K U S U R ve A Y I P
Kusuru yüzüne söylenmeyen adam,
ayıbını hüner zanneder.
------------------------- Sadi Şirazi
Kusuru yüzüne söylenmeyen adam,
ayıbını hüner zanneder.
------------------------- Sadi Şirazi
KÖTÜ, TAKLİT YOLUYLA İTİBAR KAZANIR,
İYİ , TAKLİT YOLUYLA İTİBAR KAYBEDER.
---------------------------- Nietzcsch
Kuantum konusu benim son 15 - 20 yılımda temel ilgi alanım olan KUR'AN mesajları konusundan sonra en çok ilgi duyduğum ikinci alan oldu. Konuya ilişkin bir çok bir çok eser inceledim. Ama tanımakta, anlamakta tatmin edici bir sonuca ulaşamadın. Son bir yıl içinde konuyla ilişkin EZOTERİZMİN BİLİMSEL İSPATI KUANTUM, PARÇACIK FİZİĞİ, HİGGS BOZONU isimli kitapları buldum, inceledim.
O kadar karmaşık ve geniş bir konu ki, içine girdikçe bilinecek öğrenilecek çok konu var. atomun içinde çekirdek var, çekirdek proton , nötron ve elektrondan oluşuyor. işte bu 3 temel maddenin içinden binlerce milyonlarca küçük alt parçacıklar çıkıyor. Bunların da birbirileri ile, birer, ikişer, üçer gruplaşarak şeklinde ilişkileri söz konusu. Yani konunun içine bir girdim, çıkamıyorum . Tabii yaşlılık dönemimde ( 76 ) oluşumum ve öğrenmekte güçlük çekmemin de rolü var. Bu konunun içine giren bilim adamlarının dahi sonuca varamadıklarını öğrendim. Çok büyük yeni çarpıştırıcı cihazlarla devam etmeyi planlamışlar.
Bu cihazlarda çok yüksek ısılarla ve çok özel şartlarla temel parçacıkları birbirleri ile çarpıştırıp oluşacak yen parçacıkları ve bu yeni parçacıkların çarpıştırılması ile daha yeni parçacıkları araştırıyorlar, araştıracaklar. Bu konunun çözülmesi ne işe yarayacak biliyor musunuz ? İşte en önemli örnek bir alan: Büyük patlama ortamını oluşturmuşlar, büyük patlama anı ve sonrasında milimetreden
çok küçük bir noktadan safha safha evrenin oluşumunu delilleri ile belirlemişler. Yani patlama saniyesinin en küçük parçalarında neler olduğunu evrenin oluşumunda bulunan temel parçacıkların ortama çıkıp yayıldığın belirlemişler.
Bu konuda önemli neler öğrenilecek derseniz, Günlük hayatımız içinde olan TV, radyo, bilgisayar v.b gibi elektronik cihazların ve hastanelerdeki çok büyük faydaları olan MR gibi çekim cihazların temelinin bu parçacık fiziği olduğunu göreceksiniz.
İşte atomun temel yapısını gösteren resim:
Vee işte Cern'deki en büyük çapıştırıcı cihaz:
Bu cihazın bulunduğu labaratuvar 100 metre yeri altında ve uzunluğu 28 kilometre tünel içinde.
Şimdi gelelim yazımın konusu kitaba:
Kitap DORLİON YAYINLARI'nda 2018 yılında yayınlanmış Yazarı: Mak. Yük. Müh. H. YALÇIN İNAN --- KOZMOS'TAN KUANTUM'A 10 üzeri eksi 43. Saniyeden Bugün'e -- 470 sayfa
Kitabın anlatım dili sade ve bilim dışı kişilerin anlayabileceği seviyeye yakın. Evreni ve parçacıkların çok geniş çerçevede ele alıyor ve anlatıyor. 15 sene sonunda ilgi duyduğum bu konuyu -- tabii ki bilim adamı seviyesinde değil --- anlama kavramama yardımcı oluyor. Yeterli bir fikir sahibi olmamı sağlayacak.
Konunun felsefesi ve yaşama etkisini öğrenmeme bu eseri tamamen incelememden sonra yardımcı olacağına inanıyorum. Çünkü incelemem bir ay önce başladı, en az bir daha daha devam edecek.
Kozmos ve Kuantum'la ilgilenenlere Ö N E R İ R İ M....
Anayasamız yeniden yazılmalıdır !...
İlk anda ben hemen tepki verdim:
Şimdi sırası mı ? Memleketimizin içte ve dışta bunca sorunu varken ne gerek var ? Dedim. Ama bu söz aklıma takılı kaldı, birkaç gün sık sık bu söylemi hatırlayarak düşünmekten kendimi alamadım. Acaba, hani muhalif birilerinin sık sık iddia ettiği gibi Cumhurbaşkanımız özellikle artan ekonomik sıkıntıları kamufle etmek niyetiyle gündemi mi değiştirme niyetindedir ?
---------------------------------------------------
Efendim ben 45 seneyi aşan bir süre kamuda, şeflik, müdür ve müdür yardımcılığı gibi görevlerde, alt ve orta kademe yöneticilik yaptıktan sonra 12 yıl önce emekli oldum. 76 yaşındayım. Yaşantımın son 35 yılında çalışma ve günlük zorunlu yaşam gereksinimlerimin dışında en önemli, meşguliyetim, ilgi alanım, tutkum diyebileceğim oranda Kur'an mesajlarını incelemek, araştırmak, Kur'an hangi konuda ne diyor, öğrenmek. Bu konuda birikimlerimi çeşitli blog sitelerinde ve Facebook ve Twitter gibi sosyal medya ortamında paylaşmak.
Milliyet Gazetesi blog sitesinde, 10 yıl yazdım, son 3 senedir de blogger'de çeşitli konularla birlikte % 70 Kur'an ağırlıklı olarak toplam 2100'ü aşkın, en az 10-15 kitap hacminde yazım yayınlandı. Milliyet blog'daki yazılarım toplam 3 milyonu aşkın sayıda okundu.
Blogger'deki 6236sss.blogspot.com adresinde ise bu güne kadar 574 yazım yayınlandı ve bunların toplam okunma sayısı 300 bin adede ulaştı. Bu iki blog ortamından önce de yine bir kaç blog sitesinde yazılarım oldu... 22 yıl önce de '' Kur'an'ın Sırrı '' isimli kitabım yayınlandı.
----------------------------------------------------------------------
Bunları neden anlatıyorum ? Şimdi ileri süreceğim görüşlerim konularında vukufiyetimi yani -- kendimce -- yeterliliğimi açıklayabilmek için...
Son 10 - 15 senedir, AB'ne katılmak amacıyla ülke yönetiminin yaptığı, '' Medeni Kanunu'muzda boşanma sebebi kusur ve suç olduğu halde Ceza Kanunumuzda da mevcut olan SUÇ hükmünün kaldırılarak ZİNA 'nın suç kapsamı dışına çıkarılması ve bunun sonucunda tüm kültürler ve dinlerde lanetlenen zina eyleminin serbest bırakılması şeklindeki yanlış uygulamanın ülkemiz insanındaki yaptığı ahlaki tahribat '' beni çok üzmüş, bu konuda blog sitemde -- kendimce -- zina tekrar suç sayılsın -- sloganı doğrultusunda protesto eylemine girişmiş ve bu sloganı içeren görseli Twitter'deki sayfamın başına sabitlemiştim.
Bu arada toplumumuzun başına sosyal problem olan ve zamanla kanunlarımızda suç kapsamına alınan -- resmi nikah yapmadan, imam nikahı ile evlilikler yapılmasının yasaklanmasını öngören kanun hükmünün -- Anayasa Mahkememizce bir süre önce iptal edilerek, yalnızca dini yani imam nikahı ile evliliklerin çığ gibi artmasına sebep olunduğunu öğrendim. Çok üzüldüm ve moralim bozuldu. Acaba sayın AYM üyeleri uzaydan mı gelmişlerdir, ya da bu toplumun ferdi olmaktan kendilerini arındırmış, kişiler midir, kişisel hürriyetleri sınırlamamak adına onlarla ilişkide bulunan kadın ve çocukların uğrayacakları vahim maddi ve manevi zararların farkında değiller midir ? Diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Tabii ki bu sayın yargıçların, -- kendilerince dayanağı -- bazı anayasa hükümleridir. BUNLAR TEKRAR DÜZENLENMELİDİR.
Bunun yanında yine son yıllarda kanunlarımızda AB üyeliğine kabul ve bu doğrultuda yasalarımızdaki bazı hükümlerin değiştirilerek düzenlenen uyum yasaları kapsamında , tutuklanma, sorgulanma gibi konularda insanlarımızın adalet inançlarını zedeleyecek hükümler getirilmiş, çok çirkin ve ağır suçlar işleyen kişilerin tutuklanmasını önleyen veya ilk sorgudan sonra hemen salı verilmesine yol açan değişiklikler yapılmış, bunun sonucunda insanlarımızın adalet duygusu zedelenmiş ve bazıları da adaleti kendileri sağlama düşüncesine kapılarak daha vahim hatalar yapılmaya yönelmiştir.
Toplumumuzun gelenek, görenek, inançlarına yani kimliğine uymayan yasalar ve ana yasa hükümleri ve bunların uygulanmaları da birer sorun haline gelmiştir. Yana mevcut yasalarımız ve Anayasamız gömleği, toplumuz bünyesine artık uymamaktadır.
Yakın zamanlara kadar örnek olarak aldığımız batı kültürü ve medeniyeti artık özelliğini ve cazibesini kaybetmiştir. Kendini tüketme yolundadır. Rahmetli İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un bir asra yakın bir süre kadar önce Batı medeniyetine koyduğu '' tek dişi kalmış canavar '' teşhisinin doğruluğu son siyası olaylarla artık net olarak anlaşılır hale gelmiştir. Batı medeniyetinin bireyleri artık bencillikte ve genelde ahlaki değerlerde yozlaşmada adeta yarışır hale gelmiştir. Devlet ve devlet adamlığı ciddiyeti kalmamıştır. Verilen sözlere, yapılan anlaşmalara riayet gündem dışına itilmiştir. Gerek bireyler, gerekse ülkeler arasındaki ilişkide menfaat tek değer haline gelmiştir. Genelde ateist görüntü veren batı insanı Haçlı zihniyetini de terk edememektedir. Devletler arasındaki ilişkilerde ekonomik güçlü olanın, zayıf olanı alabildiğine ezmesi ve sömürmesi onların olağan sistemleridir. Batı medeniyetinin insanı artık o kadar bencilleşmiştir ki, vatanı ve milleti için savaşmak istememektedir. Batılı devletler savaşı kendi askeri ile yapamamakta ve dış ülke insanlarından topladıkları paralı askerlerle vatanlarını koruma zorunda kalmaktadırlar...
Bunları ne için anlatıyorum ? Batı medeniyeti artık çöküş yolundadır. Bunun sonucu bizim -- onların kültürleri paralelinde oluşturdukları düşünce ve inançları doğrultusundan ayrılarak -- kendi özümüze, insani ve manevi değerimize dönme zamanı gelmiştir. Bu gerçek karşısında ülkemizin çoğunlukla batıdan örnek alınan yasalar ve anayasamızı kendi medeniyetimiz, değerlerimiz doğrultusunda yeni baştan sıfırdan adım adım değiştirmemiz, kendi özümüze uygun anayasamızı, yeniden yazmamız zamanı gelmiştir.
Evet, kendi bünyemize uygun yeni bir anayasayı yazmak artık zorunlu hale gelmiştir. Bu arada da laiklik ilkesini de kendi değerlerimize uygun bir şekilde yeniden tanımlamamız gerekmektedir. Tabii ki, hükümetimizin esas aldığı Geleneksel İslam inancı yönünde değil, dinimizin anayasası olan kutsal kitabımız Kur'an'daki İslam inancı doğrultusunda ....
Her ekmek değil, köy ekmeği veya Trabzon ekmeği denilen ekşi maya, gözenekli ekmeği kurutacaksınız. Fırında değil, evde ve tabii oda sıcaklığında. En az 12 saat veya tam bir gün. İnce dilimleniş ekmek dilimlerini.
Çorba veya sulu yemeklerle de olabilir. Ben bir kaç aydır sabah kahvaltılarımda uyguluyorum. Bir gün veya bir önceki gece resimde görüldüğü gibi dilimlenmiş ekmekleri kurutmaya başlıyorum. Kaynamış süt içine az tatlandırmak için biraz pekmez ilave edip karıştırıyorum. Sonra da ekmek dilimlerini küçük parçalara bölüp süte atıyorum Bir çorba kaşığı ile beraber hemen tüketmeye başlıyorum. Çünkü ekmek dilimleri süt içinde fazla beklerse çok yumuşuyor ve kurutulmanın verdiği hoş çıtır lezzeti kayboluyor.
Bilindiği gibi taze ekmek oda sıcaklığında biraz fazla kalırsa küfleniyor. Herhangi bir sıkıntıda krizde ekmek bekletmek, stoklamak mümkün değil. Medya ortamında Küreselci rezillerin dünyayı ekonomik dar boğazdan kurtarmak bahanesiyle, korona gibi bir salgın hastalık ürettikleri ve para sistemini değiştirmek için değişim sürecinde insanları uygulamak istedikleri yeni düzene razı etmek için büyük ekonomik kriz kriz çıkarmak, kıtlık oluşturmak gibi hedeflerine de adım adım yaklaştıkları, artık toplumca da anlaşılır hale geldi. Belki söylentilerde biraz abartı olabilir ama gerçekleştiğinde insanların yaşayacağı şok ve sıkıntıların büyüklüğünü ve önemini benim gibi yaşı yetmiş aşmış, yokluk ve kıtlıkları ucundan kıyısında yaşamış kişiler daha net idrak edebilir.
Bunları ne için anlattım ?
Ortalıkta günlerdir çalkalanan büyük elektrik kesintileri söylentisi -- ola ki gerçekleşirse -- her gıdanın yanında toplumumuzun en önemli beslenme aracı olan ekmek krizi ve kıtlığı -- fırınların % 90' ı elektrikli olduğu ve doğalgaz dağıtımı da muhtemelen elektriğe bağlı olduğu için gündeme gelebilecektir.
Yaşanacak şoku, Yaşı 60'dan az olanların anlaması zor olur. Ben bu sebeple her gün azar azar ekmek kurutmayı düşünüyorum. Çok da faz stoklamak doğru olmayabilir bu elektrik kısıntısını en çok 7 - 10 gün olabileceği söylentisi var. Ayrıca kururutulmuş ekmeğin ne kadar dayanacağında da tecrübe yok...
Bilindiği gibi nikah erkek ile kadının evlilik adı verilen beraberliğinin toplum tarafından meşru yani geçerli olarak kabul edilmesi başlangıcındaki sözleşme yani bir akittir. Bu akitle yeni bir aile birliği oluşturulur, nikahı takip eden düğün töreni ile bu meşru beraberlik, içinde bulundukları toplumun bilgisine sunulmuş yani ilan edilmiş olur. Düğündeki eğlence de bu birlikteliğin kutlanmasını ve evliliğin geniş bir çevrede duyulmasının sağlanmasını gerçekleştiren hoş bir gelenektir. Gelişmiş ve gelişmemiş tüm toplumlarda nikah ve düğün aynı amaçla vardır.
Nikah akdi yani sözleşmesinin, evlilik birliğinin toplumun o andaki geçerli hukuk düzeninde kadın erkek beraberliğinin meşruiyetini yani geçerliliğini sağlaması yanında bu beraberlikle kurulan aile düzeninde hak ve sorumlulukları belirleyen ve garanti altına alan, nesep yani soy bağının kurulması ve takibi ile miras gibi hakların ve sorumlulukların belirli esaslara bağlanması gibi konularda önemli bir yeri vardır.
Yaklaşık bir asır yani Cumhuriyetimizin kurulmasından önce ülkemizde hukuk sistemimiz şeriat denilen dini kurallar geçerli idi. Nikah'da bu çerçevede dini bir hüviyeti vardı. Ülkemiz nüfusu de bugüne kıyasla 100 veya daha fazla kat daha azdı. Sosyal çevreler çok daha dardı. Hukuk kuralları kadılar tarafından takip edilir ve nikahlar din adamları tarafından kıyıldığı gibi muhtemelen kadılar tarafında kayıt altına alınmış olsa da olmasa da dar çevrede kadılar tarafından takibi mümkün idi.
İşte dini nikah yani halkın söylemi ile imam nikahı fenomeni o zamanlardan kalmıştır. İşte Cumhuriyetimizle birlikte aile hukukunu düzenleyen Medeni Kanun kabulü ile şeriat düzeni tamamen değişmiş, toplumumuzun bu günkü ihtiyaçlarına cevap verecek hukuk kuralları getirilmiştir. NİKAH, Kur'an esaslarına göre dahi dini değil, hukuki bir işlemdir. Bugünkü toplum düzenimiz ve hukuk sistemimizde din adamlarının, cami hocalarının kıyacağı nikahın nüfus kütükleri ile bağlantısını sağlamak fiilen mümkün değildir. AYRICA DİNİMİZDE DE NİKAH'IN BİR DİN ADAMI TARAFINDAN KIYILMASI ZORUNLU DEĞİLDİR. Ama evlilik beraberliğinin bir din adamı tarafın yapılacak dua ile taçlandırılması da faydalı ve hayırlı olabilir, yerindedir.
AMA RESMİ NİKAH KIYILDIKTAN SONRA !...
İşte kıyamet bu noktada kopuyor değeri okular !... İmam nikahı meselesi bir kurala bağlanmadığı için, --- Diyanet İşleri Başkanımız, Prof. ünvanlı olan veya olmayan İlahiyat, hocalarımız, tüm konu ile ilgili aile bakanımız sayın hanımefendi de dahil resmi zevat İMAM NİKAHININ RESMİ NİKAH SONRASINDA YAPILMASI ZORUNLULUĞU GETİRİLMESİ DOĞRULTUSUNDA BİR HUKUKİ DÜZENLEME YAPILMASI KONUSUNDA TAVIR ALIP HAREKETE GEÇMEDİKLERİ İÇİN toplumumuzda ahlaki bir çöküş başladı. Senelerdir devam ediyor. Bir de üstüne üstlük AB 'nin isteği doğrulusunda Ceza Kanunu'muzda ZİNA'nın yani kadın - erkek nikahsız beraberliğinin SUÇ OLMAKTAN ÇIKARILMASI İLE sosyal düzenimizi sağlayan tüm civatalar gevşedi, laçka oldu. Aile yuvaları tsunamiye tutulmuş gibi sarsılmaya başladı, boşanma davaları çığ gibi arttı...
ATV'deki ESRA EROL programında, 2 - 4 çocuğu olan genç kadınların çocuklarını ve eşini terk edip sosyal medyadan tanıştığı evli erkeklere kaçmaları, nikahsız beraberliklere razı olmaları yine aile yuvasını terk eden ve ne olduğu belirsiz maceralara atılan 15 - 16 - 17 yaşlarındaki genç kızlar, günlük olağan olaylar haline geldi. EVLİLİK BERABERLİĞ VE NİKAH toplumumuzda önemini ve ciddiyetini kaybetti. Gençler gayrimeşru ilişkileri olağan ve hak görür hale geldiler.
Sonuç olarak, milletimizi yüzlerce, binlerce yıldır birlikte tutan tüm manevi değerler çökmeye başladı. Dış politikada ve savunma sanayimiz ve ordumuzdaki başarılar da güzel, bizi mutlu ediyor ama içte, toplumun ahlaki değerlerindeki yozlaşma arık gecikmeden DUR ! denilmesi noktasına geldi.
Ben 76 yaşını doldurmuş, alt ve orta kademe yöneticilikle 45 yıl memuriyet hizmetinden sonra emekli olmuş, 2 çocuğu ve 3 torunu olan çocuklarını kurtarmış ama torunlarının geleceğinden ciddi endişeler duyan bir vatandaş olarak, uzunca bir süre devletimizden umutla bir hareket beklentimden de sonuç alamayınca bu bu sessiz çığlığımı kaleme almak ve blog sitem ile sosyal medya unsurlarında yayınlama zorunluluğunu duyarlı bir vatandaş olarak hissettim.
Bu ahlaki yozlaşma, -- kadın dernekleri ve bazı çevreler önemsemese de -- kadınları ve de en çok geleceğimiz olan çocukları olumsuz yönde etkiliyor. perişan ediyor...
SONUÇ olarak, Resmi nikah yapmadan İmam nikahı ile beraberlik , hak ve sorumluk getirmeyen, hukuki olarak hiç bir değeri olmayan, bazı kişi ve çevrelerin istismarına uygun, bu günkü sosyal düzende zinaya kapı açan, yanlış bir uygulamadır !...
LÜTFEN DAHA DA GEÇ OLMADAN İLGİ !..
Hayırın sözlük anlamı iyilik, karşılık beklemeden yapılan yardımdır. Hayır, sadaka vermek gibi maddi bir fayda olabildiği gibi, iyilik yapmak gibi manevi bir fayda için de olabilir.
Kur'an'ın bir çok yerinde geçer ve hayır işlemek teşvik edilir:
Sebe / 39 -- Siz Allah için ne verirseniz, Allah onun yerine size başkasını verir.
Kasas / 84 -- Kim bir iyilik getirirse ona ondan daha güzeli vardır demektedir.
İyi niyetle yapılan işlere '' hayırlı olur '' diye bakmak gerekir. Bazen ilk bakışta hoşumuza gitmeyen bir şey sonunda bizim için iyi olabilir:
Bakara / 216 -- Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey hakkınızda daha iyi olabilir hoşunuza giden de kötü. Allah bilir, siz bilmezsiniz diyerek sabırlı olmamızı öğütler. Benzer bir ayet de kadın erkek ilişkileri için vardır:
Nisa / 19 -- Kadınlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız bilin ki sizin hoşlanmadığınız bir şeye Allah, çok hayır koymuş olabilir der.
İslam'da hayrın kurumlaşmış şekli de vakıflardır. Hz. Muhammed, Hz. Ömer'e bir arazisinin gelirini fakir fukaraya tahsis ettirerek, Hz. Osman'a bir su kuyusu satın aldırıp halkın istifadesine verdirerek bu kurumun ilk örneklerini vermiştir. Daha sonra özellikle Selçuklular ve Osmanlılar döneminde bu kuruluşlar çok büyümüş ve önemli hayır işlerine vesile olmuşlardır. Bir çok kişi ve kuruluşun ortaklaşa ortaklaşa kurduğu Vakıflar da,
Maide / 2 -- İyilik ve takva üzerine yardımlaşın günah ve düşmanlık üzere değil ayetinde istenen bir davranışın hayata geçirilişidir. Eski bir çok vakıf eserinin üzerinde '' Hayır yapın ki kurtuluşa eresiniz '' yazılıdır.
Hayır işlemek çok güzel bir davranıştır, büyük sevaptır ancak '' hayır '' sadece Allah rızasını kazanmak için yapılmalıdır.
Bakara 271 -- Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel, eğer onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu sizin için daha iyidir ve sizin günahlarınızın bir kısmını kapatır diyerek hayır işlemenin bir gösteriş haline getirilmemesini ister. Ayrıca yardım edilen kimseye bunu hatırlatmak, karşılık beklemek de doğru değildir.
Hayrı da bilinçli ve amaca uygun yapmalıdır. Yüz haneli bir köyde iki cami varsa bir üçüncüsünü yapmak hayır değil israftır. Onun yerine köyden yetenekli birkaç çocuğu okutmak daha hayırlıdır.
Ramazan'da zaten karnını güzelce doyuran insanlara gösterişli iftar davetleri vermek yerine muhtaç insanlara erzak dağıtmak daha hayırlıdır. Bu erzak dağıtımını da erzak kamyonları önüne insanları itiş kakış yığarak yapmak yerine hayır kurumları, dernekleri aracılığı ile veya muhtarlardan gerçek muhtaçları öğrenerek adreslerine göndererek yapmalıdır.
Herhangi bir teşebbüsün olumlu sonuçlanmasını istersek '' HAYIRLI OLSUN '' diyerek dilekte bulunuruz.
Allah'ın hoşnut olacağı ve insanlara yararlı olan işler hayırlı İşlerdir, yapanlar da aracı olanlar da Hayır işlemiş olurlar.
İnsanlar İş, aş bulduğu, ürünlerinden yararlandığı işyerleri, fabrikalar, çiftlikler de kurmak çok hayırlı işlerdendir. Çok bilinen bir halk değişi ile yazımız sonlandıralım:
Hayır dile işine, hayır dile eşine, hayır dile komşuna, hayır gelsin başına (*)
(*) OZAN YAYINLARI -- 2012 -- Ertuğrul Doğuç -- SOSYA KÜLTÜREL AÇIDAN İSLAM -- say.53
,
Hadis kelimesi Arapça'dır. S Ö Z anlamındadır. Ülkemizde ve genelde tüm İslam ülkelerinde bu kelime Peygamberin, Kur'an'a uygun olsun ve ya olmasın tüm kendi sözleri için kullanılır. Ve ne yazık ki, Kur'an'daki;
** Kur'an Sünnetullah'tır. '' Allah'ın kurallarıdır '' ( İsra / 77 )
** Kur'an , en güvenilir hadistir. ( Necm / 59 --- A'raf / 185 --- )
** Kur'an en güzel hadistir. ( Zümer / 23 )
** Kur'an, en temel ders kitabı ( Dinin Anayasası ) dır. ( Zuhruf / 43 - 44 --- Bakara / 2 --- Tarık / 13 )
** Kur'an, din kuralı koyucu tek kitaptır. ( Kalem / 37 --- En'am / 93 )
** Kur'an Hadis denilen din sözlerinin filtresidir. ( A'raf / 3 --- 185 )
Mesajlarına rağmen Müslümanlar, Peygamber sözü diye ortaya sürülen tüm sözleri, Kur'an'a uygun olup olmadığını araştırmadan -- Peygambere sevgi duyguları yoğunluğu ile -- kabullenmişler, yazımın başındaki resim örneğindeki gibi 12 - 24 ve hatta 30 cilde varan büyük çoğunluğu sahih yani gerçek olmayan sahte, uydurma hadisler ortamları işgal etmiştir. Bunların içinde ipe sapa gelmeyen, uydurma, dinle, Kur'an'la hiç ilgisi ve bağlantısı olmayan sözler -- deve sidiğinin şifa olması gibi -- doğruluğu irdelenmeden kabul görmüş ve esası Kur'an olan dinimizi tanınmaz hale gelmiştir. İşin ilginç yanı günümüzde dahi Akademisyen, Prof. ünvanlı ilahiyat hocalarının çoğunluğu bu yanlı gidişi fark etmemişler, sürüp gitmesine engel olamamışlardır.
Peygamberimiz dahil hiç kimse DİN KURALI KOYMAYA YETKİLİ DEĞİLDİR. Kendi zamanında dahi bu tür olumsuz çabaları gören, sezinleyen peygamberimiz;'' Benden Kur'an'dan başka bir şey yazmayınız. Yazmış olan da silsin '' demiştir. Hz. Ömer, tayin ettiği vali ve din öğretmenlerinden hadis rivayet etmeyeceklerine dair söz almıştır. '' (* )
Zamanla bu hadis bulma, söyleme yarışı o kadar hızlanmış ve yoğunlaşmıştır ki, Şiiler yalnızca Peygamberin yakınları yani ehli beyti hakkında kendi inançları doğrultusunda 250 bin hadis uydurmuşlardır. Hadis uydurma çabasında sünniler de şiilerle yarışmış, piyasada toplam sayısı 2 milyonu aşan hadis iddiasında sözler oluşmuştur.
Sonunda UYDURMA HADİSLER GERÇEĞİ bazı çevrelerde kabul görmeğe başlamış ve bu konuda az da olsa eserler ortaya çıkmaya başlamıştır.
Lütfen bu yukarıdaki Peygamberimizin hayat hikayesini anlattığını iddia eden kitabın kapak resmindeki yazıları dikkatle inceler misiniz !...
'' Kainatın Efendisi PEYGAMBERİMİZİN HAYATI '' yazısı var, gördüğünüz gibi. Peygamberimiz Kainatın efendisi olarak sıfatlandırılıyor.
Kainat zamanımıza göre eski bir kelimedir, bu günkü karşılığı: E V R E N' dir
Yani canlı, cansız tüm yaratılmışların bulunduğu mekan, yer.
Peki Efendi ne demek ?
Herhangi bir canlı ve cansız varlığın tek sahibi, tek yöneticisi...
Kur'an'ın indiği dönemin, indiği Arap kavmindeki yani Kur'an literatüründeki anlamı ile RAB sözü, kelimesi Allah' için kullanılmıştır.
RAB kelimesi, Kur'an'da Allah kelimesinden sonra en çok geçen yani tekrar edilen ikinci kelimedir.
Kur'an'da Allah kelimesi tam 2704 defa geçer.
Kur'an'da Rab kelimesi tam 970 defa geçer.
Yani dostlar, Rab kelimesi Kur'an'da Allah kelimesinden son çok geçen sıfattır ve %98'i Allah için kullanılmıştır.
Sonuç olarak; Peygamberi evrenin efendisi olarak nitelendirmek, en büyük ve affedilemeyecek bir yanlıştır, O'nu Allah yerine koymak, yani ŞİRK'tir.
Kur'an'a göre ŞİRK, Allah'a koşmak olarak en büyük günahtır. Büyük küçük her günah affedilebilir, ama şirk affedilmez.
Ama ne yazık ki bu büyük yanlış ve günah, özellikle her kademedeki din adamları, din görevlileri -- Prof ünvanlı akademisyen din hocaları ve diyanet teşkilatımız dahil -- işlenmekte ve vazgeçilememektedir !...
Bilindiği gibi Kur'an'da dua örneklerinde, Allah'tan istekler genelde Rab kelimesi ile yapılır.
SONUÇ olarak;
Peygamberimiz bizim efendimiz yani Rabbimiz değildir. Allah'ın bize gönderdiği elçidir. EFENDİMİZ yani RABBİMİZ SADECE ALAH'TIR !...
Değerli okurlar bu yazımın başındaki canlı ve cansız tüm varlıkların -- bölünemeyen -- en küçük parçası olan atomun yapısının resmini görünce;
--- Arkadaşım, şimdi bize herkes ce bilinen atomun yapısını mı anlatacaksın ! düşüncesi aklınızdan geçebilir.
Evet, atomun yapısını anlatacağım ama şimdiye kadar muhtemelen tanık olmadığınız çok farklı bir şekilde.
Kısa bir süre önce son yıllarda ilgi duyduğum '' Kuantum '' konusu ile ilgili diye edindiğim DORLİON Yayınlarından H. Yalçın İnan'ın '' KOZMOSTAN KUANTUM'A 10 üzeri --43 Saniyeden Bugün'e '' isimli eserinde ilginç, çok farklı ve özel tanımlama ve anlatımlar olduğunu gördüm. En küçük atomun içindeki -- Kuantumu'da anlamayı kolaylaştıracak -- çok büyük dünyayı tanımaya ve kavramaya yardım edecek üslup ve bilgiler olduğunu gördüm ve konu ile ilgili ilgili bölümden bazı bilgiler paylaşmak istedim.
'' Evrendeki her şey ve her cisim atomlardan meydana gelmiştir. Atomun kendisi ise bundan 15 milyar yıl önce meydana gelen '' Büyük Patlama '' ile yaratılan daha küçük parçacıkların bir araya gelmesinden şekillenmiştir. Atomlar Büyük Patlama ile birlikte yaratıldıklarından onlar da bugün 15 milyar yaşında bulunmaktadır.
Bu günün en gelişmiş elektron mikroskoplarında bile bir atom ancak dıştan görülebilir. Bir atomun içini henüz hiç bir insan görememiştir. hiç bir zaman da göremeyecektir. Atomun iç yapısı ve içindeki olaylar ancak atomun çıkardığı ışınların özellikleri ve atom parçalandığı zaman parçaların bıraktığı izler kanalı ile anlaşılabilir. Bütün zorluklara rağmen, son 60 yıl içinde gelişen nükleer, kuantum ve parçacık fiziği sayesinde, bir atomun içinde yer alan binlerce daha küçük nesne çözülmüş ve kayda geçmiş bulunmaktadır. Atomun içindeki parçacıkların kendi aralarındaki etkileşimleri ve atomların birbirleri ile olan ilişkilerinin öğrenilmesinden sonra insanoğlu doğa olaylarını anlayabilmiştir.
Atomu bilmeden, evreni ve canlı yaşamı anlayabilmek mümkün değildir.
Atom merkezinde bir çekirdek ve onun etrafında dönen elektronlardan oluşur.
Çekirdek, Nötron ve Proton adı verilen iki parçacığın birleşmesinden meydana gelir.
Proton ve nötronların ağırlıkları birbirine çok yakındır. Protonlar pozitif ( + ) elektrik yüküne sahip olup nötronların ise elektrik yükleri yoktur, yani nötronlar elelektriksel açıdan nötrdürler. Çekirdeğin etrafındaki yörüngelerde dolanan elekronlar ise negatif ( -- ) elektrik yüküne sahiptirler.
Böylece, atomun çekirdeği pozitif yüklü, etrafındaki elektronları da negatif yüklü olarak birbirlerini dengeler. Bu dengeyi sağlamak için ayrıca, çekirdekteki protonların sayısı ile civarındaki elektronların sayısı eşit kılınmıştır. Eşit sayda, ters yüklerdeki proton ve elektronlarla inşa edilen atomlar kararlı bir durum gösterir. Nötronların bir elektrik yükü bulunmadığından, proton ve elektronlar arasındaki bu dengeyi bozamazlar.
Dışardan bakıldığında bir atomun çapı 10 üzeri --8 cm.dir. ( bir cm.nin 100 milyonda biri kadar )
Çekirdeğin çapı ise 10 üzeri --13 cm ( bir cm.nin 10 trilyonda biri )
Bu durumda elektronların çizdiği yörüngenin çapı çekirdeğin çapından 100.000 defa daha büyüktür. Yani, çekirdek bir atomun hacminin sadece 100.000 de biri kadardır. Atom bir basket topu büyüklüğüne getirilse, çekirdek hala gözle görülemeyecek kadar küçük olur.
Bir elektronun çapı ise, 10 üzeri --16 cm (1 cm.nin 1 trilyonda birinin 10.000 de biridir)
Elektron, çekirdeğin 1000 de biri, atomun dış çapının 100 milyonda biri kadar küçüktür.
Bu gerçek boyutların ışığında, atom çekirdeği 30 cm. çapında bir top kadar düşünüldüğünde elektron bir toplu iğne başı büyüklüğüne kadar ulaşamaz. Çekirdekle elektronun arasındaki uzaklık 15 kilometre olur. Elektronla çekirdek arasındaki bu muazzam boşlukta hiç bir şey yoktur.
Bir protonun kütlesi 1.67265 x 10 üzeri --27 kg.
Nötronunki ise 1.67495 x 10 üzeri --27 kg ( veya bir kilonun, bin kere trilyonkere trilyonda biridir )
Elektronun kütlesi ise 9.10953 x 10 üzeri -- 31 kg ( bir kilonun 10 milyon kere trilyonkere trilyonda biri olup, proton elektronun 1836.1 nötron ise 1838.6 katı fazla kütleye sahiptir.
Elektronların boyutu ve kütlesi atom ve çekirdeğin yanında bir hiçtir. Bu durumda. bir atomun en kısa ve basit tarifi kütlesinin tamamı merkezindeki çekirdekte toplanmış büyük bir boşluktan ibarettir şeklinde yapılabilir.
Eğer atom boş bir küre olsaydı içine 10 üzeri 15 (milyon defa milyar tane ) çekirdek sığdırılabilirdi.
Atomun kendisi o kadar küçük ki, 1 milimetre çapındaki bir toplu iğne başında 10 üzeri 21 (bir milyar tane trilyon tane) atom bulunur.
Çekirdekle elektronlar arasında o büyük boşluk bulunmasaydı maddenin şekli o kadar farklı olurdu Bir cisim kesilmek istendiği zaman bıçak atomların çekirdeğine değer ve cisimleri kesmek imkansız olurdu...
Atom büyüklüğünde bir cisim elde etmek için, daima ikiye kesilen parçalardan birini almak üzere, cismi 90 defa iki parçaya ayırmak gerekir. Pratik de bu mümkün olmaz...
----------------------------------------------------------------------
Konu ile bilgiler alıntı yaptığım eserde çok geniş olarak devam edip gidiyor. Atom ve içindeki parçacıkların serüveni yüzlerce sayfa hacminde devam ediip gidiyor. Bu konu ilgi görür ve talep gelirse yine böyle kolay anlaşılır kılacak formda bir yazı daha oluşturabilirim....
Gördüğünüz gibi atom alem atom altı parçacıklar ve kuantum bambaşka bir alem.....
Dinimizin tek ve geçerli yasası, yani anayasası olan Kutsal Kitabı Kur'an'da kadın ve erkek beraberliğinin meşru yani hukuken geçerli olma şartı nikah işlemidir.
Nasıl bir nikah ?
Nikah tarafları olan kadın ve erkek ile onlardan doğacak çocukların toplum içinde haklarını koruyacak yani hukuki bir anlamı ve değeri olacak nikah.
Böyle bir nikah yetkisi günümüzde belediyelere ve onlar tarafından oluşturulan evlenme daireleri ve memurluklarına verilmiştir. Evlenecek çiftler bu memurluklara yazılı olarak müracaat ederler. Yetkililer hukuken bir sakınca olup olmadığı konusunda inceleme yaparlar, hukuki engel yoksa, evlenme dairesinde veya evlenecek çiftlerin isteği üzerine evlenme törenler yani düğünlerinin yapıldığı mekanda şahitler huzurunda kıyarlar evlenme akdi defteri taraflar ve şahitlerin ve evlenme akdini yapan nikah memuru imzalamaları ile tamamlanır. Evlenme memurluğu bu evliliği kadın ve erkeğin nüfus kayıtlarına işlenmesi için belgeleri nüfus müdürlüklerine gönderir. Bu işlemler sonucu evlilik yükümlülükleri ve hakları resmen sağlanmış olur. Sonucunda da çiftlere düzenlenmiş olan Evlenme Cüzdanı verilir.
Evlilik ve aile ile ilgili işlemleri düzenleyen Türk Medeni Kanunda geçerli olan işlem budur. Resmi kayıtlara ve nüfus kütüklerine işlendiği için HUKUKİ DEĞERİ olan NİKAH İŞLEMİ budur...
Dini nikah, yani halk dilindeki söylemi ile İMAM NİKAHI'nın bundan farkı nedir ? Din adamı kıyar ve sonunda bu beraberliğin hayırlı sonuçlar getirmesi için dua edilir, tek farkı budur. İmam nikahı işlemi resmi belgelere ve kütüklere kayıt edilerek yapılmadığı için hukuki bir değeri yoktur. Yani hak ve sorumluluk getirmez.
Günümüzde genelde resmi nikah sonrası çiftler, beraberlik akitlerinin manevi yani inanç yönünden de dua edilerek anlam kazanması için bir de bir din adamı yani lmam çağırarak dini nikah, İMAM NİKAH'ı da yaparlar.
Resmi nikah yapmadan yalnızca imam nikahı ile evlenme uygulaması ne demek oluyor ?...
HUKUKEN GEÇERLİĞİ OLMADAN, hiç bir hak ve sorumluluk getirmeyen bu kadın erkek beraberliği Medeni Kanunumuzda geçerli sayılmıyor ve gayri meşru yani ZİNA kapsamında değerlendiriliyor. ZİNA tüm kültürlerle beraber kültürümüzde, tüm ilahi dinlerde ve dinimizde yanlış bulunan ve lanetlenen bir eylemdir.
Zinanın Ceza Kanunumuzda suç olmaktan çıkarılması ZİNANIN SERBEST HALE GELMESİNE DAVETİYE ÇIKARMIŞTIR. SOSYAL HAYATIMIZDA YIKIMA, AHLAKİ ÇÖKÜNTÜYE YANİ TAHRİBATA SEBEP OLMUŞTUR.
Bu yanlışın 10 - 15 yıldır düzeltilememiş oluşundan da en büyük zararı geleceğimizi temeli, teminatı çocuklar, bu tür evliliklerde doğan çocuklar görmüştür. Nesep yani soy sop karışıklıkları, nüfus kütüğüne kaydedilemeyip vatandaş dahi olamayan, madden ve manen çöküntüye uğrayan, doğar doğmaz hayatları kararan çocuklar ve sonra da kadınlar görmüştür.
Bir taraftan son 10 - 15 senedir resmi din eğitimimizde İmam Hatip Okullarının ve ilahiyat Fakültelerinin sayısını 4 - 5 kat arttırılırken, öbür taraftan dinimizce yasaklanan, lanetlenen ZİNA'yı sebest bırakmak günümüz ve geleceğimize dinamit koymak sonucunu getirmiştir ki, zararlarını halen görürken geleceğimiz de olumsuz doğrultuda ipotek altına alınmıştır.
Benim anlayamadığım; muhafazakar görünümlü hükümetimizin, başta kadın dernekleri, din adamı ve akademisyenleri ve sosyal çevre kuruluşları olmak üzere tüm insanların bu oluşuma duyarsız kalmaları ve kabullenir görüntü vermeleridir.
Allah geleceğimizi hayreylesin !...
Hayatın anlamı nedir ?
Neden yaşıyoruz ?
Neden buraya konduk ?
Ne için yaşıyoruz ?
Eğer öleceksek ve hiç bir şey kalıcı değilse o halde yaşamamızın ne anlamı var ?
Bu sorulara tutarlı cevaplar bulmak isteriz. Tatmin edici bir cevap bulamamak bizi huzursuz eder. Hatta bu huzursuzluk bazen hastalık derecesine varabilir.
Psikolog Carl Jung; Hayatta anlam yokluğu nevrozların başlangıcında önemli bir rol oynamaktadır der ve ekler:
NEVROZ, Anlamını bulamamış ruhun acı çekmesidir.
Evrendeki her şeyi Allah yaratmıştır, sonunda yine O'na döneceğiz (Hud /62) Hepimiz birer yolcuyuz. Bu yolculuğun bir kısmını Dünya'da yapmaktayız. Dünya hayatı geçicidir, asıl hayat ahirettedir (Ankebut/64)Dünyada insan madde ile tanışır ve kendisine verilmiş olan akıl ve duygularını kullanarak Allah'ın varlığını kavrayabilir. Allah bu dünyada insanların hangilerinin daha iyi şeyler yapacağını görmek istemektedir. (Mülk/2) Onun için ben hayatıma bir anlam kazandırmak, bir amaç koymak istiyorsam bu amaç iyi, güzel ve yararlı şeyler yapmada diğer insanlarla yarışmak olmalıdır. Yarışın ödülü de bu dünyada gönül ferahlığı, ahirette ise Cennet denilen, düşünebileceğimiz her türlü refah, huzur ve mutluluğu bulacağımız asıi hayatımızı yaşamaktır. (Ahkaf/13-14)
Allah'a inanmak, bütün evrene ve etrafımızda gördüğümüz her şeye bir anlam kazandırır.
O'nun bağışlayıcı olduğunu bilmek bizi sürekli devam eden suçluluk duygusundan kurtarır. O'nun bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu bilmekle (Kaf/16) pozitif bir enerji yüklenir ve manevi bir güç duyarız..
Öldükten sonra tekrar dirileceğimize inanmak bizi yok olma psikolojisinden kurtardığı gibi, ahiretteki hayatımızın bu dünyada yaptıklarımızla şekilleneceği inancı da dünya hayatımıza bir anlam katar.
NOT: Bu yazının hazırlanmasında ERTUĞRUL DOĞUÇ'un OZAN Yayıncılık' tan'' SOSYO -- KÜLÜREL AÇIDAN İSLAM adlı eserinden faydalanılmıştır.
Halbuki güzel Türkçemiz'de bu tür tehlikeli ve çok bulaşıcı hastalıkların adı SALGIN olarak benimsenmişti. Grip salgını, Kolera salgını gibi belki de 100 - 200 senedir böyle tanımlanıyordu.
PEKİYİ, BÖYLE OLDU DA NE OLDU ?
Salgın kelimesi bu tür hastalıkların önemini, zararını ve bulaşıcılığını çok güzel anlatan, tanımlayan bir kelime idi. Bizim kültürümüzde olmadığı için toplumumuzda ciddiyeti, önemi, tehlikesini anlatmakta PANDEMİ sözü yetersiz kaldı, yani bir ölçüde sıradanlaşmasını sağladı. İşte bunun sonucu da insanlarımızın konulan korunma kurallarının ciddiyetini ve önemini kavramaları zorlaştı.
Halbuki ilk andan itibaren bu hastalık SALGIN olarak nitelense, bilinç altlarında bu kelime ile tehlikesi, dehşeti ve önemi vurgulanmış olarak yer etse idi, hastalığa kaşı konulan kısıtlama ve önleme tedbirlerine insanlarımızı dikkati, uyumu ve sabrı daha çok ve geniş olarak sağlanabilirdi.
Sonuç olarak, ülkemizde ve dünyada salgın hastalıkların son 50 - 60 yılda insanları bu boyutta etkilememesi sonucu ACEMİLİĞİMİZE GELDİ. Herhalde bu bir ders olmalı ki -- başta tıp bilimi olmak üzere --bilim adamlarımız toplum karşısında ekranlara bilgi verirken, ilmi konularda tartışırken, düşüncelerini ifade ederken ilmi -- tıbbi bilgileri, o bilimin teknik terimleri ile değil de, halkın seviyesinde, onların anlayacağı kelimelerle anlatması gerekecektir.
Biz bilim adamlarımızı, sayın değerli hocalarımızı ekranlarda sık sık görüp izliyor ve dinliyoruz, verdikleri bilgilerden yararlanıyoruz. Ama onlar toplumun genelini gözlem ve izlemekte ve görüşlerini belirlemekte yeterli imkana sahip değildirler. İşte bu sebeple meslek odaları birlikleri, üniversite bilim çevreleri sayın hocalarımızı bu konuda uyarmalıdırlar, iletişimin karşılıklı olması konusunun önemini anlatmalıdırlar...
================================== APTALLAR .:: Aptal Olduğunu ŞİZOFRENLAR :: Şizofren Olduğunu C A H İ L L E R :::: C a h i ...