18 Aralık 2018 Salı

SÜNNİLİK - ŞİİLİK - Alevilik ayrışması ne zaman ve nasıl başlamış ?...



Bir zamanlar Diyanet İşleri Başkanlığı'da yapmış Prof.Dr. Süleyman ateş Hoca doğru, tarafsız ve güvenilir bilgi bakımından en önde gelen akademisyen ilahiyatçılarımızdandır. Onun bu konu hakkındaki bilgi ve yorumu şöyle;

 ''  Hz. Ali ile Muaviye arasında çıkan ve bir yıl kadar süren savaşta Hz. Ali galip gelecekken işin hakeme havale edilmesi sonucunda buna razı olmayan bazı askerler ayrılıp bir grup kurdu. Bunlara Hariciler ( Ali’den ayrılanlar ), Ali’ye bağlı kalanlara da Şii yani Ali taraflısı dendi. Bunlar Ali yolunda İslâm'a son derece bağlı insanlardı. Ama Hz. Ali’nin ve ardından Hz. Hüseyin’in şehadetinden sonra Ali evladı siyasetle uğraşmayıp ilimle meşgul oldular. Hz. Ali’nin üçüncü göbekten torunu Cafer-i Sadık’ın dini içtihatları ( görüşleri ) Caferi mezhebini oluşturdu. Caferiliğin diğer Sünni mezheplerden uygulamada pek farkı yoktur. 

Ancak Caferi mezhebi mensupları zamanla 12 imam inancını ortaya çıkardı. Peygamber’den sonra halifelik hakkının Ali’de ve Ali evladında olduğu inancını benimsediler. Bu bakımdan ilk üç halifeyi (Ebubekir, Ömer, Osman) Ali’nin hakkını gasbeden (gasıp) saydılar. Ali dahil 12 imamı masum yani günah işlemez, günahsız kabul ettiler. İşte Şiilerle Sünni mezhepler (inanç ekolleri) arasındaki başlıca inanç farkı budur. Fakat uygulama açısından Şiiler de Kur’ân-ı Kerim’e son derece bağlı, muhafazakâr insanlardır. Namaz kılar, Kur’ân-ı Kerim’in hükümlerini uygularlar.

Aleviliğe gelince, zamanla Şiiler arasında  "Sadece Ali’yi sevmenin" yeterli olduğuna, dinin pratiği olan namaz-oruç gibi eylemlere gerek olmadığına, dinin asıl amacı olan ahlakı düzeltmenin yeterli olacağına inanan bir grup ortaya çıktı. Bunların geliştirdiği Ali inancı, tarihi Ali’den çok farklıdır. Çünkü bunlara göre Ali yarı tanrı hüviyetini kazanmıştır. Özetle Alevilik budur ama bunlar da kendi aralarında bölünmüştür. Kimi var ki Kur’ân’ın hükümlerine inanır, namaz kılar, oruç tutar. Kimi de var ki namaza, oruca gerek görmez. Hatta kendilerini İslâm ile de sınırlı görmezler. Bir programda beraber bulunduğum bir zat, kendilerinin belli bir inançla sınırlı olmadıklarını, daha evrensel ve geniş bir inanca sahip olduklarını söylemişti. ''

BEYNİMİZİN OYUNU



Böyle bir olay yani beynimizin oyunu iki defa başımdan geçti.

İlki bundan çok uzun seneler yani emekliliğimden önce  bir kamu kurumunda çalışıyorken oldu. Kurumumda şef teknisyenim. 70 kilometrellik bir bölgenin kısım şefiyim. Taşrada çalışan 4 kısım şefi de bir şube şefine bağlıyız. Benim sorumlu olduğum mıntıkada 7 işyerim var onları özel araçla 2-3 günde bir turne yaparak denetliyor yapılan işleri teslim alıyor ve yeni işler veriyorum. Ay sonlarında da yaptığım çeşitli işleri birimlerine göre belirliyor, dökümünü yapıyor ve ayın ilk günlerinde büroda 2 günlük çalışma ile toparlayıp fiyatlandırarak şube şefliğimize rapor ediyorum. Şube  şefi de benimle beraber  diğer üç kısım şefliğinden gelen raporların dökümünü yapıp toplamlarını alıp  rakamlandırarak bölge müdürlüğne rapor ediyor. Biz de bu işlemi '' aylık rapor '' olarak isimlendiriyoruz. Her ayın ilk günlerinde mutlaka tamamlanıp bildirilmesi gerekli.

Bir ay başında çalışmamı  bitirdim. Yapılan hesapları kontrol edip hesapların dökümlerle tutarlılığını kontrol ediyorum. Bir rakamda  hata ve tutarsızlık çıktı. Silbaştan tüm yüzlerce rakamı yeniden kontrol ediyorum aynı hatalı sonuç çıkıyor. Her kontrol de 1-2 saat sürede yapılabiliyor, tabii ki o günlerdeki Facit marka mekanik hesap makinesı ile. İki defa daha da hesapları kontrol ettikten sonra yanlışı daha doğrusu hatayı keşfettim. Bütün rakamlar, hesaplar doğru fakat yan yana bulunan iki rakamı ben ilk hesapta yanlış okumuşum. Diyelim ki 57 olan sayıyı hesap makinesina girerken 75 olarak girmişim.  Beynim bu hataya şartlanmış ondan sonraki her kontrol hesaplarında toplamada hep aynı hatayı tekrar etmişim. Yani beynim o yanlışa şartlanmış ve bana oyun etmiş.

Gelelim ikinci olaya: Son bir iki yıldır medyada, reklamlarda bir kelime dikkatimi çekiyor. Tuhafıma gidiyor.
YENİLEBİLİR ENERJİ
Bu terim her karşıma çıktığında dikkatimi çekiyor, Allah Allah yenilir enerji olur mu diye düşünüyorum. Fazla da üzerinde durmuyorum. Dursam İnternet'te küçük bir araştırma ile çözebilirim. İki sene sonra birden fark ettim ki, bu terim  '' yenilebir '' değil '' yenilenebilir '' miş.

Yani; YENİLE(NE)BİLİR  enerji imiş.
Beynim  bana ikinci defa oyun etmiş ve kelimedeki ( NE ) yi  atlamış.

Sonunda da güneş, rüzgar, su gibi tabii kaynaklardan elde edilen enerji türüne deniyormuş.
Lütfen dikkat beyniniz size de her an bir şaka yapabilir.

ÜLKEMİZDE AYDIN ENFLASYONU VAR ...



Ülkemizde aydın enflasyonu var. Her şehirde üniversitelerimiz olması ile, hele açık öğretim mezunlarının artması ile bu sonuca gelindi. 18 - 25 yaş arası gençlerimiz bir de yüksek tahsil diploması aldı ise ders kitaplarının dışında başka kitap okumasa da aydındır, her şeyi bilmektedir. Onlardan daha aydın kimse yoktur. 

Ülkemizde aydın olmak sol fikirlere sahip olmakla çok yakından ilgilidir. Kendilerine aydın etiketini, ençok onlar yakıştırırlar.  Solcular, ilericidirler ( ! )  İlericilik de bilindiği gibi aydın olmanın en önemli sonucudur. Solcuysanız, hor gördüğünüz halka yakınsınızdır. Aydın olma etiketi en çok sizin hakkınızdır.

Hele bir de laikseniz, ilericilik, solculuk, manevi değerlere uzaklık genellikle sizin en modern yönünüzdür. Bu sebepten en, pek, öz aydın da sizsiniz. Laikliğin kişilerle ilgili değil devletin bir yönetim sistemi olduğu gerçeği es geçilse de olur.
Sağcılardan da, aydınlanmış kişiler çıkmaz mı ? Nadir de olsa ki çıkar: 1982 askeri darbesinin hemen önceki sağ - sol çatışmalarının şiddetlendiği günlerde, görevli olarak bulunduğum Sivas'dan Ankara'ya gitmek üzere trene bindim. Tren hareket etti takriben bir saat sonra 3-4 genç oturduğumuz kompartmanı bastılar ( pardon şereflendirdiler )  Kompartmanın kapısında da 4-5 genç de nöbette kaldı. Bunlardan birisi 16 - 17 yaşlarındaki  liderleri. orta okuldan terk ettiğini de içeren kısa öz geçmişini anlattıktan sonra kompartmanda bulunan 6 yolcu olan bizleri aydınlatacağını belirterek söze başladı. 5 - 6 dakikalık söylemle bizleri bilgilendirdi, eğitti, aydınlattı. Sonra da heyeti ile yandaki kompartmana geçerek eğitim görevine devam etti.

Bir  '' aydınlanmış ''  bu günkü tabir ile  aydın  kişi daha var: Yunus Emre. Onun aydın olduğuna itirazınız olmayacaktır her halde. Yunus bakalım bu konuda ne demiş ?
İlim ilim bilmektir
İlim kendini bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır.
Gerçek ilim, gerçekleri bilmek, insanın kendini tanıması ile başlarmış. Yani aydın, bilge kişi öncelikle kendini bilen kişi  imiş.
Kendini bilmek, kendini tanımak ve HADDİNİ BİLMEKTİR.

Yalnızca kendisinin aydınlandığını, kendisi dışındakilerin karanlıkta kaldığını zannetmek, vehmetmek değil.
Yani kendine aydın etiketini takıp başkalarını, kendisi gibi düşünmeyen inanmayanları küçümsemek değil.
Gelelim ilahi formuna da dönüştürülen şiirin ikinci dörtlüğüne;

Okumaktan murat ne
Kişi Hakkı bilmektir.
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru emektir
Ne demek istemiş ulu ozan; 

Okumak, öğrenmek, bilgilenmek eylemi kişiyi  Hakk'a yani tüm varlığın ve bilgilerin sahibine, kaynağına götürmüyorsa tüm gayretler gereksizdir, boşunadır.

Vesselam...

SIKINTILAR, ZORLUKLAR, BUNALIMLAR İNSANI ŞARJ EDİYORMUŞ...


Değerli dostlar, engellersıkıntılar, kronikleşip hastalık boyutuna varmamış küçük çaptaki bunalımlar insanın sonraki yaşam enerjisi için faydalı ve gerekli imiş. İnsanı şarj ediyormuş.'' Sıkılan insan eğlence ve oyun gibi meşgalelerle hızlı deşarş oluyor ama, insanın verimli çalışması ve değerli bir şeyler üretebilmesi için tedrici yani yavaş yavaş deşarj olması gerekli imiş. İşte çalışmak, maddi ve manevi olarak güzel şeyler üretmesi bu tedrici deşarjla mümkün oluyor.''  [*] Şarj için ise yukarıda belittiğim gibi günlük yaşamdaki engeller, sıkıntılar ve bunalımlar gerekli. İşte onun için Yüce Allah insana günlük yaşamında önce güçlükler ve sıkıntılar veriyor, sonra da bunları gideriyor:

Bununla ilgili şu mucize beyanları veren ayetlere bakar mısınız !...
Demek ki her zorlukla beraber bir kolaylık var.
Evet her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.
Boş kaldın mı kalk yorul
Ve ancak Rabbi'nden ümit et. Hep O'na doğrul   ( 94/ 5,6,7,8 )

Hayatta insanın karşısına çıkan engellerle ilgili beğendiğim  şu yazıyı sizinle paylaşmadan edemedim:

'' Hayat engellerle dolu bir yolculuktur.  '  Yürüdüğünüz yolda hiç bir engel yoksa yanlış yoldasınız demektir '

Engel olacak ki,  gücümüz sınansın.
Engel olacak ki, sabrımız sınansın.
Engel olacak ki, kararlılığımız sınansın.
Engel olacak ki, engelle mücadele edecek gücümüz artsın.

Hep aynı yükü taşıyan bir insanın gücünün artması mümkün değildir. Her yıl yapılan spor müsabakaları, her yıl tekrar tekrar kırılan rekorlar bir sonraki yıl rekor kırmak isteyenlere bir engel oluşturmuyor, onlara güç ve çalışma hırsı kazandırıyor. 
Engeller kimi insanın  kırılmasına, kimilerinin de rekor kırmasına sebep olur. '' [**]

NOT: [*]   Denge Yayınları -- Faruk Gürbüz -- KUR'AN'DA DENGE sayfa: 241
[**]  Oku-Yorum Yayınları -- Sait Çamlıca -- STRESLİ  İMAN  sayfa: 276

ÖLÜM ÖTESİ DENEYİMLER ( Nörolog Prof.Dr Gazi Özdemir )

KADERCİLİK ŞEYTANIN DİNİDİR.. ( Mehmet Okuyan / Mustafa İslamoğlu / Emre Dorman )...

KADER ALIN YAZISI Mı ? KADER GERÇEĞİ ... ( Prof.Dr. Mehmet Okuyan )

17 Aralık 2018 Pazartesi

MELEKLER VE ELEŞTİREL AKIL ( Mustafa İslamoğlu )

AVARE FİLMİ



Ülkemizdeki film piyasasını sarsan, görülmemiş bir ilgi ve hasılat rekorları kıran bir film. Dünya ve ülkemiz film seyircisini Hint sineması ve filmleri ile tanıştıran ilk film. Orijinali 6 saat süreli imiş. Bizde önce 4 saate kısaltmışlar, sonra da 2 buçuk saate indirmişler. 1951 yapımı.
Baş rollerde fakir tatlı serseri rolünde RAJ KAPOOR ve zengin kızı rolünde NERGİS.
1950 ‘ lerin başı. O günlerde böyle basılı ve görsel medya ile İnternet yok.
Tek medya unsuru uzun dalga devletin Ankara ve İstanbul radyoları.
Onlarda da magazin haberleri yok. Soğuk ve resmi bir yayın politikası.
Basılı medya olarak İstanbul’daki ulusal birkaç gazete var ve onlar en yakın Anadolu illerine dahi 2-3 günde, uzak illere neredeyse bir haftada ulaşıyor.
Böyle bir ortamda kulaktan kulağa müthiş söylenti ve haber rüzgarı.
Avare filmi varmış,3 saat sürüyormuş. Halk bu filme girebilmek için kapıları pencereleri kırıyormuş.
Müthiş bir heyecan, merak ve beklenti...
Acaba ilimize ne zaman gelecek ?..
Zaman o zaman ki. Devletin radyosunda bile akıllı uslu bir müzik yayını yok.
Hafif batı müziği, arkasından klasik batı müziği ve sonra ajanslar. Yani öğle saat:13.00 akşam saat 19.00 da haberler. Ve sonraları da ‘’Yurttan Sesler: Yöneten, Nurettin Sarısözen. ‘’ Halkın tek ilgilendiği programlar bu son ikisi. Ajanslar ve Yurttan Sesler.
Böyle bir ortamda da halkın tek eğlencesi sinemalar.
Ben 12-13 yaşlarındayım. Sonunda 1956-1957 yılı olacak Avare filmi şehrimize geldi. Ezilme pahasına sinemaya girerek filmi izleyebildim.
Sonra da
Tüm gençlerin, çocukların ve benim dudaklarımızda da filmin unutulmaz melodisi ve şarkısı...
Naaaaa na na naaaa. Na na naaaa...
Avara muuu, Avara muuu...
Ya gardaş ma vuuu, gardaş ma vuuu..
Aasma’an katara muuuuu.
Avara muuuu...
Nııı nı nı nııı......
Biz şarkıyı böyle biliyorduk. İnternette şu adreste:
http://www.sinemafanatik.com/yabbse/index.php?board=17;action=display;threadid=12578
şarkının orijinal sözlerini buldum. Ehh biraz farklı imiş:
''aawaaraa hoon, aawaaraa hoon
yaa gardish mein hoon, aasamaan kaa taaraa hoon

gharabaar nahee, sansaar nahee, muz se kisee ko pyaar nahee
us paar kisee se milane kaa ikaraar nahee
sunasaan nagar, anajaan dagar kaa pyaaraa hoon

aabad naheen barabaad sahee, gaataa hoo khushee ke geet magar
jakhmon se bhar seenaa hain meraa, hasatee hain magar ye mast najar
duniyaan, duniyaan main tere teer kaa yaa takadeer kaa maaraa hoon ''
Bundan 15-20 sene önce bir gazete promosyon olarak ucuz bir fiyatla 3 CD’den oluşan filmi verdi ve büyük bir sevinçle aldım.
Arada hatırladıkça o olağan üstü güzel şarkı bölümünü izliyorum.
Avara muuu, Avara muuu.

Naaa na na naaaa

14 Aralık 2018 Cuma

ALLAH'IN İNSANA RUHUNDAN ÜFLEMESİ ne anlama geliyor ?



Kur'an'ın 32. sırasındaki Secde Suresinde 7 ve 8. ayetlerde insanın yaratılışında söz edilmekte;

32 / 7 -- O ( Allah ) ki yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır.

32 / 8 --  sonra onun zürriyetini, dayanıksız bir suyun özünden üretmiştir

32 / 9. ayette -- Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
Denilmektedir.

ALLAH'IN İNSANA RUHUNDAN  ÜFLEMESİ çok derinlik içeren bir ifadedir ve ilgi çekicidir.

Allah'ın kendi özelliklerinden bazılarını örnek olacak ve sembolik miktarda insana vermesi, bahşetmesi anlamındadır. Örnek olarak adil olma, bir şeyler planlayıp yapma, maddeye şekil verme, tasarımlama ve irade gibi bazı özellikler Allah'ta sonsuzdur ama insanda bir parça vardır. Çünkü Allah insana ruhundan üflemiştir..

''  En-el Hak ''  Ben Allah'ın yansımasıyım felsefesi buradan gelmektedir.

Not: Bu yazının hazırlanmasında Gece Kitaplığı yayınlarından Sancaktar Tekkılıç'ın ''  Düşünmeyen Ormanda Yaşasın '' isimli eserinden ( s.141 ) faydalanılmıştır.

HANİ BİR GÜN...


HAN  BİR  GÜN

Bir zamanlar
Her iki çocuktan biri
''  Öğretmen olacağım ''  derdi
Küçük dünyalarının 
Büyük hayallerini
Öğretmenlik süslerdi
Hani bir gün 
Genç beyinlerin tercihlerinde 
En alt sıralara düşmüşse
Öğretmenlik
İdeal yerine 
Sıradan bir ekmek parası
Mesleği olmuşsa
İşte o gün
Öğretmenliği düşünmenin 
Tam vaktidir.
Senin için

Hani bir gün 
Yapılacak çok şey var 
Diyorsanız
Bu memleket için
Ve insanlık için
İşte o gün 
Öğretmenlik
En ideal meslektir
Sizin için

Hani bir gün
Bilgiye susamış beyinlerde
Işıltılı gözlerde
Öğretmenim,
Hocam  !
Diyen dillerde
Sevgiyi tatmak
Gönül tahtlarında yer etmek
İsterseniz
Eğitim ordusu 
Neferi olmanın
Tam zamanıdır
Senin için

Hani bir gün
İnsan
Sıradan bir yaratık değildir
Boşuna gelip geçemez
Bu dünyadan
Eser vermelidir
En büyük eser 
İnsandır
Noktasına gelirseniz
İşte o gün
Öğretmen olmayı düşünmenin
Zamanı gelmiştir
Sizin için

Bir zamanlar
Süzgün gözlü kadınlar
Romantik bakışlı erkekler
Süslerdi gençlerin düşlerini
Sinema salonları 
Onlar için dolardı
Hani bir gün
Madonnalar ve iri pazulu adamlar
Alıyorsa baş rolleri
Ve her filmde
En az yüz insan ölüyorsa
Vampirler, cadılar
Ve büyücülerin
Biri gidip bir geliyorsa
Düş perdesine
İşte o gün
Öğretmen olmanın 
Sırası  gelmiştir
Senin için.

Hani bir gün
Madonnalar
Ve iri pazulu erkeklerle beraber
Kadınla erkek arası
Ne idüğü belirsiz yaratıklar
Kurulmuşsa gönül tahtlarına
Büyük sanatçı diye,
Sanat güneşi diye
Diva diye
En büyük tirajlı gazetelerde
Tüm sapkınlıklara
Tam sayfa
Methiyeler düzülüyorsa
Cinsel tercih
Ahlaksızlığa kılıf oluyorsa
İşte o gün
Bu çarpıklıklar sürüp gidemez
Öğretmenden başkası
Bu gidişe dur diyemez.

Bir zamanlar
'' Ekmek parasını hak etmek ''
İnancı vardı
Ve '' alın teri ''  en büyük değerdi
Hani bir gün
Kısadan köşeyi dönmek 
Marifet olmuşsa
Tüm insanlar
Bağlamışlarsa umutlarını
Toto, loto, piyango
At yarışı 
Ve Kazı kazana
Alınteri 
Olmuşsa mizah konusu 
İşte o gün
Beklemektedir seni eğitimci ordusu

Hani bir gün
Mutsuzluk, umutsuzluk
Genç yüreklere de dolmuşsa
Ve de uyuşturucu 
Toplumun, gençliğin başına
En büyük bela olmuşsa
Bu çıkmaz sokak
İnanan, idealist eğitimcilerle geçilir
İşte o gün
Öğretmenlik mesleği seçilir.

Hani bir gün
İnsanlığın geleceği diye
Uzay çağı diye
Kısır akıllar
Sevgi değil
Barış değil
Savaş senaryoları üretiyorsa
Bilim kurgu adına
Üretilen yapıtlar
Uzayda savaş
Yıldızlar savaşı
İsimleri alında
Seyirci rekorları
Hasılat rekorları kırıyorsa
Anlamsız bir iç savaş
Mezhep savaşı
Yani kardeş kavgası çıkarılıp
Günahsız binlerce insan
Ve insanlığın geleceği
Öğretmenler  öldürülüyorsa
Bu gidişe de dur diyecek
Yine öğretmenlerdir
Kurtarılması geren
Çocuklaerdır, gençlerdir...

Hani birgün
Dolu dolu hissederseniz kendinizi
Dolmuşta taşmakta olan bir su testisi gibi
Yapacak çok şey var diyorsanız
Memleketimiz için
İnsanlık için
İşte o gün
Gelin
Öğretmenliği seçin


NOT: Bu şiirimi 25 yıl önce yazdım. İlk defa !3 Şubat 2017 tarihinde  milliyet bloktaki sayfamda yayınladım...

YARIM ASIRLIK DEMİRYOLU EMEKTARI OLARAK SON YÜKSEK HIZLI TREN KAZASI HAKKINDAKİ YORUMUM .....



Hızlı olarak  '' geçmiş olsun '' ve ''  başımız sağ olsun '' dileklerimle hemen konuya giriyorum:

Evet arkadaşlar beni takip edenlerin çoğunluğu tarafından bilindiği gibi  yarım asırlık demiryolu  emektarıyım ( 45 yıl 7 ay )   Demiryolu işletmemizin  en ilkel  dönemi olan buharlı tren döneminde işe girdim.  ( 1963 )  Yüksek hızlı tren dönemi  başlangıcında emekli oldum.  Demiryolu Meslek Lisesi mezunu olduktan sonra ilk atandığım  3. Bölge Alsancak 312. yol bakım şefliğinde 9 ay kadar şef yardımcısı olarak çalıştıktan sonra 19 yaşında Yol Bakım Şefliğine atandım. O günden, emekli olduğum tarihe kadar, şef teknisyen,  Sivas ve Afyon Beton Travers Fabrikaları, Personel Müdürlüğü görevleri, Demiryolu Meslek Lisemiz  sonra da  Eskişehir Eğitim Mekezi meslek dersleri öğretmenliği yaptım -- arada --  Meslek Lisemiz  1998 yılında kapatılınca da etkin ve yetkin çalışmalarımdan  dolayı ödül olarak ''  siyasi amaçlarla başka kurumdan torpilli olarak Eğitim Dairesi Başkanlığı görevine getirilen zatın icraatıyla  Demiryolu hastahanmize 2 yıl kadar sürgün  edildim.

Şimdi gelelim hızlı tren dönemine:

Hızlı tren teknolojisinin geçilmesine başlangıcından beri tereddütlü ve endişeli oldum. Yüksek teknoloji ve onun getirdiği yüksek hız insanı ile ekipmanı ve trafiği ile bir bütün olarak bir sistem meselesi. Bu sistemi oluşturan tüm detaylar mükemmel olmalı, ve azami dikkatle  takip edilmeli. İşte ben buna ülkemizin özellikle yöneten ve yönetilen insanlar açısından ''  Tam hazır olmadığına '' inanıyordum. Çünkü hızlı tren işletmeciliğimizin başlamasından kısa bir süre önce  DEMİRYOLCU OLMAYAN BİR GENEL MÜDÜR'ün  yanlış kararları ile HIZLANDIRILMIŞ TREN FACİASI yaşanmıştı. Yine büyük bir GELİYORUM DİYEN kaza,  bir çok can kaybı.  

Bu olayda yine ne yazık ki olayın derin ve gerçek araştırılması, analizi yapılmadı. Kusur bir kaç personele  fatura edildi. İşin gerçek müsebbibi üst yöneticiler görülmedi, görmezden gelindi. Bir de ödüllendirildi. Şimdi biri  milletvekili....

HIZLANDIRILMIŞ TREN uygulaması çok yanlıştı. Mesleğim Demiryolu İnşaatı ve Bakımı olduğu içim biliyorum ki. Her yolun, yaşı, malzemesinin özelliği, bakım şartları gibi durumlar, üzerinde yapılacak azami hızı belirler. Özellikle yol teknik terimi olan kurplar ( virajlar ) hızın sınırlanmasında oldukça etkilidir. Bu hız sınırları aşılınca  KAZA kaçınılmaz olur. Çünkü genel fizik kanunlarının  işlemesi önlenemez. Bu bölgede çok önemli bir yanlış karar daha alındı. MAKİNİSTE DURUMA GÖRE HIZI KENDİLİĞİNDEN % 10 ( hatırladığıma göre )  ARTTIRMA YETKİSİ VERİLDİ.  Bu demiryolu işletme tekniğine uymayan ve yanlış bir karardı.  İşin tekniğine çok aykırı bir karar. Hızı arttırma yetkisi, yol teknik ekibi sorumlularına aittir. 
 Ne yazık ki o gün görevde olan yol, cer, trafik bölümleri üst yöneticileri, de genel müdürü uyarmadılar, sessiz ve dirençsiz kaldır.

Yüksek teknoloji ve yüksek hız öncelikle uygun özelliği olan personel yani insanla gerçekleşebilir: 

==  Seçilecek elemanlar, çok zeki, çok çalışkan, toplulumuzun en seçkini denebilecek gençler arasından seçilmelidir. Mutlaka makina ve motor gibi branşlardan yüksek tahsilli olmalıdırlar...
==  Makinist,  çok iyi ve yeterli eğitimden geçirilmelidir.  Bence Hızlı veya Yüksek Hızlı tren makinistliği bir sivil ve askeri uçak pilotuna eşit yetenek isteyen ağırlıkta  bir görevdir.
==  Bu seçimde toplumumuzun önemli bir aksak ve yanlış yönü olan adam kayırma, siyasi mülahazalar, torpil gibi alışkanlıklarından sıyrılmak ve bunları devre dışında tutmak gerekir
==  Makinist  ve  hızlı tren trafiğini yöneten personel, maddi ve manevi yönler açısından  ileri seviyeye getirilmelidir. Bu görevlerini yaparken dikkatlerini  toplamasına engel bir durum olmaması çok önemlidir.  Özel hayatlarında, boşanma, ayrılma, büyük kayıplar olan personel  bu göreve getirilmemeli, sonradan oluşan problemlerde de bu görevden alınmalıdırlar.
==  Yüksek hızlı tren trafiği içinde görev alacak diğer personel de yine bu imkanlara yakın olması gözetilmelidir.
==  Sık sık takviye eğitimine alınmalıdırlar. Moralleri de yüksek tutulmalıdır.
==  Personelin iş disiplini ve özellikle kişisel iç disiplinleri de yüksek olmalıdır.
==  Bunun yanında Yüksek Hızlı Tren makinist ve trafik görevlilerinin başına getirilecek  yöneticilere de özel bir önem verilmeli uyumlu çalışmaları sağlanmalıdır.

Tabii ki  personel dışında,  çeken ve çekilen araçların  periyodik  teknik kontrolleri ve bakımları ile yolun bakımı yüksek disiplinle yürütülmelidir. 

Ne yazık ki ülkemiz insanının özelikle yöneticilerinin iflah olmaz bir eksikliği var, merakla ve hızla iyi etüt edilmeden ve sürecin tüm ayrıntıları gözetilmeden hızla karar veriliyor ve TEDBİRLER  İÇİN İSTİM ARKADAN GELİYOR.  Mükemmellik detaylarda gizlidir. İşte bizim atladığımız göremediğiz yanlışlık eksiklik bu noktada. Yine bu kazanın faturası  -- mutlak az veya çok kusurlu da olabilen  -- bir kaç canın dişine takarak çalışan faal personele kesilecek, üst ve siyasi yöneticilerin yanlış  karar ve ihmalleri dikkatlerden  kaçırılacak... 





























APTALLAR -- ŞİZOFRENLR -- CAHİLLER

    ================================== APTALLAR .:: Aptal Olduğunu ŞİZOFRENLAR ::  Şizofren Olduğunu C A H İ L L E R  :::: C a h i ...