, Atatürk heykelleri ve büstleri ile donatılacaktı.

Konunun en önemli kısmı, yani Atatürkçülüğün bir ideoloji, bir ruh olduğu, esası önemsenmedi. Üzerinde durulmadı. Kuru bir şekilcilikle; heykel, büst ve resimlerle Atatürk sevgisi tazelenmesi ve aşılanması faaliyetleri öngörüldü. Bu kapsamda olmak üzere tüm resmi kurumlar, talimatla Atatürk heykel ve büstlerini yenilediler. Eksikler tamamlandı ve her biri için açılış törenleri yapıldı.

Yeni kurulan, açılışı yapıldığı geçen bir yılda deneme üretimini aşamayan, üretim faaliyetine geçemeyen fabrikamızda bir Atatürk büst ve heykelimiz yoktu. Bu eksikliğimiz giderme çabasına giriştik.

Bu arada parantez açayım. İlin bir  lisesinin resim öğretmeni, olağan dışı bir uygulamayla, okulun müdür yardımcısı dahi olmadan; birden,  İl Milli Eğitim Müdürü olarak atandı. Sonradan görüldü ki, asli görevi Atatürkçülük uygulamaları denetçiliğidir, teftişidir. Tüm kamu kurumlarında bu görevini ifaya yani teftişe başladı.

Biz de teftişte hatalı olmamak için, Fabrika idare binası ve sosyal tesislerinin duvarlarını, merdiven başları da dahil, Atatürk’ümüzün sözleri resimleri ve maskları ile donattık. fabrika olarak gerekeni yapmıştık. Hiçbir eksik ve kusurumuz yoktu. Hatta aferini bile 

Sonunda teftiş sırası bize geldi. Sayın Müdürümüz fabrikamıza teşrif ettiler. Biz fabrika olarak gerekeni yapmıştık. Hiçbir eksik ve kusurumuz yoktu. Hatta aferini bile hak etmiştik. Ama olmadı memnun olmadılar. Teftiş bu, illa bir şey bulmak lazım: Her kattaki merdiven başlarındaki; çok estetik, bakırdan yapılmış ve çok güzel Atatürk masklarını kusurlu buldular ve buyurdular:

Bunlar küçük olmuş !...

Gelelim Atatürk büstümüze. Fabrikamız sahasında idare binaları civarında büstü koyacağımız uygun bir yer yoktu. Zorunlu olarak kömürle çalışan ısı santralımız önündeki boş küçük bir alana, baca isinin yoğun olduğu yere inşa ettik. Kısa zamanda isle kirleneceği belli idi. Ama başka çaremiz yoktu. 

Tören gününü belirledik. İlin tüm resmi ve askeri ilgililerini ‘’ Atatürk Anıtımız’’ ın açılış törenine davet ettik. Tören günü geldi. Tüm ileri gelen ve davetlilerimiz - hiç eksiksiz -  geldi. Çünkü gelmek zorunluluğu herkese hakimdi.  Bu arada yerel basın ve ulusal basının temsilcileri de.

Tören saatinde bir aksilik. Sağanak yağmur başladı. Tehir edemezdik. Şiddetli yağmur altında - o günlerde kutsal bir ödev haline getirilen törenimizi -  tamamladık.

Tamamladık zira, en ufak bir aksaklık ve noksanlıkta kendimizi demir parmaklıklar arkasına bulma korkumuz vardı...