24 Ekim 2017 Salı

Kitap '' yayınlatmak '' çileli bir iştir !...






’' Her yiğidin gönlünde bir aslan yatar ‘’ tam da eli kalem tutanlara göre bir ata sözüdür. Biz blogcuların çoğunun gönlünde de bir kitabımızın yayınlanması hayali vardır. 
Benim eserim diyebileceği bir kitabı olmasının...

Bu konuda iki deneyimim olduğu için size bir şeyler, ama ‘’ gerçekçi ‘’ bir şeyler söylemek istedim. Bu arada hemen belirtmeliyim ki, size güzel, cesaretlendirici bir şeyler söylemeyi de çok isterdim. Ama gerçekler hiç de öyle değil.

Kitap yayınlatmak çileli bir iştir. İsim yapmış, kitapları yayınlanan ve bir çok baskı yapan yazarlar da dahil. Kitap bir kişinin beyninin ürünüdür, eseridir. Mantıken, maddi açıdan en çok pay almak onun hakkı olmalıdır. Fakat uygulamada satış fiyatı üzerinden yazara düşen hisse % 10-15 ve hatta en iyimser bir tahminle % 20 dir. Ayrıca ilk kitap için hiç telif ücreti ödememe veya % 6 gibi çok düşük oranda ücret ödeme seçenekleri de söz konusu.
Bunu da alabilmesi, yayıncının kapısını defalarca aşındırması, ‘’ bu gün git yarın gellerle uğraşması ve küçük taksitlere razı olması ile mümkün olur.
Tabii ki bu anlattıklarım tanınmış isim yapmış, kitapları satan yazarlar için geçerlidir.

Dağıtım firmaları ile irtibatlı büyük yayınevleri, tanınmamış yazarların eselerini – ne kadar olağan üstü, güzel ve önemli de olsa dahi – yayınlamaya yanaşmazlar. Çünkü onlar için çok risklidir, kör kuyuya taş atmak, karanlıkta bir mum yakmak gibidir. Çünkü satmaz. Kendi açılarından da haklıdırlar. Masraflarını dahi kurtarmaları mümkün olmayabilir.

Deneyimlerimden kısaca bahsedeyim:
İlk deneyimim bir ders kitabı. 35
sene önce, bir kamu kurumu özel meslek lisesine, kendi isteğimle meslek dersleri öğretmeni olarak atandım. Görevlendirildiğim derslerin hiç birinin bir sayfa dahi olsun ders notu ve ders kitabı yoktu. Bir kaçı için ders notu hazırladım. O zaman fotokopi de yok. Teksir makinası ile ve samanlı kağıtlara çoğaltarak hallettim. Bir tanesini iki sene üzerinde çalışarak kitap haline getirdim. Bir dilekçe ekinde bağlı olduğumuz genel müdürlüğe gönderdim. Genel Müdürlük kitabın tetkiki için bir komisyon oluşturdu. Komisyon üyeleri hayatlarında eğitimle hiç ilgilenmemiş, bir satır dahi bir şey yazmamış mühendis teknisyenlerden oluşuyordu. Ders kitabımı aylar süre inceledikten sonra bir rapor düzenlediler. Raporlarında; eğitim bakımından hiç gereği olmayan, 40-50 madde halinde, eksik ve fazla buldukları hususlar vardı.
Kendileri hiçbir şey üretmeyen çapsız insancıklar, başkalarının üretmesine de geçit vermiyorlardı.

İnat ettim. Kitabı yeniden yazdım, şekillerini yeniden çizdim. Yine aylar süren inceleme. Sonuç yine eksik ve fazla listesi. Tekrar azimle direniş ve tam iki sene uğraşıdan sonra komisyonda geçti. Yayınlanma kararı çıktı. O günün parası ile yaklaşık iki maaşım kadar bir telif ücreti aldım.

İkinci deneyimime gelince:
Kur’an’ın matematiksel mucizevi yönüne tarif edilemez bir ilgi duyuyordum. Yaklaşık 15 sene kadar, inceledim araştırdım. Bulgularımdan önemlilerini bir kitap haline getirdim. – Ömer Çelakıl gibi kehanetle falan uğraşmadan --  Kitap taslağını aldım. İstanbul’a gittim. Belli başlı dini yayınevlerini dolaştım. Yukarıda belirttiğim gerekçelerle yayınlamayı kabul etmediler. Ancak, Ankara’da küçük bir reklam ajansı yayınlamayı kabul etti. Bilgisayarda yazdılar, bir müddet sonra bana, ön taslağı düzeltme yapmak üzere gönderdiler. Her sayfada 3-5 yanlış. Çünkü yayıncı, kitabımı bilgisayarda ilk okul mezunu bir gence dizdirmişti.  Düzeltmeleri yaptım. Kitaptan 2500 nüsha basıldı. Baskıdan çıkan bir nüshayı inceledim. Yine çok kritik ve önemli yerde 10 kadar yazım hatası vardı. Şok oldum. Fakat basılmıştı. Yapılacak bir şey yoktu. Bütün heyecanım söndü. Zaten yayıncı zatta da üç kağıtçının tekiydi. Bana 100 nüsha kadar verdi. Bende onları elimle düzelterek eşe dosta ve arkadaşlara dağıttım. 15 sene emek verdiğim bu eser için beş kuruş dahi telif ücreti almadım. Neyse ki ben cebimden baskı masrafı ödemedim.

Sonuçta, yazar olarak tanınmamış, olumlu veya olumsuz bir şekilde şöhret olmamış kimselerin eserlerinin yayınlanması mümkün değil. Kendi cebinizden karşıladığınız masraflarla yayınlatsanız dahi, dağıtım kanallarına girmeniz ve kitapçılara dağıtmanız olanaksız. Ancak MB’de örneğini gördüğümüz gibi kitabınızı blog sitemizde duyurmanız mümkün olur. Bununla dahi bir baskıyı tüketmeniz çok zor. Yani sözün kısası yayınlatmak bir mesele, haydi yayınlandı varsayalım, büyük kitlelere ulaşamadıktan sonra yayınlamanın da bir anlamı olur mu ?

Ben derim ki; eğer konu manevi tatmin ise BLOGSPOT:COM’ da yazılarınızı yayınlamaya devam edin. En azından kısa sürede tüm dünyada yayına giriyor. Az sayıda da olsa Oralarda bulunan Türkler hemen okunuyor. Kaç kişi okuduğunu biliyorsunuz ve yorum olarak tepkileri yine hemen alıyorsunuz. Ayrıca bazı kaynak olma özelliğinizdeki yazılarınız Google'de iyi bir yer buluyor, senelerce denebilecek düzeyde sürekli okunuyor.

Kendi cebinizde masraflarla çoğaltmanız ve sonrasında hayal kırıklığına uğramaya değer mi?

Blinç altının da '' altında '' NE VARMIŞ ?...





Kişisel bilinç ve bilinçaltı kavramlarını Sigmund Freud tüm dünyaya tanıtmıştı.
Freud’a göre kişisel bilinç, insanların farkında olduğu duygu, düşünce, anı ve arzuları ifade ediyordu..

Bilincin altında, daha derin bir seviyede bireyin bilinçaltı bulunuyordu. Freud’a göre bilinçaltı şunlardan oluşmaktaydı:
** Kişinin en ilkel dürtüleri ve iç güdülerinin, kişilik unsurlarının, çocukluk anılarının, bastırılmış hafızası,
** Tüm iç çatışmaları. Biz pek farkında olmasak da tüm bu öğelerin düşündüğümüz, yaptığımız ve söylediğimiz her şeyde çok belirgin rolü vardır

Biz pek farkında olmasak da tüm bu öğelerin düşündüğümüz, yaptığımız ve söylediğimiz her şeyde çok belirgin rolü vardır.

Yine Freud’a göre bilinç ve bilinçaltı insan davranışının altında yatan en önemli iki unsurdur.
Freud’un öğrencisi Analitik Psikolog Carl Jung bu görüşü daha ileri götürmüş, insanın bilinçaltının daha derininde daha etkili bir katman olduğunu düşünmüş, bilinçaltının da temeli olan bu katmana ‘’ Kollektif Bilinçaltı ‘’ ismini vermiştir. Jung’a göre, bilinç ve bilinçaltı, kişisel deneyimlerden oluşmakta, Kollektif Bilinçaltı ise doğuştan getirdiğimiz dürtüler ve farkındalık unsurlarını temsil etmektedir. Bu unsurlar insan türünün her bireyinde ortak olan bilinçli deneyimler bütününün parçalarıdır.
Kişisel bilinçaltı, kişisel deneyimler ve kişisel gelişim kaynaklı iken, kişinin Kollektif Bilinçaltı, insan türünün gelişimi esnasında oluşur ve bu nedenle tüm insanlar için ortaktır.

Yani Kollektif Bilinçaltı, kalıtımsal yapımızın bir parçasıdır. Dolayısı ile içeriği her yerde ve tüm fertler için aynıdır.
Jung gibi Emanuel Kant’da bir dizi önceden programlanmış algı modu ile dünyaya geldiğimizi ileri sürmektedir.

Jung bu öngörüsüne, tüm kültürlerdeki mitolojilerin benzer öğeleri taşıdığını taşımasını delil olarak göstermiştir.
** Judeo-Hıristiyan aleminin Eski Ahit ve İncil’ini,
** Zerdüşt’ün Avesta’sını,
** İskandinav Edda’larını,
** İzlanda Saga’sını,
** Müslümanların Kur’an’ını,
** Homer’in İlyada ve Odysey Destanları’nı,
** Virgil’in Aneid’ini
** Judeo-Hıristiyan aleminin Eski Ahit ve İncil’ini,
** Zerdüşt’ün Avesta’sını,
** İskandinav Edda’larını,
** İzlanda Saga’sını,
** Müslümanların Kur’an’ını,
** Homer’in İlyada ve Odysey Destanları’nı,
** Virgil’in Aneid’ini,
** Kelt mitolojileri’ni,
** Urartu Çivi Yazıları’nı,
** Japonların Kojiki yada Nihongi’lerini,
** Babil Hikayeleri’ni,
** Suriye ve Filistin mitlerini,
** Çin Efsaneleri’ni,
** Hint Rig Veda’nın Mahabbarata’sını, Ramayana’sını,
** Thevedaa Budistleri’nin Vinanatthu’sunu,
** Havai, Güney ve Orta Aamerika ve çeşitli Afrika kültürlerine ait mitolojileri,
** Ortaçağ Simyacı’larını;
** Mısır ve Tibet Ölüm Destanları’nı,
Araştıran Jung, tüm kültürlerin yazılı metinlerinde ortak temalarla karşılaşmış ve ‘’ Kollektif Bilinçaltı ‘’ kavramına böyle ulaşmıştır.

Kollektif Bilinçaltı konusunda yapılan araştırmalarda insanların '' din inancı ihtiyacının  '' onların üzerinde en az cinsellik ve saldırganlık kadar kuvvetli bir etkiye sahip olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Kısacası insanın bilinçaltının da altında  '' A L L A H '' varmış.

NOT: Bu yazının hazırlanmasında Kalemus Yayınları'ndan Matthew Alper'in '' TANRI YOLCULUĞU - İnsan Ruhsallığı Ve Tanrıya Dair İpuçlar

BEYİN KRİZİ !...






Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ölüm sebepleri sıralaması şöyle:

1 – Kalp krizi, 
2 – Kanser
3 – Beyin krizi

Kalp krizi ile kanseri bilmeyen yoktur. Beyin krizi sözlerini ise pek duymamış olabilirsiniz. Bu satırların sahibi olan ben de duymamıştım. Ta ki bundan yaklaşık 16 sene önce bir ağabeyimizin anevrizma ( beyin damarındaki baloncuk ) sonucu beyin kanaması geçirip onu kaybedişimize kadar. Sonra konuya ilgi duydum, inceledim ve bu hastalıkla ilgili olarak şehrimizde düzenlenen konferanslara katıldım.

Beyin krizinin aciliyet bakımından kalp krizinden de öncelikli olduğunu öğrendim. Kısaca size tanıtmaya çalışacağım.

Beyin krizi geçiren hastaların 1/3 ü krizleri sırasında ölüyor. 1/3 ü sakat olarak ve kısmen veya tamamen başkasına bağımlı olarak yaşamlarını sürdürüyor. 1/3 ü ise tam olmasa bile başkasına muhtaç olmayacak derecede iyileşerek normale dönüyor.

Beyin krizi genel olarak iki şekilde gerçekleşiyor.

1 – BEYİN ENFARKTÜSÜ: Beyinde temiz veya kirli kan taşıyan bir damarın beyne gelen bir pıhtı veya damar sertliği parçacığı ile tıkanması veya bir damarın ileri derecede büzüşerek beynin kansız, dolayısı ile oksijensiz kalması.

2 – BEYİN KANAMASI : Beyindeki bir damarın çatlayarak beyin içine kanaması.

Ülkemizde beyin krizi olaylarının % 71 i beyin enfarktüsü, % 29 kadarı ise beyin kanamasıdır.

İki yarım küre, beyin sapı ve beyincikten oluşan tüm beyin, yoğun bir damar ağı ile kan almakta ve vücudun % 2 kadarını oluşturduğu halde tüm vücut kanının % 18 beyni beslemek üzere, boru şeklindeki temiz kan damarları ile beyne gitmektedir. Dolayısı ile kansızlığa en duyarlı bir organdır.

Beyin enfarktüsü geçici olabildiği kalıcı da olmaktadır

Beyin enfarktüsü sebepleri:

Damar sertliği
Şah damarında % 70 in üzerinde daralma
Hipertansiyon atakları ( ani yükselme )
Boyun omurlarında kireçlenme
Kalp hastalıkları ( Ritim bozuklukları, kapakçık hastalıkları ), 
Kanda yağ fazlalığı ( Kolestrol )
Kanın koyu oluşu
Şeker hastalığı. Ani şeker düşmesi
Beyin tümörü
Şiddetli kafa darbesi
Beyinde damar yumağı veya dev anevrizma ( baloncuk )
Aşırı sigara ve alkol

Enfarktüs belirtileri:

Ani baş dönmesi
Ani görme bozuklukları – Çift görme
Ani ve şiddetli baş ağrısı
Ani yürüme ve denge bozukluğu
Ani kulak çınlaması ve sağırlık
Geçici yarım felç, kol ve bacakta kuvvetsizlik, beceriksizlikler
Geçici uyuşma, karıncalanma ve keçeleşmeler
Geçici konuşamama ve söylenenleri anlayamama

Beyin Kanamasını yukarıda tanımladık.
Şimdi sebeplerine bir göz gezdirelim:

Hipertansiyon
Şişmanlık
Damar sertliği
Horlama
Sigara
Kan yağlarının fazlalığı
Kalp hastalığı
Kanın koyu oluşu
Şeker hastalığı
Aşırı alkol kullanımı
Anevrizma ( Beyin damarının baloncuk yapması )
Damar yumağı mevcudiyeti
Kan hastalığı
Kafa travması
Yüksek dozda kan sulandırıcı ilaç
Beyin tümörü
Uyuşturucu

Beyin kanaması sonuçları :

Ölüm % 50-60 ilk günlerde. % 30 ilk haftada . % 45-5- ilk 3 ayda. % 50 ilk 5 yılda
Yaşayanların % 60-65 ‘ inde kalıcı özürlülük olur.

Beyin krizinden korunma yöntemleri :

Yüksek tansiyon ve kalp kontrol altında tutulmalı
Sigara, alkol, uyuşturucu kullanılmamalı
Kanı sulandırıcı girişimlere yönelinmeli : Günde 7 – 8 bardak su ve düşük doz ( 100-150 mg Aspirin )
Şeker hastalığı kontrol altında tutulmalı
Damar sertliği ile mücadele etmek amacı ile bol sebze, meyva, zeytinyağı yenmeli. Yağlı ve kızartma etten sakınmalı.
Ani sevinç ve hiddet tepkilerinden kaçınmalı

SAĞLIKLI GÜNLER DİLEKLERİMLE

Not: Bu yazının hazırlanmasında Türk Beyin Ve Damar Hastalıkları Derneği Yayını. Prof.Dr. Gazi Özdemir’in BEYİN KRİZİ NEDİR ? isimli broşüründen faydalanılmıştır.