Ayetlerin vahyolunmaya başlaması Miladi 610 yılındadır. Hicrete kadar ( MS 621 ) Mekke’de Bundan sonra Medine’de inmiştir. Mekke’de vahyolunanlar Mekki Ayet, Medine’de vahyolunanlar ise Medeni Ayet diye isimlendirilmektedir. Ayetlerin yaklaşık 2/3 ü Mekki, kalanı Medenidir. Mekki ayetler kısadır, sert ifadeler ve ihtarlar taşır. Medeni sure ve ayetler uzundur, düşündürücüdür ve yumuşak üsluptadır.
Peygamberimiz, Cebrail isimli meleğin tebliğ ettiği vahyi ezberliyor, sonra vahiy katiplerinden birini çağırarak, gelen kısmı, ait olduğu yeri de tayin ederek yazdırıyordu. O devirde Kur'’n metni tabaklanmış deri, hurma dalları, yassı taşlar, tahta levhalar, deve ve koyunların kürek kemikleri gibi civarda bulunan çeşitli malzemeler üzerine yazılıyordu. Hz. Muhammed olası bir yanlışlığı önlemek için gelen vahyi yazdırdıktan sonra katipten okumasını istiyordu. Doğruluğu denetlenmiş olan bu metin kendisine teslim ediliyor ve evinde korunuyordu. Vahiy ara ara ve parça parça geldiğinden, surenin bitmesi bekleniyor, bitince de daha uygun tarzda sayfalara geçiriliyordu.
Peygamberimiz, yeni inen her vahiy metnini önce erkekler, sonra da kadınlar cemaatine okuyup tebliğ ederdi. Kur’an metnini yazanlar da parçayı hem ezberliyor hem de yazılı olarak evlerinde bulunduruyorlardı. O zamanki ortam ve imkanda hafıza yani bellek daha yaygın bir araç ve çözümdü. Müslümanlar namazda okumak, ibadet etmek, okuyup hayatlarında uygulamak gibi amaçlarla ve büyük bir istekle Peygamberimizden veya onun öğretip de yetkili kıldığı ashabından, ( yakın çevresindeki kişilerden ) Kur’an parçalarını öğrenip ezberliyorlardı.
Her Ramazan ayında Hz. Muhammed, o zamana kadar vahyedilmiş Kur’an metninin tamamını Cebrail’e, Cebrail de kendisine okur, böylece mukabele ederlerdi. ( karşılaştırırlardı ) Ramazan aylarındaki mukabele geleneği buradan kalmıştır.
Peygamber efendimiz hayatta olduğu sürece vahiy devam ettiğinden, Kur’an metni iki kap arasında bir kitap haline getirilemezdi. Böyle yapılmış olsaydı, düzeninde sık sık değişiklik yapmak, araya giren birkaç ayeti yerleştirmek için, ikide bir, çok sayıda metni yok etmek veya yeniden yazmak gerekecekti. Peygamberimizden sonra gelen halifelerin bunu gerçekleştirmeleri zorunluluk haline gelmişti.
Hz.Ebu Bekir, vahiy katiplerinden Zeyd İbn Sabit’i Kur’an’ı bir kitap haline getirmekle görevlendirdi. Kendisinde Kur’an’da yazılı parça bulunan herkesin Zeyd’e getirmesini şehirde ilan etti. Zeyd, Kur’an ezberinde olduğu halde, diğer hafızlarla karşılaştırdı ve ayrıca her ayet için yazılı iki tanık arayarak bu görevi titizlikle gerçekleştirdi.
Hz. Ebu Bekir tarafından bir araya getirilen bu kitaba ( El Mushaf = sayfalar ) denilmiştir. Bu metin sonra Hz.Ömer’e devir olunmuş, , vefat edince de kızı ve Peygamber’imizin eşi olan Hafza’ya kalmıştır.
Hz. Osman’ın halifeliği zamanında bir heyet teşkil etmiş, Kureyş lehçesi ve imlası ile yeniden yazdımıştır. Beş veya yedi nüsha olarak çoğalarak büyük islam merkezlerine göndemiş, ellerindeki Kur’an nüshalarının buna göre düzeltilmesini emrederek yeknesaklığı sağlamıştır. Kendisinde de bir nüsha kalmıştır. Bu nüshaya ‘’ İmam ‘’ denilmektedir.
Yüce Kitabımız, bu güne kadar hiçbir ayeti, kelimesi ve harfi değişmeyerek ve kaybolmayarak bize ulaşmıştır. Çünkü, O Allah’ın koruması ve garantisi altındadır:
İşte Kur’an’ın 15 sırasında bulunan Hicr Suresi ve 9. ayeti :
¨ Hiç kuşkusuz o Zikr’i biz indirdik, biz. Ve herhalde onun koruyucusu da biziz. ¨
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder