19 Aralık 2017 Salı

Mescid-i Aksa üzerine Yahudi oyunu, aldatmacası...


'' En uzak noktadaki mescid " anlamına gelen Mescid-i Aksa, pek çok peygamberin gelip geçtiği, epeyce bir kısmının da içerisinde Rahman'a kavuştuğu, Miraç yolculuğunda Hz. Peygamberin uğradığı ve de Hicretten yaklaşık on yedi ay sonrasına kadar Müslümanlar'a kıble olan bir mekan olmasından dolayı Müslümanlar nezdinde ayrı bir değere sahip olan kutsal bir mekandır. Müslüman olmayanların ziyareti yasaktır.
Yahudiler son yıllarda Mescid-i Aksa üzerindeki emelleri sebebiyle sık sık olay çıkarmakta, gerilimi  sürekli tırmandırmakta, Müslümanların kutsal mekanı olan bu yeri olay çıkarıp kapatarak Müslümanlara yasaklamaktadır.

Bir yandan da Mescid-i Aksa'nın altında Süleyman Tapınağının kalıntılarını bulmak bahanesiyle kazı yapıyorlar. Çünkü; Siyonistler, “Tapınak Tepesi” dedikleri bölgede yer alan Mescid-i Aksa’yı ortadan kaldırarak, burada Süleyman Tapınağı’nı üçüncü defa inşa etme hayali kuruyorlar.  Çünkü bunun kendilerine vaat edilmiş olduğuna dair bir inanışları var.

Bu olay - beklenen diğer birkaç gelişmeyle birlikte - gerçekleştiği takdirde Kral Davud ( Davud –aleyhisselam ) soyundan bir Mesih’in geleceğine ve dünya üzerinde bin yıl sürecek Yahudi egemenliğinin kurulacağına inanıyorlar.

Siyonist Yahudi'nin bu bölge üzerindeki oyunları bununla da bitmiyor. Hedeflerine ulaşmak için dünya medya ağının büyük kısmını tekelinde bulunduran Yahudiler, iletişim araçları yoluyla, insan zihnindeki algıları istedikleri doğrultuda yönlendirmektedir. Medyayı kullanarak burada bir algı oyunu da sergilemektedirler.

Mescid-i Aksa yerine Kubbetüs Sahra verelim !...

Siyonist Yahudinin  Mescid-i Aksa için sinsi oyunu şöyle: Google veya başka bir arama motoruna Mescid-i Aksa yazsanız karşınıza Yüzde seksen aynı civardaki Kubbetüs Sahra'nın fotoğrafı çıkmaktadır. Mescid-i Aksa üzerine hayalleri ve emelleri olan Yahudiler bir algı değişimi oyunu ile Müslümanların Kabe'den sonra en eski mescidi olan ve Kur'an'da'da kutsal olarak tescil edilen buraya el koymak, için Mescid- Aksa yerine Kubbetüs Sahra'yı Müslümanlara vermek niyetindedirler. Ne yazık ki bu farkedilinceye kadar da algı oyunu büyük ölçüde başarılı olmuşlardır.

Google ne yapsın ki (!). Zira bugüne kadar, Mescid-i Aksa konusunun işlendiği birçok haberde, akademik makalelerde, televizyon programlarında, Mescid-i Aksa görseli olarak; hep altın kubbeli; Kubbetu’s Sahra’nın görüntüsü kullanıldı.

Müslümanlarda bu oyunun, aldatmacanın aleti olarak ülkemiz dahil medya unsurları bu olaylarla ilgili haberlerde genellikle  parlak sar kubbesi olan Kubbetüs sahranın resimlerini kullanmakta ve müslümanları yanıltmaktadırlar.

Ancak bu oyun teorik planda deşifre edildi. Siyonizm felsefesini araştıran ve bu çarpık algı yönetimini fark eden birçok araştırmacı, oyunun, Yahudilerin ileride gerçekleştirmeyi amaçladığı, ‘Vâdedilmiş toprakları geri alma’ hedefinin bir parçası olduğunu deşifre etti.  Konuyla ilgili birçok makale yayınlandı. Ancak dedik ya, teorik planda… Yani bu makâleleri okuyamayan Müslümanlar ve dünya kamuoyu, bu algı oyunundan bîhaber.

18 Aralık 2017 Pazartesi

Erdoğan'ı tasfiyeyi hedefleyen Trumpf onun '' Dünya Mazlumları Liderliğini '' pekiştirdi !...



Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ın  Birleşmiş Milletler Güvenlik  Konseyi daimi üyesi 5 büyük ülkenin bir süredir dünyaya hükmetmeye ve zulmetmeye yönelik tutumuna yönelik '' DÜNYA 5'DEN BÜYÜKTÜR '' sloganı ile başlattığı karşıt tutumu ve bu doğrultudaki  -- dünya tarihindeki ilk cesur başkaldırı hareketinden -- ABD ve Rusya çok rahatsızdı. Rusya bu memnuniyetsizliğini  perdelemeye çalışsa da ABD açıkça ülkemizi hedef alan düşmanca tutum ve faaliyetlerini artık gizlemeye gerek görmeden alenen  sürdürmekte ve kürt ayrılıkçı terör örgütleri ve başta DEAŞ VE FETÖ  örgütleri olmak üzere ülkemize düşman tüm terör örgütlerine silah, diğer maddi ve siyasi desteklerini sürdürüyorlardı. 

Bilindiği gibi yaklaşık bir buçuk sene önceki FETÖ Darbesine, elebaşısına ve FETÖ unsurlarına himayelerini sürdürüyorlardı. Erdoğan'ın mağdur ve zulme uğrayan başta Müslüman ülkeler olmak üzere diğer bazı ülkelerde  bu başkaldırı hareketi benimsenmiş ve Cumhurbaşkanımız ve Ülkemiz lider konumuna gelmişti. Öyle ki ABD'de kısa süre önce yapılan bir araştırmada, Ülkemizin mağdur ve zulme uğrayan Müslüman ve diğer ülkeler halkları nezdinde Erdoğan ve ülkemizin lider olarak benimsenme oranı  % 65' e yükseldiği görülmüştü. 

Trumpf'un son Kudüs atılımı bardağı taşıran son damla oldu. Şimdiye kadar bir arada olma ve muhalefet etme cesaretini gösteremeyen Müslüman ülkeler büyük çoğunlukla yine ülkemiz önderliğinde İstanbul'da toplandılar, Trumpf'un  Kudüs'ün başkenti olarak  ABD'ce tanınma kararını tanımadıklarını ve Doğu Kudüs'ü Filistinin başkenti olarak tanıdıklarını ilan ettiler. 

Böylelikle Müslüman ülkelerin,  ABD ve diğer 4 büyük ülkenin dünyaya hükmetme ve zulmetme'sine isyan hareketi başlamış oldu. ABD ve bazı diğer ülkelere yine güçlü bir '' VAN MİNÜT '' dendi. Bu uyanış hareketi sonucu Cumhurbaşkanımız ve Ülkemizin mazlum ve mağdur ülkeleri  halkları nezdindeki liderlik konumu benimsenmesi pekişmiş oldu ve muhtemelen en az 10  puan daha artarak % 75'lere yükseldi.

Bu siyasi tökezleme ABD'yi karıştırdı. Hatta son haberlere göre askeri darbe sözü edilmeye başlandı.

Bu olayların iç politikamıza yansımasına gelince, son bir kaç senedir yıpranma ve duraklama emareleri gösteren AK Parti' de bir silkinme hareketi başladı. Ülkemiz insanı konu '' milli '' olunca ani bir derlenme toparlanma insiyatifi gösterir. Erdoğan'ın çok iyi bir hatip olması ve milliyetçi duygulara iyi bir söylem geliştirmesi yeteneği sebebiyle muhalefetin etkisi insanımız üzerinde azalmaya sebep oldu. Yani Erdoğan ve Ak Parti içte de son dönemlere kıyasla daha güçlü konuma geldi...

Allah encamımızı hayreyleye ...

















27 Kasım 2017 Pazartesi

ÇİRKİN AMERİKALI


Bundan 50 sene ve önceleri bu günlere kıyasla magazin haberleri yok denecek kadar azdı. Az olan magazinin en önemli konusu sinema  filmleri ve yıldızları idi. Tabii ki  Amerikan yani Holivut  yapımı filmler tüm dünya film piyasasına hakimdi. Büyük bütçeli filmlerin çekimi ve onların oyuncuları ile ilgili haberler günlerce haftalarca gazetelerin ve  çok az olan magazin dergilerinin en önemli haber sermayesi idi. Ve de en önemlisi o zamanlar insanların  yüzde 99 unun tek eğlencesi de sinema idi.

O günlerden hafızama çakılmış  bir film ismi hatırlıyorum. Günlerce ve belki de aylarca tüm dünya insanları ve bu arada ülkemiz basınında büyük yankı uyandırmış ve gündemden düşmemişti:
ÇİRKİN AMERİKALI

Bu filmin ülkemize gelip gelmediğini  hatırlamıyorum. ABD'nin  önceleri gizli ve saman altından yürüttüğü, günümüzde artık alenen yani açıkça yaptığı ve tüm dünyanın başına bela olduğu kirli ve çirkin siyaseti ile özellikle ülkemize ve bazı ülkelere bu arada Orta doğu'ya yönelik düşmanca davranışları, oynak, kaypak iki yüzlü siyaseti ile kabus haline geldiği günümüzde bu filmi hatırladım.
İnternet'te bir araştırma yaptım. Ülkemizde vizyona girip girmediği ve özellikle  konusunun ne olduğunu araştırdım. Filmin afişinden ve Marlon Brando'nun baş rolde olduğundan başka filmin izine rastlayamadım.

Film 1963 yapımı, muhtemelen ülkemize gelmemiş çünkü gelse idi Türkçe dublajlı versiyonu mutlaka karşıma çıkardı. Orijinal versiyonu  ile bilgilerde sansüre uğramış yani ABD tarafından İnternet'ten izleri silinmiş olabilir.

Yukarıda belirttiğim gibi filmin baş rolünde Marlon Brando var ve  rolü bir ülkede ABD büyük elçisi. Konusu ile ilgili başka bilgiye ulaşamadım. Belki İngilizce bilgiler ve orijinal kopyası mevcut olabilir. İngilizce diline yakın olmadığım için araştırmam sınırlı kaldı.

Tahminime göre, ülkemizdeki ABD büyük elçilerinin '' çirkin '' faaliyetleri
başka ülkelerde de vizyona girmiş ve bu filme konu olmuş.

9 Kasım 2017 Perşembe

Mucize ve keramet '' kuantum boyutunda '' gerçekleşiyor !...




Kuantum fiziği son 8 - 10 senedir çok ilgi duyduğum konu. Bu konuya önce kişisel gelişim alanındaki yeri ile girdim. Sonra da konunun kaynağı Kuantum Fiziği'ni anlamaya çalıştım. Tabii ki fizikçi olmamam ve yaşımın ilerlemiş olması dolayısı ile anlamakta öğrenmekte oldukça zorlandım. Çeşitli kitapları ve eserleri inceledim. Sonra vazgeçtim. Bir müddet sonra tekrar ele aldım. Bu süreç üç dört defa tekrarlandı. Son bir iki aydır elimden düşürmediğim ve tekrar tekrar incelediğim 3 kitap var:
##  PARÇECIK  FİZİĞİ  En küçüğü keşfetme macerası - Sezen Sekmen - ODTÜ Yayıncılık 2012
##  Ezoterizmin Bilimsel İspatı   KUANTUM - Cihangir Gener -  DHARMA Yayınları 2013
##  Maddenin En Son Yapıtaşı  HIGGS  BOZONU - Chiristophe Grojean,  Laurent Vacavant - SAY Yayınları 2014

Bu tür eserlerin içinde eski klasik fizikçilerin dahi bilmekte, anlamakta zorlanacağı kavramlar ve terimler var. Bu terim ve kavramlar o kadar yoğun ki, anlar gibi olduğun konularda kısa bir süre sonra ipin ucunu kaçırıyor ve tekrar başa dönmek zorunda kalıyorsunuz.
Neyse, ayrıntılı bilgileri değil ama konunun ana hatlarını kavrayabildiğimi söyleyebilirim.

İşin bence ilginç yanı Kuantum Fiziği alanındaki araştırmalar batıda 1901 yılında başlıyor, çerçevesi çizilmeye başlanıyor. 1930' larda bir ölçüde belirginleşiyor. 1940 ve 1950' li yıllarda ana hatlar  tamamlanıyor. Benim lise öğrenimini tamamladığım 1960 ların ortasına kadar tüm öğrenim sürecinde bu fizik türünün ismini okumayı bırakın adını dahi duymuyoruz.  Kuantum konusu, benim ve toplumumuz fertlerinin  çoğunluğunun hayatına son 10 senedir işin magazin boyutu ve kişsel gelişin alanındaki çalışmalar ve yayınlar ile giriyor. Sonra da son bir kaç senedir  '' Tanrı Parçacığı - Higgs Bozonu ''   terimleri ile güncelleşiyor ve önem kazanıyor.

Bilindiği gibi fizik bilgilerimiz bir cismin bölünebilen en küçük parçası kabul edilen atoma kadar alanla sınırlıydı.. Buna yukarıda belittiğimiz gibi '' Klasik Fizik '' deniyor. Sonra bölünemez denilen atom da bölünüyor ve içine giriliyor. Atomun altındaki parçacıklar birer birer keşfediliyor. Temel olanları ve olmayanları var. Görülüyor ki atom altı,  klasik fizik alanına giren beş duyu ile algıladığımız alemden daha geniş, engin ve daha zengin. Milimetrenin bin de ve hatta on binde biri küçüklüklerin söz konusu olduğu bu mikro alan tüm evrenin ve içindekilerin '' varoluşlarının ''  temel şifrelerini de içinde saklıyor.

İşte atom altı bu parçacıklar alemine '' Kuantum '' adı veriliyor. 
Fizik alanı varlığı görülen, dokunulan tüm duyularımızla algılanan bir alan. Sistemnleri var. Kanunları var. Ölçülebiliyor.  Kuantum alanı yani atom altı parçacıklar ise davranışları bilinmeyen, ölçülemeyen, gözlenenmesi çok güç olan ve bazıları ise hiç gözlenemeyen parçacıkları içeriyor. Davranışları genelde kuralsız. Bilim adamları bunları ''  tuhaf davranışlı  '' diye isimlendiriliyor.

'' Foton '' gibi bazılarının hızları ışık hızında yani saniyede 300.000 km. bazıları da bunu da aşıyor evrenin milyarca yıl ışık hızı uzaklıklarına anında yani saniyesine ulaşıyor. Aynı türde olanlar bu hızla haberleşiyor ve benzer davranışlar gösteriyorlar. Bazıları şimdi burada, bir anda denebilecek en kısa zamanda dünyanın en uzak yerinde, bazen de aynı anda iki yerde veya her yerde olabiliyorlar...

İşte, bilinen algılanan bu fiziki alem dışında bilgilerine, varlıklarına kolay ulaşılamayan ve kanunları bilinmeyen, duyu organları ile algılanamayan bu çok küçük boyuttaki varlıkları içeren   alem ''  KUANTUM alemi '' artık insanların 21. asrın en önemli fenomeni olmaya aday. ve bu alemlerdeki olaylar da daha önceleri açıklanamayan '' FİZİK ÖTESİ '' olayları ifade etmek için kullanılan ''  Metafizik ''  terimine eşdeğer anlamı içerdiği için Kuantum alanındaki olaylara da Metafizik yani fizik ötesi diyebiliz.

Bugüne kadar bilinemeyen, açıklanamayan, zihin okuma, durugörü, önsezi, veliler, ermişler, aynı anda Türkiye'de memletinde ve Kabe'de namaz kılarken görünen kişiler gibi metafizik olaylar bu Kuantum bilgileri ve alanı ile açıklığa kavuşabilecektir.
Doğrusunu Allah bilir ya, melekler, cinler gibi bizim algılamayamadığımız boyuttaki varlıkların  Kuantum boyutunda olduğunu düşünüyorum.
Sonra hani henüz fantezi gibi görünen '' ışınlanma '' olayı ilerde  Kuantum boyutunda gerçekleşebilir.
Ayrıca bu güne kadar insanların mevcut fizik bilgileri ve imkanları ile aşamadığı uzaydaki çok çok büyük uzaklıklar belki de bir gün fizik ötesi Kuantum imkanları ile aşılabilecek ve başka uzak veya yakın gezegenlere ulaşma ufku bu alanla açılacaktır.

Şimdi gelelim mucizeler ve kerametler konusuna:

Bu konuyu Prof.Dr.Süleyman Ateş Hoca'mızın '' Görünmez Alemin İzleri '' isimli eserinin 1. cildindeki bilgilere göre açıklayalım:
''  Olağanüstü bir şey,  peygamberin elinde oluşursa ''  mucize  '' ,mümin yani inançlı bir kimsenin  elinde meydana gelirse  ''  keramet  ''  başka bir kimsenin elinde zuhue ederse  ''  istidrac  ''  sayılır.

Peygamberle veliler arasında, metafizik olay bakımından şu fark vardır:

Peygamberler, Allah'ın kendi ellerinde yaratılmasına izin verdiği mucizeyi göstermekle mükelleftirler. Mucize Peygamberliğin bir delilidir. Bunu gizledikleri takdirde Allah'a isyan etmiş olurlar. 

Veli ise, kerametini gizlemelidir. Keramet ile veliliğini ispat etmeğe kalkışmaz. İnsanları irşad ( bilgilendirme ) amacıyla keramet gösterebilir. Fakat dünya menfaati için keramet göstermek, Allah'a karşı gelmektir.
İstidrac'ın inançsız kimselere metafizik olay gösterme yeteneği olduğunu yukarıda belşrtmiştik. Allah, kaprislerinin tutsağı olan sapkınları, bol nimet vererek istidrac eder. onlara verilen nimet, adeta bir tuzak gibi onları yavaş yavaş yakalyıp helak eder.''
Benim görüşüme göre [ doğrusunu Allah bilir ]  mucize, keramet ve istidrac Kuantum boyutunda metfizik olaylardır.

ZİNCİRLERİ KIRMAK !...







Eskiden mahkumlar zindanlarda hürriyetleri kısıtlandığı gibi bir de zincirlerle bedenlerinden veya ayaklarından bağlanırlarmış. Ne korkunç ceza. Şimdilerde pek kalmamış olabilir.Ama benim burada ele alacağım başka bir tür zincir ve o zincirlerin kırılması. Konumuz düşünceye vurulan zincirler...

Düşünceye zincir iki türlü olabilir; birincisi başkaları tarafından, yani yasaklar veya sansür. Aslında düşünmeye sınırlama hiçbir şekilde getirilemez. Ancak eyleme dönüşmesi ve açıklanmasına yasak ve sınırlamalar getirilebilir.

Düşünceye ikinci tür zincir, insanların kendi kendine vurduğu zincirdir. Önemli olan ve bu gün üzerine duracağımız konu budur.

İnsanlar kendi düşüncelerini sınırlayabilir mi ?
Tabii ki sınırlayabilir. Hem de örnekleri günlük yaşantıda çok yoğun bir şekilde görülmektedir. İnsanlar o ana kadar edindiği bilgiler, duyuları ile algıladıkları tecrübeleri ile düşüncelerini  kendilerini sınırlarlar. Hayata, konulara ve olaylara hep aynı açıdan ve aynı ön yargılarla bakarlar ve aynı ve benzer yorumlarda bulunurlar.Bu insanlar için kolaydır, kestirmedir. Zihinsel bir faaliyet gerektirmez...

Ama bu türlü yaklaşım insanın kendisini sınırladığı gibi, genellendiği zaman tüm toplumu ve insanlığı sınırlar, gelişmesini ve ilerlemesini engeller.
İnsanlar hiçbir yeniliğe, buluşa ve icatlara ulaşamaz...
İnsanlar beynin yeteneklerinin ortalama yüzde yedisini kullandığı ileri sürülüyor.
İnsan beyninin yetenekleri insanların kavrayamayacağı kadar fazla olduğu öngörülüyor. 
Çünkü Yaratıcı'sı ona '' ruhundan üflemiştir ''

İnsan beyni yorulmaz. Zihnen çalışanların yorgunluk hissetmeleri antrenmansızlıktandır. Nasıl ki fazla çalışmayan vücut kasları biraz hareket ile aşırı yorgunluk tepkisi vermektedir. Çalışmaya pek alışkın olmayan, günlük rutin çalışmanın dışına çıkamayan beyinler biraz zorlanınca yorgunluk ve sürmenaj hissi gösterirler. Yani beyin yorgunluğunun sebebi de antrenmansızlıktır.

Bunama olayı, beyinlerini kullanmayan basit ve sıradan insanlarda görülür. Çok ileri yaşlara kadar zihinsel çalışan devlet ve bilim adamlarından bunayanını göremez ve duyamazsınız...

Düşünmeye, fikir ve bilgi üretmeye alışmış yani çalışan beyinler yorulmazlar, enginlere açılırlar...
Büyük çözümlerin, buluşların, keşiflerin ve icatların sırrı buradadır.
Bir konuya ilgi duymak.
O konuya çok yoğunlaşmak.
Hemen akla gelebilecek açıların yanında, farklı açılardan da bakabilmek.
O güne kadar bakılmamış ve fark edilmemiş açıları görmek ve denemek...

Burada bir örnek vereyim:
Karşıda bir cisim var. O cismin çevresinde de o cismi görebilen beş adet pencere var. Kişi hep o pencerelerden birinden bakarsa hep aynı şeyi görür.
Bir gün, 1 ay veya beş sene de geçse sonuç değişmez.
Ama diğer pencerelerden de bakmayı akıl ederse, denerse durum değişir. O cismin farklı yönlerini, özelliklerini de görmek, fark etmek imkanına kavuşur.
İşte insanın ve insanlığın ilerlemesi, gelişmesi ve çok uzun süreli kangrenleşmiş problemlerin çözüm sırrı burada yatmaktadır.
Konuya farklı açılardan yaklaşmak.
O güne kadar denenmemiş fikir ve düşünce alanlarını ve açılarını bulmak.
Onlara yoğunlaşmak;

Yani ENDİ DÜŞÜNCESİNE ZİNCİR VURMAMAK, VARSA DÜŞÜNCE ZİNCİRLERİNİ KIRMAK ...

Allah'la '' pazarlık '' olmazz !...

Dinimizde yaygın şekli ile '' Mirac mucizesi '' olarak bilinen olay, İsrâ ve Mirac olmak üzere iki bölümden meydana gelmektedir. İsr'a Kur'an'da, Mirac ise hadislerde bildirilmiştir.

İsrâ  Kur'an'da şöyle açıklanmaktadır:
'' Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye ( Muhammed ) kulunu Mescid-i  Haram'dan [ Mekke'de ortasında Kâbe'nin bulunduğu mescid ]  çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksâ'ya  [ Kudüste, Mescid-i Haram'dan sonra yeryüzünde yapılan en eski mescid ]  götüren Allah, noksan sıfatlardan arınmıştır. ''  ( 17 / 1 )
Görüldüğü gibi olayın Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksâ'ya kadar olan kısmı bu ayette anlatılmaktadaır. İsrâ; gece yürütmek demektir.

Mirac ise sözlükte merdiven, yukarı çıkmak, yükselmek, yükselme aracı ve yükselme yeri gibi anlamlara gelmektedir. Dini literatürde ise Mirac; İsrâ olayının Mescid-i Aksâ'dan sonra gerçekleşen Peygamber'in semaya yükselmesidir. Mirac olayının ruhen m, yoksa hem ruhen hem de fiziken mi gerçekleştiği hakkında farklı iki görüş vardır. Hz. Muhammed'in fiziki olarak Allah'la görüşmüş olması mümkün değildir. Çnkü  6/103 ayetinde '' Gözler onu idrak edemez ''  buyuruluyor. Bu ayete göre bırakın Allah'la defalarca pazarlık etmesini O'nun bir insan olarak Yüce Yaratıcının karşısına gelip onu görmesi mümkün değildir.

Şimdi gelelim; Mirac ile ilgili -- hadislerin en uzunu olup, sayfalar süren  --  hadis iddiasına. Özetle şöyle:
'' Hz. Muhammed Mirac ( yükselme ) sırasında Allah ile 7. gökte görüştüğünde, Allah önce günde 50 vakit -- rekat değil --  namazı emrediyor. Fakat neyse ki 6. gökte bekleyen Hz. Musa tekrar Hz.Muhammed'e Allah'tan bunu düşürmesini  tavsiye ediyor.7. gökteki Allah ile 6. gökteki Hz. Musa arasında 5 kez gidip gelen Hz. Muhammed'in sıkı pazarlığı sonucu namaz vakitlerinin sayısı 50 den beşe düşüyor !... ''

Sıra geldi bu hadis iddiasında  olan  --  Yahudi masalcılarının parmak izlerini taşıyan -- sözlerin çürük noktalarına:
Kur'an'da  ''  Allah bir kişiye asla taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez  '' mesajını veren şu 4 ayet var:
2 / 286 --  6 / 152 --  7 / 42 --  23 / 62

Allah'ın ilk olarak insanlara günde 50 vakit namaz emrettiğini söylemek, ki bu gündüz gece her 28 dakikada bir namaz kılmak  anlamına gelir ki; Bu ayetlere ters düşer ve insanların  uyumadan 24 saat boyunca ibadet etmesini gerektirir , bu da tüm fizik ve yaratılış kanunlarına uymaz. Ayrıca '' çok merhametli olan '' Yaratıcı'nın  merhametini inkar etmek demektir.

Sonra, bu uydurulan hikaye Hz. Muhammed'in zekasına da hakaret eder. Bununla da kalmayıp Allah'ı zalim bir patron, [ Hâşâ ]  Hz. Musa'yı da  Peygamber'imizi yönlendiren akıl hocası konumuna sokar.
Üstelik namaz ilk defa, Peygamber'imiz ve Kur'an'la değil şu ayetlerle b elirtildiği gibi  Hz İbrahim ile başlamıştır:
!7 / 1, 78  -- 53 / 1, 182, 183  --  2 / 124,125  --  2 / 238  --  11 / 114  --  24 / 58

Ne yazık ki bu meşhur hadis söylentisi akıl, mantık ve Kur'an terazisine vurulmadan nice benzer hadis iddiasında olan sözler gibi  kabul edilmiş ve neredeyse akademisyenler, ilahiyatçılar ve  araştırmacıların büyük çoğunluğu tarafından eserlerine alınarak bugüne kadar getirilmiştir. Herhangi bir din adamına sorun, -- inanmış olarak -- heyecanla bu uydurma söylentiyi size aktaracaktır.


Not: Bu yazının hazırlanmasında  Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlarından '' DİNİ KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ '' ( Sayfa: 327, 428, 429, 443 ) ve OZAN Yayıncılık yayınlarından Dr. Edip Yüksel'in '' İslami Reform İçin MANİFESTO ''  ( Sayfa: 71 )  isimli eserlerden yararlanılmıştır.

Alevilik ve Şiilik arasındaki farklar...




Alevilik ve Şiiliğin ortak noktasının Hz. Ali'ye bağlılık olduğu genellikle bilinen bir husustu. Herhalde bir farklılıkları olmalıydı ki, ayrı birer inanç ekolü idiler. İşte bu farkları merak ettim.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Dini Kavramlar Sözlüğü'ne müracaat ettim. Aradığım cevabı bulamadım. Sonra da İnternet'te araştırdım. Sonuçlarını sizinle paylaşayım dedim.

Önce ortak yanlarını ele alalım:

Alevlilke Şiiliğin, Hz.Ali, Ehli Beyt ve 12 İmam sevgisi dışında ortak bir yanları yokmuş ve bu sevgi de farklı boyutlarda imiş.

Şimdi gelelim farklı yönlerine:

===   Şiilikte ibadet camide yapılır.
**** Alevilikte ibadet cemevinde yapılır.

===  Şiilikte imam vardır.
****  Alevilikte Pir-Mürşit-Rehber ve ana vardır.

===  Şiilikte ezan ibadette çağırır.
****  Alevilikte ibadete 12 hizmet erbabı Peyikçi çağrı yapar.

===  Şiilikte ibadet haremlik, selamlıktır.
****  Alevilikte ibadet; er ile bacı, can olarak yerine getirilir.

===  Şiilikte ibadette kıbleye/Kâbe´ye dönülür
****  Alevilikte yüzyüze, cemal cemale dönülür.

===  Şiilikte şeriat kapısı vardır.
****  Alevilikte 4 kapı 40 makam inancı vardır.

===  Şiilikte mezhep/inanç merkezi Necef’dir.
****  Alevilikte inanç merkezi Pir Hacı Bektaş-i Veli’dir.

===  Şiilikte ibadette müzik günahtır.
****  Alevilikte müziksiz sazsız semahsız ibadet olmaz.

===  Şiilikte ramazan orucu vardır.
****  Alevilikte muharrem orucu vardır.

===  Şiiler şeriattan yanadır.
****  Aleviler Hakk ve hakikattan yanadır.

===  Şiilerde ibadet Farsça veya Arapçadır
****  Alevilerde ibadet anadilde yapılır.

===  Şiilikte tanıklık ve bağlılık vardır
****  Alevilikte ikrar verme vardır

===  Şiilikte Müta nikahı, çok eşlilik vardır
****  Alevilikte tek eşlilik esastır.

===  Şiilikte kadınlar çarşafa kapanmak zorundadır.
****  Alevilikte örtünme şartı yoktur.

===  Şiilikte zahiri (yüzeysel) yorum vardır.
****  Alevilikte batıni (içsel) yorum vardır.

8 Kasım 2017 Çarşamba

Kuantum sıçrama







Yüce Yaratıcı’mızın kendi ana bilgisayarı ve her insan için görevlendirdiği meleklerin bilgiyarlarından başka insan vücudunda ve beyninde 3 bilgisayar daha var: Bilinç ve hafıza bilgi sayarı, bilinçaltı bilgi sayarı ve bilinç altınında altında bulunan, R. Şanal’ın eserlerinde ‘’ SÜRÜNGEN BEYİN ‘’ diye isimlendirdiği bilgisayar. İlk bilgisayara insan kolayca hükmedebiliyor. Kayıtlarının çoğunu istediği gibi değiştirip düzeltebiliyor. Bilinçaltı bilgisayarına hükmetmek ise pek kolay değil. Kayıtları insanın bilincinin dışında gerçekleşiyor. Değiştirilmesi zor, ancak dışarıdan uzmanlarca ve bazı hallerde mümkün olabiliyor. Bu ilk iki bilgisayar insanların beyninde. Üçüncü bilgisayar ise insan hem beyninde ve hem de toplam sayısı trilyonlarca olan tüm hücrelerinde. Bu sebepten bu bilgisayarın kayıtlarına insanın kendisi pek hükmedemiyor. Bu üçüncü bilgisayar insanın koruma içgüdüsü paralelinde insanın kendisini korumasını ve kendisini güvende hissetmesini hedeflemiş durumda. Akıl ve mantıkla pek ilgisi yok. İnsan kendisini korumasını bu bilgisayara ‘’ sevgisizlik ‘’  ile kodlamışsa, devamlı sevgisizlik arıyor, buluyor ve kendini sözde – güvenceye – alıyor. Kendisini başarısızlık ve parasızlıkla  - bilmeden istemeden – kodlamışsa beyinde oluşan Kuantum alanı ile ilgili düşünce enerjilerini bu şekilde oluşturuyor ve etrafına ve ilgili alanlara bu şekilde sinyaller vererek tüm başarısızlık ve parasızlık oluşumlarını kendine çekiyor, gerçekleştiriyor. İnsan ne yapsa bu olgudan kurtulamıyor. Kader zannediyor ve pek çabalamadan kabullenme yoluna gidiyor.

İnsanın inançlarını değiştirmesi neden zor ? Bir örnekle açıklayayım: Dini bakımdan inançlı bir insanı ele alalım. İnançlarında bazı konular yasak yani günah olarak mutlaka vardır. İşte Böyle bir durumda isteğinin olabilmesi için inançlarının değişmesi söz konusu ise bu mümkün olabilir mi ? İlkeli ve prensipli bir insan içinde aynı durum söz konusu. Ben inancımı değiştiriyorum, haramı helal yaptım demekle, veya ilkelerine ihanet etmek durumunu kabulleniyorum diye kendini zorlamakla gerçekten öz de ve tüm hücrelerine kayıtlı inançları, ilkeleri değişebilir mi ? İşte bu çok zor hatta imkansız. 

Çünkü inançlar ve ilkeler uzun zaman sürecinde oluşuyor. Bunları değiştirmek ve vazgeçmek, bir ölçüde insanın kendini inkar etmesi anlamını taşıyor.

Bu sebepten insan işte bu Sürüngen Beyin bilgisayarı kayıtlarını değiştiremiyor. Öncelikle kaydın ve kotların ne olduğunu bilmiyor, bilemiyor ve bilse dahi etkileyemiyor. Çünkü tüm hücrelerine kayıtlı. Çünkü bilinç altının da altındaki gerçek inançları ile ilgili. Çare; kodların yani inançların değişmesi. Bu da çok zor. İşte Kuantum Düşünce konusu burada başlıyor. İnsanın düşündüğünü yaşıyor. Daha doğrusinandığını yaşıyor. Bu döngüden kurtuluş nasıl olacak  ?
Kuantum düşünme konusunu tekrar başa saralım. İnsan düşüncesi atom altı foton denilen enerji parçacıkları halinde. Fizik kuralları dışında. Başka beyinleri, cisimleri ve olayları etkiliyor. İnsanın düşüncelerinin gerçekleşmesini sağlıyor. Tabii ki üçüncü bilgisayar yani Sürüngen Beynin kayıtlarına uyuyor ise. İşte Kuantum Düşünce Tekniği konusu bu alanı kendi görev alanına alıyor. İnsan düşüncesini nasıl kontrol altına alacak, menfaatleri ve istekleri doğrultusunda nasıl yönlendirebilecek ?
Dayanağı da yine dinden ve Kur’an’dan. İnsanın her istediği olabilir mi ? Her düşüncesi gerçekleşebilir mi ? Evet gerçekleşiyor. Çünkü Allah insana kendi Tanrısal özelliklerinden vermiştir. Yani ruhundan üflemiştir. ( 15/29, 38/71-74 ) Ve yeryüzünde onu Kendisinin HALİFE’si kılmıştır. ( 2/30, 6/165, 7/69, 74, 10/14, 73, 27/62, 35/39, 38/26 ) Evet tam 9 yerde insanı yeryüzünde kendi halifesi yani vekili kıldığını söylüyor.

Gelelim KUANTUM SIÇRAMA konusuna. İşte insan, kendisinin bu özelliklerini bilir, çok zor olan inançlarına da hükmedebilir ve gerekirse değiştirebilir, düşüncesini gerçek istekleri doğrultusunda yönlendirebilir ve kullanabilirse kuantum alanında sıçrama yapmış oluyor.


Not: R. Şanal'ın Kuantum sıçrama adlı eserinden yararlnılmuştır

Mutluluğun 40 formülü ( Kur'an'a göre )







Bu  ilginç bilgiyi, Oku -Yorum Yayınları'ndan Sait Çamlıca'nın '' Stresli İman '' isimli eserinde buldum. Sizinle paylaşıyorum. İşte formüller ve Kur'an'daki yerleri:

1 - Kibirli olma, alçak gönüllü davran   ( İsra 37 )
2 - Kendini fazla abartma  ( Müddesir 1 - 5 )
3 - Her şeyin üstesinden gelemeyeceğini asla unutma   ( Tekvir 25 - 27 )
4- Çaresizliğin tuzağına düşme. Her zaman bir umut ışığı olduğını aklından çıkarma   ( Bakara 156 )
5 - Her şeye hakim olmak için uğraşıp hayatı yaşanmaz hale çevirme   ( Beled 5 - 6 )
6 - Büyüklük kompleksine kapılıp, insanları ezerek arkadaşlarını kendinden uzaklaştırma   ( Hucurat 10 )
7 - İyiliği karşılık beklemeden yap   ( Muhammed 7 )
8 - Tek başına mutlu alamayacağını bil. Çevrenin mutluluğu için gayret göster   ( Rum 21 )
9 - Ölümden korkmak yerine ölüm gerçeği ile yüzleş   ( Vakıa 83 -84 )
10 - Yaptığın iyilikleri unut. Onları anlatarak değerlerini düşürme   ( Bakara 263 )
11 - Sana yapılan kötülüğün karşılığını verme. Öfkenin dinmesini bekle   ( Furkan 63 )
12 - Seni huzursuz edecek işlerden uzak dur. İhtirasını törpüle   ( İnşirah 1-3 )
13 - Eleştirinin keskin bir bıçak olduğunu unutma. Söyleyeceklerini iyi tart   ( Maun 4 - 5 )
14 - Hiç bir sırrın sonsuza kadar gizli kalamayacağını bil   ( Mücadele 7 )
15 - Çıkarcı olma. Adil davran   ( Rahman 7 - 9 )
16 - Kibrine yenilip hep daha fazlasını isteyerek hayatını zehir etme   ( Tekasür 1 - 2 )
17 - En zor zamanda bile kesinlikle ümitsizliğe kapılma   ( Tevbe 40 )
18 - Senden iyi durumda olanlara bakıp üzüleceğine, senden zor durumda olanları görüp rahatla  ( Fatır 19 - 22 )
19 - En sevdiğin şeyleri başkaları ile paylaşmanın keyfine var   ( Fecr 27 - 28 )
20 - Hayatının vazgeçilmezleri olsun. Onları küçük çıkarlar için asla feda etme   ( Hakka 33 - 35 )
21 - Muhatabına güvenmek istiyorsan, önce sen güvenilir ol   ( Haşr 10 )
22 - Yazdıklarının ve yaptıklarının peşini bırakmayacağını unutma. Gücünü insanların yararına kullan        ( Kalem 1 - 2 )
23 -  Bencil olma tebrik etmeyi bil   ( Münafıkun 4 ) 
24 - Yalandan uzak dur   ( Saff 2 )
25 - Modern hayatın çarpıklaştırdığı kadın- erkek ilişkilerinin,  hayatını esir almasına izin varme   ( Yusuf 32 - 33 )
26 - İyi bir dostun paha biçilmez olduğunu aklından çıkarma   ( Ankebut 41 )
27 - İyilik yapma arzusunu şarta bağlama. Vermek almaktan daha büyük bir ihtiyaçtır, asla unutma       ( Al-i İmran 92 )
28 - Önyargılarla hayatı kendine zehir etme   ( En'am 50 )
29 - Bildiklerinle açıklayamadığın şeyler, hayatının kabusu olmasın   ( En'am 60 )
30 - Korkularının tutsağı olarak yaşamaktan vazgeç   ( Felak 1 - 5 )
31 - Kendini hep daha iyiye ulaşmak zorunda olduğuna koşullama   ( Hacc 46 )
32 - Merhametli olmaktan asla vazgeçme   ( İbrahim 42 )
33 - Anne ve babana üff bile deme   ( İsra 23 )
34 - Kendini sürekli övmekten uzak dur   ( Nisa 149 )
35 - Vazgeçilmez olmadığını kabul et   ( Yunus 12 )
36 - Sözünde durmamanın utanç verici olduğunu aklından çıkarma   ( Enfal 56 )
37 - Heveslerini kendine ilah etme   ( Furkan 43 )
38 - İnanma duygunu diri tut   ( Necm 3 )
39 - Karar verirken, vicdanının sesini duymamazlıktan gelme   ( Nisa 58 )
40 -  Alemleri ve seni yaratan Rabbine daima teşekkür ve hamd ( övme ) duyguları ile dolu ol   (Fatiha 1 

31 Ekim 2017 Salı

Bu görevden alma yöntemi '' şık '' olmadı !...







İstifaya zorlanarak görevden ayrılmaları istenen belediye başkanlarına uygulanan bu -- eski deyimle azil -- yani  görevden alma yöntemi  '' şık ''  yani doğru olmadı.
Efendim istifa ettiler falan denmesin bu işlem net olarak '' görevden alma '' oldu.
Neden ? 
Çünkü parti yönetimi kendi atadığı il ve ilçe başkanlarını bu şekilde görevden alabilirdi. Kimsede bir şey diyemezdi.
Ama istifaya zorlanan kişiler halkın oyu ile seçilmiş kimseler. Yanlışları, kusurları varsa idari takibat yapılır, sonra da gerekirse adli makamlara iletilirdi. Partinin imajı zedelenmesin diye yanlış bir uygulamaya gidildi. Vatandaşın aklında cevaplanmamış  sorular takıldı kaldı.
Eksikleri, kusurları, yanlışlıkları, suçları neydi ?...
Yolsuzluk ve kanunlara aykırı davranışları söz konusuysa neden adli takibat yapılmadı ?
Ve de görevden alınan başkanlar halkın nazarında şaibe altında bırakıldılar.

Ayrıca AK Parti'de şaibe altında kaldı:
Bu başkanlar önemli bir kusurları oldu da, böyle istifa ettirilerek hatalar ört bas mı edilmek isteniyor ?

Ayrıca demokrasi de, gelenek ve teamüller bir kenara itilerek  şaibe altında bırakıldı.

AK Parti yöneticileri '' partinin imajını zedelememe '' görüntüsü altında, sanıldığının aksine partilerine ve kendilerinin imajlarına büyük zarar verdiler.

Artık çok bilinçli hale gelen toplumumuz '' BEN YAPTIM, OLDU '' dayatmalarını kabul etmiyor ve zihninde kapalı ve karanlık noktaların kalmasından  rahatsız oluyor
!...

24 Ekim 2017 Salı

Kitap '' yayınlatmak '' çileli bir iştir !...






’' Her yiğidin gönlünde bir aslan yatar ‘’ tam da eli kalem tutanlara göre bir ata sözüdür. Biz blogcuların çoğunun gönlünde de bir kitabımızın yayınlanması hayali vardır. 
Benim eserim diyebileceği bir kitabı olmasının...

Bu konuda iki deneyimim olduğu için size bir şeyler, ama ‘’ gerçekçi ‘’ bir şeyler söylemek istedim. Bu arada hemen belirtmeliyim ki, size güzel, cesaretlendirici bir şeyler söylemeyi de çok isterdim. Ama gerçekler hiç de öyle değil.

Kitap yayınlatmak çileli bir iştir. İsim yapmış, kitapları yayınlanan ve bir çok baskı yapan yazarlar da dahil. Kitap bir kişinin beyninin ürünüdür, eseridir. Mantıken, maddi açıdan en çok pay almak onun hakkı olmalıdır. Fakat uygulamada satış fiyatı üzerinden yazara düşen hisse % 10-15 ve hatta en iyimser bir tahminle % 20 dir. Ayrıca ilk kitap için hiç telif ücreti ödememe veya % 6 gibi çok düşük oranda ücret ödeme seçenekleri de söz konusu.
Bunu da alabilmesi, yayıncının kapısını defalarca aşındırması, ‘’ bu gün git yarın gellerle uğraşması ve küçük taksitlere razı olması ile mümkün olur.
Tabii ki bu anlattıklarım tanınmış isim yapmış, kitapları satan yazarlar için geçerlidir.

Dağıtım firmaları ile irtibatlı büyük yayınevleri, tanınmamış yazarların eselerini – ne kadar olağan üstü, güzel ve önemli de olsa dahi – yayınlamaya yanaşmazlar. Çünkü onlar için çok risklidir, kör kuyuya taş atmak, karanlıkta bir mum yakmak gibidir. Çünkü satmaz. Kendi açılarından da haklıdırlar. Masraflarını dahi kurtarmaları mümkün olmayabilir.

Deneyimlerimden kısaca bahsedeyim:
İlk deneyimim bir ders kitabı. 35
sene önce, bir kamu kurumu özel meslek lisesine, kendi isteğimle meslek dersleri öğretmeni olarak atandım. Görevlendirildiğim derslerin hiç birinin bir sayfa dahi olsun ders notu ve ders kitabı yoktu. Bir kaçı için ders notu hazırladım. O zaman fotokopi de yok. Teksir makinası ile ve samanlı kağıtlara çoğaltarak hallettim. Bir tanesini iki sene üzerinde çalışarak kitap haline getirdim. Bir dilekçe ekinde bağlı olduğumuz genel müdürlüğe gönderdim. Genel Müdürlük kitabın tetkiki için bir komisyon oluşturdu. Komisyon üyeleri hayatlarında eğitimle hiç ilgilenmemiş, bir satır dahi bir şey yazmamış mühendis teknisyenlerden oluşuyordu. Ders kitabımı aylar süre inceledikten sonra bir rapor düzenlediler. Raporlarında; eğitim bakımından hiç gereği olmayan, 40-50 madde halinde, eksik ve fazla buldukları hususlar vardı.
Kendileri hiçbir şey üretmeyen çapsız insancıklar, başkalarının üretmesine de geçit vermiyorlardı.

İnat ettim. Kitabı yeniden yazdım, şekillerini yeniden çizdim. Yine aylar süren inceleme. Sonuç yine eksik ve fazla listesi. Tekrar azimle direniş ve tam iki sene uğraşıdan sonra komisyonda geçti. Yayınlanma kararı çıktı. O günün parası ile yaklaşık iki maaşım kadar bir telif ücreti aldım.

İkinci deneyimime gelince:
Kur’an’ın matematiksel mucizevi yönüne tarif edilemez bir ilgi duyuyordum. Yaklaşık 15 sene kadar, inceledim araştırdım. Bulgularımdan önemlilerini bir kitap haline getirdim. – Ömer Çelakıl gibi kehanetle falan uğraşmadan --  Kitap taslağını aldım. İstanbul’a gittim. Belli başlı dini yayınevlerini dolaştım. Yukarıda belirttiğim gerekçelerle yayınlamayı kabul etmediler. Ancak, Ankara’da küçük bir reklam ajansı yayınlamayı kabul etti. Bilgisayarda yazdılar, bir müddet sonra bana, ön taslağı düzeltme yapmak üzere gönderdiler. Her sayfada 3-5 yanlış. Çünkü yayıncı, kitabımı bilgisayarda ilk okul mezunu bir gence dizdirmişti.  Düzeltmeleri yaptım. Kitaptan 2500 nüsha basıldı. Baskıdan çıkan bir nüshayı inceledim. Yine çok kritik ve önemli yerde 10 kadar yazım hatası vardı. Şok oldum. Fakat basılmıştı. Yapılacak bir şey yoktu. Bütün heyecanım söndü. Zaten yayıncı zatta da üç kağıtçının tekiydi. Bana 100 nüsha kadar verdi. Bende onları elimle düzelterek eşe dosta ve arkadaşlara dağıttım. 15 sene emek verdiğim bu eser için beş kuruş dahi telif ücreti almadım. Neyse ki ben cebimden baskı masrafı ödemedim.

Sonuçta, yazar olarak tanınmamış, olumlu veya olumsuz bir şekilde şöhret olmamış kimselerin eserlerinin yayınlanması mümkün değil. Kendi cebinizden karşıladığınız masraflarla yayınlatsanız dahi, dağıtım kanallarına girmeniz ve kitapçılara dağıtmanız olanaksız. Ancak MB’de örneğini gördüğümüz gibi kitabınızı blog sitemizde duyurmanız mümkün olur. Bununla dahi bir baskıyı tüketmeniz çok zor. Yani sözün kısası yayınlatmak bir mesele, haydi yayınlandı varsayalım, büyük kitlelere ulaşamadıktan sonra yayınlamanın da bir anlamı olur mu ?

Ben derim ki; eğer konu manevi tatmin ise BLOGSPOT:COM’ da yazılarınızı yayınlamaya devam edin. En azından kısa sürede tüm dünyada yayına giriyor. Az sayıda da olsa Oralarda bulunan Türkler hemen okunuyor. Kaç kişi okuduğunu biliyorsunuz ve yorum olarak tepkileri yine hemen alıyorsunuz. Ayrıca bazı kaynak olma özelliğinizdeki yazılarınız Google'de iyi bir yer buluyor, senelerce denebilecek düzeyde sürekli okunuyor.

Kendi cebinizde masraflarla çoğaltmanız ve sonrasında hayal kırıklığına uğramaya değer mi?

Blinç altının da '' altında '' NE VARMIŞ ?...





Kişisel bilinç ve bilinçaltı kavramlarını Sigmund Freud tüm dünyaya tanıtmıştı.
Freud’a göre kişisel bilinç, insanların farkında olduğu duygu, düşünce, anı ve arzuları ifade ediyordu..

Bilincin altında, daha derin bir seviyede bireyin bilinçaltı bulunuyordu. Freud’a göre bilinçaltı şunlardan oluşmaktaydı:
** Kişinin en ilkel dürtüleri ve iç güdülerinin, kişilik unsurlarının, çocukluk anılarının, bastırılmış hafızası,
** Tüm iç çatışmaları. Biz pek farkında olmasak da tüm bu öğelerin düşündüğümüz, yaptığımız ve söylediğimiz her şeyde çok belirgin rolü vardır

Biz pek farkında olmasak da tüm bu öğelerin düşündüğümüz, yaptığımız ve söylediğimiz her şeyde çok belirgin rolü vardır.

Yine Freud’a göre bilinç ve bilinçaltı insan davranışının altında yatan en önemli iki unsurdur.
Freud’un öğrencisi Analitik Psikolog Carl Jung bu görüşü daha ileri götürmüş, insanın bilinçaltının daha derininde daha etkili bir katman olduğunu düşünmüş, bilinçaltının da temeli olan bu katmana ‘’ Kollektif Bilinçaltı ‘’ ismini vermiştir. Jung’a göre, bilinç ve bilinçaltı, kişisel deneyimlerden oluşmakta, Kollektif Bilinçaltı ise doğuştan getirdiğimiz dürtüler ve farkındalık unsurlarını temsil etmektedir. Bu unsurlar insan türünün her bireyinde ortak olan bilinçli deneyimler bütününün parçalarıdır.
Kişisel bilinçaltı, kişisel deneyimler ve kişisel gelişim kaynaklı iken, kişinin Kollektif Bilinçaltı, insan türünün gelişimi esnasında oluşur ve bu nedenle tüm insanlar için ortaktır.

Yani Kollektif Bilinçaltı, kalıtımsal yapımızın bir parçasıdır. Dolayısı ile içeriği her yerde ve tüm fertler için aynıdır.
Jung gibi Emanuel Kant’da bir dizi önceden programlanmış algı modu ile dünyaya geldiğimizi ileri sürmektedir.

Jung bu öngörüsüne, tüm kültürlerdeki mitolojilerin benzer öğeleri taşıdığını taşımasını delil olarak göstermiştir.
** Judeo-Hıristiyan aleminin Eski Ahit ve İncil’ini,
** Zerdüşt’ün Avesta’sını,
** İskandinav Edda’larını,
** İzlanda Saga’sını,
** Müslümanların Kur’an’ını,
** Homer’in İlyada ve Odysey Destanları’nı,
** Virgil’in Aneid’ini
** Judeo-Hıristiyan aleminin Eski Ahit ve İncil’ini,
** Zerdüşt’ün Avesta’sını,
** İskandinav Edda’larını,
** İzlanda Saga’sını,
** Müslümanların Kur’an’ını,
** Homer’in İlyada ve Odysey Destanları’nı,
** Virgil’in Aneid’ini,
** Kelt mitolojileri’ni,
** Urartu Çivi Yazıları’nı,
** Japonların Kojiki yada Nihongi’lerini,
** Babil Hikayeleri’ni,
** Suriye ve Filistin mitlerini,
** Çin Efsaneleri’ni,
** Hint Rig Veda’nın Mahabbarata’sını, Ramayana’sını,
** Thevedaa Budistleri’nin Vinanatthu’sunu,
** Havai, Güney ve Orta Aamerika ve çeşitli Afrika kültürlerine ait mitolojileri,
** Ortaçağ Simyacı’larını;
** Mısır ve Tibet Ölüm Destanları’nı,
Araştıran Jung, tüm kültürlerin yazılı metinlerinde ortak temalarla karşılaşmış ve ‘’ Kollektif Bilinçaltı ‘’ kavramına böyle ulaşmıştır.

Kollektif Bilinçaltı konusunda yapılan araştırmalarda insanların '' din inancı ihtiyacının  '' onların üzerinde en az cinsellik ve saldırganlık kadar kuvvetli bir etkiye sahip olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Kısacası insanın bilinçaltının da altında  '' A L L A H '' varmış.

NOT: Bu yazının hazırlanmasında Kalemus Yayınları'ndan Matthew Alper'in '' TANRI YOLCULUĞU - İnsan Ruhsallığı Ve Tanrıya Dair İpuçlar

BEYİN KRİZİ !...






Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ölüm sebepleri sıralaması şöyle:

1 – Kalp krizi, 
2 – Kanser
3 – Beyin krizi

Kalp krizi ile kanseri bilmeyen yoktur. Beyin krizi sözlerini ise pek duymamış olabilirsiniz. Bu satırların sahibi olan ben de duymamıştım. Ta ki bundan yaklaşık 16 sene önce bir ağabeyimizin anevrizma ( beyin damarındaki baloncuk ) sonucu beyin kanaması geçirip onu kaybedişimize kadar. Sonra konuya ilgi duydum, inceledim ve bu hastalıkla ilgili olarak şehrimizde düzenlenen konferanslara katıldım.

Beyin krizinin aciliyet bakımından kalp krizinden de öncelikli olduğunu öğrendim. Kısaca size tanıtmaya çalışacağım.

Beyin krizi geçiren hastaların 1/3 ü krizleri sırasında ölüyor. 1/3 ü sakat olarak ve kısmen veya tamamen başkasına bağımlı olarak yaşamlarını sürdürüyor. 1/3 ü ise tam olmasa bile başkasına muhtaç olmayacak derecede iyileşerek normale dönüyor.

Beyin krizi genel olarak iki şekilde gerçekleşiyor.

1 – BEYİN ENFARKTÜSÜ: Beyinde temiz veya kirli kan taşıyan bir damarın beyne gelen bir pıhtı veya damar sertliği parçacığı ile tıkanması veya bir damarın ileri derecede büzüşerek beynin kansız, dolayısı ile oksijensiz kalması.

2 – BEYİN KANAMASI : Beyindeki bir damarın çatlayarak beyin içine kanaması.

Ülkemizde beyin krizi olaylarının % 71 i beyin enfarktüsü, % 29 kadarı ise beyin kanamasıdır.

İki yarım küre, beyin sapı ve beyincikten oluşan tüm beyin, yoğun bir damar ağı ile kan almakta ve vücudun % 2 kadarını oluşturduğu halde tüm vücut kanının % 18 beyni beslemek üzere, boru şeklindeki temiz kan damarları ile beyne gitmektedir. Dolayısı ile kansızlığa en duyarlı bir organdır.

Beyin enfarktüsü geçici olabildiği kalıcı da olmaktadır

Beyin enfarktüsü sebepleri:

Damar sertliği
Şah damarında % 70 in üzerinde daralma
Hipertansiyon atakları ( ani yükselme )
Boyun omurlarında kireçlenme
Kalp hastalıkları ( Ritim bozuklukları, kapakçık hastalıkları ), 
Kanda yağ fazlalığı ( Kolestrol )
Kanın koyu oluşu
Şeker hastalığı. Ani şeker düşmesi
Beyin tümörü
Şiddetli kafa darbesi
Beyinde damar yumağı veya dev anevrizma ( baloncuk )
Aşırı sigara ve alkol

Enfarktüs belirtileri:

Ani baş dönmesi
Ani görme bozuklukları – Çift görme
Ani ve şiddetli baş ağrısı
Ani yürüme ve denge bozukluğu
Ani kulak çınlaması ve sağırlık
Geçici yarım felç, kol ve bacakta kuvvetsizlik, beceriksizlikler
Geçici uyuşma, karıncalanma ve keçeleşmeler
Geçici konuşamama ve söylenenleri anlayamama

Beyin Kanamasını yukarıda tanımladık.
Şimdi sebeplerine bir göz gezdirelim:

Hipertansiyon
Şişmanlık
Damar sertliği
Horlama
Sigara
Kan yağlarının fazlalığı
Kalp hastalığı
Kanın koyu oluşu
Şeker hastalığı
Aşırı alkol kullanımı
Anevrizma ( Beyin damarının baloncuk yapması )
Damar yumağı mevcudiyeti
Kan hastalığı
Kafa travması
Yüksek dozda kan sulandırıcı ilaç
Beyin tümörü
Uyuşturucu

Beyin kanaması sonuçları :

Ölüm % 50-60 ilk günlerde. % 30 ilk haftada . % 45-5- ilk 3 ayda. % 50 ilk 5 yılda
Yaşayanların % 60-65 ‘ inde kalıcı özürlülük olur.

Beyin krizinden korunma yöntemleri :

Yüksek tansiyon ve kalp kontrol altında tutulmalı
Sigara, alkol, uyuşturucu kullanılmamalı
Kanı sulandırıcı girişimlere yönelinmeli : Günde 7 – 8 bardak su ve düşük doz ( 100-150 mg Aspirin )
Şeker hastalığı kontrol altında tutulmalı
Damar sertliği ile mücadele etmek amacı ile bol sebze, meyva, zeytinyağı yenmeli. Yağlı ve kızartma etten sakınmalı.
Ani sevinç ve hiddet tepkilerinden kaçınmalı

SAĞLIKLI GÜNLER DİLEKLERİMLE

Not: Bu yazının hazırlanmasında Türk Beyin Ve Damar Hastalıkları Derneği Yayını. Prof.Dr. Gazi Özdemir’in BEYİN KRİZİ NEDİR ? isimli broşüründen faydalanılmıştır.

23 Ekim 2017 Pazartesi

AHİRET HESABI BASİT : Sevaplar ( + ) Günahlar ( -- )





Kur'an dikkatlice incelendiğinde ahiret hesabının basit olduğu görülüyor. Ahirette günahlar için ayrı ayrı cezalandırma olmayacaktır. Aynı şekilde sevaplar için de ayrı ayrı ödüllendirme söz konusu değildir. Kur'an, değerlendirmede, ''günah ve sevap''  kelimelerinden ziyade iyilikler ve kötülükler kelimelerini tercih etmektedir.

Her kişi için İlahi değerlendirmede iyilik ve kötülük davranışlarının her birinin bir ağırlığı yani bizim anlayacağımız şekilde ( + ) ve ( - ) değerleri olacaktır. İyiliklerin ağırlığı, kötülüklerden fazla olduğu takdirde kul cennet ile ödüllendirilecek, aksi durumda yani kötülüklerin fazla olması halinde de cehenneme konarak cezalandırılacaktır.

Bunu nereden anlıyoruz ?

İşte bu bir yoruma delil olabilecek ayetlere örnekler:

'' Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze yakın vaktinde namaz kıl. Çünkü iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlar için bir öğüttür.  ''   ( 11/114 )

'' Allah İsrail oğullarından söz almıştı ve içlerinden on iki başkan göndermiştik, Allah demişti ki: ' Ben sizinle beraberim, eğer namazı kılar, zekatı verirseniz; elçilerime inanır, onlara yardım eder ve Allah'a güzel borç verirseniz, elbette sizin günahlarınızı örterim ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere sokarım..... ''  ( 5/12 )

'' İnanıp iyi işler  yapanların, mutlaka kötülüklerini örteceğiz ve onları, yaptıklarının en güzeliyle mükafatlandıracağız.  ''  ( 29/7 )

'' Ancak tevbe edip inanan ve faydalı işler yapanlar, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere değiştirecektir.Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. ''   ( ( 25/70 )

'' Ki, inanan erkekleri ve inanan kadınları, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere soksun, onların kötülüklerini de örtsün.  ''  ( 48/5 )

'' Ey inananlar, Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah,  büyük lütuf sahibidir.  ''  ( 8/29 )

İşte konuyu tam aydınlatan ayetler:

''  O gün tartı tam doğrudur. Kimin tartıları  ( sevapları ) ağır gelirse, işte onlar kurtulanlardır ''  ( 7/8 )

'' Kimin tartları ( sevapları ) hafif gelirse, işte onlar da ayetlerimize haksızlık etmelerinden ötürü kendilerini ziyana sokanlardır.  ''   ( 7/9 )

Dikkat ederseniz Artıların yani sevapların hesabında iman başta olmak üzere, namaz, zekat gibi tüm ibadetler ve tüm iyi işler, davranışlar girmektedir.

AHİRET HESABININ GÖRÜLMESİNDE ALLAH'IN TUTUMU İNSANDAN YANADIR.

İşte ayet:

'' Kim iyilik getirirse, ona o ( getirdiği ) nin on katı vardır. Kim kötülük getirirse sadece onun dengiyle cezalandırılır, onlar haksızlığa uğratılmazlar.  ''  ( 6/160 )

İyiliklere ( sevaplara ) 10 katı ( + 10 ) değer


Kötülüklere ( günahlara ) misli, yani ( - 1 ) değer.

İnsan için karlı bir hesap değil mi ?

Kur'an'da '' Kabir azabı '' YOKTUR !...







Kur’an’da 250 den fazla ayette azaptan bahsedilir. Hepsinde de ahiretteki ve dünyadaki azap söz konusudur. Kabir yani mezardaki azap ile ilgili bir tek ayet yoktur.

*** Hasılı, o küfredenlere dünyada ve ahirette şiddetli bir azap ile azap edeceğim; hem onlara yardımcılardan eser yoktur.  ***   ( 3/56 )

*** Fakat onlar, Allah’a verdikleri sözü ve kendi yeminleri birkaç paraya satanlar, işte onların ahirette hiç nasibi yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacak. Onların hakkı acı bir azaptır.  ***   ( 3/77)

*** Ve şüphesiz, o kıyamet gelecektir. Onda hiç şüphe yoktur. Ve muhakkak, Allah kabirlerdeki kimseleri diriltilecektir. ***    ( 22/7 )

Dinimizde ve Kur’an’da yeri olmayan bazı konular yalnızca Peygamber’imize dayandırılan ve gerçekle ilgisi olmayan sözlerle – ki onlara bilindiği gibi hadis deniyor – dini literatürde yer almış ve ne yazık ki gerçek olup olmadığı araştırılmadan geniş kabul görmüştür.

Bunlardan bazıları;

Kıyamet alametleri

Peygamber’imizin - haşa – miraçta Allah’la görüşüp 5 vakit namaz için pazarlık etmesi

Ve, kabir azabı gibi

Kur’an iyice ve dikkatlice incelendiğinde görülür ki; insan ölür, bedeni ceset olarak toprakta çürür. Cesetten ayrılan ruh ancak kıyamette tekrar bedene döner. Melekler ve ruhlar bizim bilmediğimiz ve erişemeyeceğimiz farklı bir boyutta ve alemdedirler.

Kur’an’da ruhun kabirde bedene döndüğüne ve sonuçta burada bir azap gördüğüne dair hiçbir bilgi ve işaret yoktur.

Peki nasıl oluyor da, Kur’an’da olmayan ve gerçek olmayan ; Kur’an dışında, Kur’an’a aykırı hiçbir söz söylemeyecek ve bilgi veremeyecek sevgili Peygamber’imize dayandırılan bir kabir azabı edebiyatı oluşturulıyor ?

Kur’an hükümlerine devam edelim:

*** Gözleri düşkün, düşkün kabirlerinden çıkarlar, sanki zıplayan çekirgeler gibi. Çağırana koşarak der ki kafirler, ‘ bu pek zorlu bir gündür ‘ ***  ( 54/7, 8 )

*** Vah bize bu ceza günüdür ! dediler. ***    ( 37/20 )

Şayet kabir azabı olsaydı kıyamet günü hesap için toplanan suçlular ‘’ Vah bize bu ceza günüdür ‘’ demezlerdi. Çünkü şiddetli bir ceza görmüş olanlar, bu cezaya ara verildiğinde sevinerek, ‘’ Nihayet cezamız bitti ‘’ derlerdi.

*** O günkü saat gelir, kıyamet kopar, suçlular bir saatten fazla ( kabirde ) durmadıklarına yemin ederler. Daha önce de böyle çevriliyorlardı. Kendilerine ilim ve iman verilenler derler ki, Allah’ın kitabınca dirilme gününe kadar durdunuz. İşte bu dirilme günüdür. Ancak siz bilmezler güruhu idiniz ! *** ( 30/55, 56 )

Ayetlerden de anlaşıldığı üzere suçlular, kabirde bir saatten fazla kalmadıklarına yemin etmektedirler. Bu onların kabirde azap görmediklerini göstermektedir. Şayet bunlar kabirde ceza görmüş olsalardı, bunu hem dile getirirlerdi, hem de zamanın bu kadar kısa olduğunu yeminle iddia etmezlerdi. Çünkü sıkıntılı zamanlar insana daha uzun gelir ve sıkıntı bittiğinde insan bunu beyan ederek rahatlar.

Bundan da anlaşılıyor ki kabirde olanlar, kıyamet gününe kadar uyuyorlar ve ancak kıyamet gününde uyandırılıyorlar.

*** Sura üflendi. İşte onlar kabirlerinden Rabblerine koşuyorlar. Dediler ki ‘ Vah bize , uykuya bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip kaldırdı ? İşte Rahman’ın vadettiği şey budur. Gönderilen peygamberler doğru söylemiş.  ***   ( 36/51, 52 )

Ayetten de anlaşılacağı üzere sura üflendikten sonra insanlar uyandırılıyor ve bu insanlar karşılaştıkları durumu sorguluyorlar. Bu da gösteriyor ki, o insanlar öldükten sonra ancak kıyamet gününde diriltiliyorlar.

*** Ve saat mutlaka gelecektir, onda şüphe yoktur. Ve Allah kabirde olanları diriltecektir. *** ( 22/7 )

Evet, kabirlerde ölü olarak yatan insanların, ta kıyamet gününe kadar hiçbir şeyden haberleri olmayacaktır. Kıyamet gününde ise onlar diriltilerek hesap meydanına çağırılacaktır. Oysa, şayet onlar kabirde hesap görselerdi, diri olmaları gerekirdi. Diri olanların ise dirilmeleri değil, çağrılmaları söz konusu olurdu.

Son bir şeyi daha hatırlayalım. Kıyamet bir yargılanma günüdür. Yargılanma olmadan ceza olmaz. Kabirde de yargılanma söz konusu değildir. Ayrıca bir suçun cezası bir defa verilir. Aynı bir suçtan döne döne cezalandırmak YÜCE ALLAH’IN ŞANINA YAKIŞIR MI ?






APTALLAR -- ŞİZOFRENLR -- CAHİLLER

    ================================== APTALLAR .:: Aptal Olduğunu ŞİZOFRENLAR ::  Şizofren Olduğunu C A H İ L L E R  :::: C a h i ...