7 Aralık 2018 Cuma

Bazıları zannediyor ki ; " ŞÜKÜR '' DEMEKLE ŞÜKRETMİŞ OLUYOR::: ( Mustafa İSLAM...)

KABİR AZABI VAR MI ? ... ( Prof.Dr.Bayraktar Bayraklı )

NAMAZ HAKKINDA BİLİNMEYENLER...


Namaz ibadetine ilk adım abdest ile başlıyor bilindiği gibi. Bu konuda önemli bir yanlış bilgilendirme var. Abdestin farzları içinde ayakları topuklara kadar yıkamak farzdır diye bir bilgi ve yanlış uygulama var. Ama abdest ile ilgili ayet Mâide Suresi 6. Ayetidir. Bu ayetinin doğru tercümesinde başın ve ayakların aşık kemiklerine kadar mesh edileceği belirtilmektedir. Ama bazı meal ve tercümelere orijinalinde olmayan topuklara kadar yıkanma ilavesi yapılmıştır. Tabii ki zaman ve imkan yeterli ise yıkamak faydalıdır. Daha bir temizliktir. Ama şehirde, çarşıda hareket halindesiniz, yani geziyorsunuz. Abdestiniz yok alacaksınız. Varsayalım ki kış ayı ve çok soğuk bir hava var, ve tabii ki insanlar gezerken yanlarında havlu taşımayacaklardır. Bu durumda yıkama zorunluluğu külfet oluyor, sıkıntılarla karşılaşma söz konusu. Ama Allah’ın farz kıldığı, üstten çoraptan dahi mesh etmektir.

Bir başka yanlış bilgilenme, kaza namazları ile ilgilidir. Burada Kur’an ruhuna uygun uygulamalar şöyle olmalıdır:
Kaza namazı gün içinde geçerlidir. Bir gün sonra veya günler sonra kaza namazı söz konusu değildir.
Gün içinde de bir namazın kazaya kalabilmesi için zorunlu sebep varlığı geçerlidir. Elde olmayan sebeplerle vaktinde kılamadığınız namazı o gün tamamlamadan kaza edebilirsiniz. Ertesi gün ve günler için kaza söz konusu değildir. Vakit namazlarının farz oluşu gün ve zamanla sınırlıdır.
 Vakit ve imkan olduğu halde, ağırdan aldınız, yorgunluk hissettiniz, yani üşendiniz, vaktinde kılmadınız. Böyle bir namazın kazası söz konusu değildir.
 Kazaya kalmanın şartı tekrar belirtelim, zorunluluk halleridir.

5 vakit namaz kılmaya ilk defa başlayacaksanız. Geçmiş namazları tamamlamak ve kaza etmek gibi bir zorunluluğunuz yoktur. Temiz ve beyaz bir sayfa açtınız. Aksatmadan ve muntazaman kılmaya devam ederseniz ve geçmiş için Allah’a sığınıp bağışlanma dilerseniz, bağışlaması bol Rabb’imiz bağışlayabilir.

Önemli bir hatalı uygulamada seferi namazlarda söz konusu. Seferi hallerde ve korku hallerinde farz namazlarının kısaltılma emri var Kur’an’da. Dikkat edin, yetkisi değil, emri diyorum. Nisâ Suresi 101-103 ayetlerde. Yani 4 rekat farz namazlarını yarıya yani 2 rekata indireceksiniz. Burada sünnetlerin anlamı ve yeri yok. Namaz Allah için kılınır. Böyle bir durumda Yüce Allah kullarına kolaylığı öngörmüş ve emir buyurmuş. Birileri de çoğunlukla Peygamberimizin ağzından dini ve ibadetleri zorlaştırmak ve ağırlaştırmak için ne gerekiyorsa yapmış.

Değerli okurlar bu yazdıklarım, benim yorumum ve uydurduğum şeyler değil, haşa buna ehil değilim ve yetkim de yok. Zamanımız din bilginlerinin, yani Kur’an’ı Arapça orijinalinden tefsire ehil ve yetkin din adamlarımızın yorumları.

Kim bunlar ? Prof.Dr. Süleyman Ateş, Prof.Dr. Y.Nuri Öztürk ve Prof.Dr. Bayraktar Bayraklı, Hüseyin Atay, Mehmet Okuyan  ve akademisyen olmayan fakat en az onlar kadar yetkin Mustafa İslamoğlu ve Kur'an'daki İslamı gündeme getirme mücadelesi veren diğer hocalarımız.

KUR'AN MUHATABINDA '' Farkındalık '' OLUŞTURUR .... ( Mustafa İslamoğlu )

5 Aralık 2018 Çarşamba

ONURLU DELİ ...



Yazımın başlığı; ONURLU DELİ '' Deli de onur olur mu ''  demeyin. En onurlu insanların genellikle ''gerçek deliler '' olduğunu aşağıda anlatacağım başımdan geçen bir olayla ben de öğrendim.

Henüz emekli olmadan, bundan 12 - 13 yıl kadar önce Eskişehir'de  çalıştığım iş yerim, tren garı önündeki meydanda. Her gün Odunpazarı civarındaki evime Garın önündeki Atatürk Caddesi'nden yürüyerek gidip geliyorum. Soğuk ve yağışın etkili olduğu ve eksilmediği bir Ocak ayı idi. Bir gün  Atatürk Caddesi üzerinde, gara 30-40 metre mesafede kaldırımı kendisine mesken edinmiş, 40 yaşlarında bir adam belirdi. Kaldırım üzerinde bir buçuk, iki metre kare kadar bir alanı kartonlarla döşeyerek orada oturmaya başladı. İşgal ettiği alanı zorunlu eşyaları ile çok muntazam bir şekilde düzenlediği dikkati çekiyordu.

Kendisine söylenenleri anlyor, laf atanları muhatap edinmiyor, anlaşılmaz sözcüklerle, hafif sesle kendisi ile konuşuyordu. İşe gidip gelirken ciddi bir şekilde ilgimi çekmeye başladı. Hava çok soğuk ve kar yağışlı. Ama adamcağıızın giysisi ortama pek uygun değildi. Sırtında eski bir kazak ve üstünde pejmurde bir ceket. Palto veya kaban gibi bir giysisi yok.

Geceleri garın içine sığınıp yattığını garın emniyetinden sorumlu personelinden öğrendim. Kimseye bir zararı yoktu. Kıyafetinin zayıf olması beni etkiledi. Bir gün, evde gardrobumdaki kullanılmış, temizce ve ara sıra giydiğim eski bir kabanı akşamdan poşete koydum. Ertesi sabah, cesaretimi toplayıp yanına yaklaştım. Giymesi için getirdiğimi söyleyerek yanına bıraktım. Umulmadık bir şekilde öfkelendi. Homurdanarak ve anlaşılmaz bir şeyler mırıldanarak, üzerime yürümek için davranınca korkup oradan uzaklaştım. 

Sonradan bu gizemli adamın hikayesini, garın emniyetinden sorumlu personelinden öğrendim. Ailesi Kütahya'da imiş. Babasının kendisine yanlış davranışları yüzünden bu hale gelmiş. Ailesi bir kaç defa kendisini evine götürmek için gelmişler, fakat gitmeyi reddetmiş. Sonunda bir gün ailesinin götürdüğünü öğrendik.

Bu olay uzunca bir süre beni etkiledi ve düşündürdü. Yukarıda belirttiğim gibi delilerin genellikle çok onurlu kişilikte insanlar olduklarını, bazılarının böyle çevrelerindeki insanlar veya yakınlarının kendisine '' kötü ve yanlış davranışlarını, insanlık onurlarına yediremedikleri için delirdikleri ''  kanısına vardım...

Toplulumuzun ALLAH -- HZ.MUHAMMED -- KUR'AN konularına yaklaşımı...




İlahiyat akademisyenlerinden Prof. Dr. Suat Yıldırım'ın  '' KUR'AN'DA ULÛHİYYET  '' isimli eserini incelerken ''Kur'an'da Allah'ın tanıtımı '' konusunda derli toplu ve geniş çaplı değerli bir çalışmanın ürünü bilgiler olduğunu farkettim. 

Çocukluğumdan itibaren Allah'ın isim ve sıfatları konusunu ''Allah'ın isim ve sıfatları 99 adettir '' diye başlayan ve bu isim ve sıfatları sayan bir hadisten ve hadisin içindeki isim ve sıfatların anlamlarını anlatan, açıklayan eserlerden öğrenmiştim. 

Yalnız ben değil ülkemizdeki müslümanların neredeyse tamamı da -- akademisyen ilahiyatçılar dahil  -- aynı şekilde bilgilenmişti. Bu hadis iddiasındaki sözler bu konuya ilgili herkes için tek kaynaktı.

Prof. Dr. Suat Yıldırım hocamız yukarıda ismini verdiğim geniş hacimli eserinde konuyu çok ayrıntılı incelemiş ve Kur'an'da  toplam133 adet olarak belirlediği isim ve sıfatların nerede, hangi ayetlerde ve her birinin Kur'an'da toplam kaçar defa geçtiğini ve geçtiği yerleri eserinde göstermişti. 

Bu eser çok ilgimi çekti, bende eser üzerinde bir kaç ay süren inceleme çalışması ile buradaki bilgileri Kur'an'da her isim ve sıfatın --  hangi ayetlerde geçtiği ayrıntısı hariç  -- listeledim ve blog sitemde bir kaç defa yayınladım.
Bu çalışmam sonucu çıkardığım döküman bilgileri incelediğimde, hadisteki bilgilerin Kur'an'daki bilgilerle örtüşmediğini ve oldukça önemli farklı olduğunu saptadım, şöyle ki;

#  Hadiste isim ve sıfatların toplam adedi bilindiği gibi 99 olarak veriliyordu. Fakat Kur'an'da Suat Hocamızın titiz çalışması sonucu toplam 133 adet isim ve sıfat belirlemişti.

##  Hadis iddiasındaki sözlerden 86 adedi Kur'an'da vardı, 13 adedi yoktu.

###  Ayrıca Kur'an'da, hadiste bahsi geçmeyen 47 adet daha isim ve sıfat zikrediliyordu.

####  Sonuç olarak Kur'an'la hadis iddiasındaki sözlerde toplamda ( 13 + 47 = 60 )  60 adet isim ve sıfat bilgisi tutarsızlığı söz konusu idi.

@  Eylül / 2011 tarihinde yayınladığım konuya ilişkin ''  KUR'AN'DAKİ  ALLAH  '' başlıklı yazım bu güne kadar geçen sürede ''  yalnızca 291 defa ''  okundu.  
( http://blog.milliyet.com.tr/kur-an-daki-allah/Blog/?BlogNo=324928 ) 

@@  Nisan / 2013 tarihinde aynı çizelgeyi içeren yazımı  bu defa , yaklaşık  2 sene sonra  başlığın adını değiştirerek  ''  ALLAH'IN  İSİM VE SIFATLARI KAÇ TANE   ?  ''  olarak yayınladım.
Bu yazım ise bu güne kadar geçen sürede toplam  ''  Tam 10834 defa okundu  ''
( http://blog.milliyet.com.tr/allah-in-isim-ve-sifatlari-kac-tane--/Blog/?BlogNo=410994 )

Bilgiler ikinci defa ilkinden 2 sene sonra yayınlanıyor ve  TAM 37.2 KAT FAZLA okunuyordu. 
Bu kadar muazzam farkın sebebi sizce be olabilir ?

Kur'an'daki Allah  başlığı ile yayına girdiğinde yalnızca 291 defa okunuyor.
2 sene sonra  Allah'ın isim ve sıfatları kaç tane?  başlığı ile yaına giriyor 10834 defa ve ilkinden 37 kat daha fazla okunuyor.

HEMEN FARK ETTİNİZ  bu fark yazının başlığından geliyor.

Durun daha bitmedi.

Olayı bir kere daha test etmek için yazımı yine '' KUR'AN'DAKİ ALLAH  '' başlığı altında  tekrar 3. bir defa daha, ikincisinden 2 sene sonra tekrar yayınladım. Ocak 2015 tarihinde ve sonuç yine çok ilginç ve çok az. Yalnızca 148 defa okundu son iki senedir.
( http://blog.milliyet.com.tr/kur-an-daki----allah--/Blog/?BlogNo=485760 )

Sizinde anladığınız gibi farkı yaratan yazıların başlığı.

Başlıklarda Kur'an ve Allah sözcükleri olduğunda çok az ilgi görüyor. 191 ve 148 er defa okunuyor.
Başlığa konuyla ilişkin hadisi çağrıştıran '' Allah'ın isim ve sıfatları '' ile  ''kaç tane  '' sözcükleri girince  yazıya ilgi  şaha kalkıyor ve 37 - 50 kat daha fazla okunuyor.

Çünkü ülkemiz Müslüman toplumu, dini konuları ve Allah'ı  gerçek kaynağı olan KUR'AN'DAN DEĞİL, YÜZLERCE BİNLERCE SENEDİR  ( 1400 yıldan fazla )  KUR'AN'INDA ÖNÜNE GEÇİRİLEN VE NEREDEYSE TAMAMI DENECEK KADAR BÜYÜK ÇOĞUNLUĞU HADİS ADI VERİLEN    --- GERÇEKTE PEYGAMBER SÖZÜ OLMAYAN ---  SAHTE VE UYDURMA sözlerden, öğrenmiş. 

**** ÖYLE ÖĞRENMEYE, ALGILAMAYA ALIŞTIRILMIŞ  *************

Birileri din adına iyi bir şeyler yaptığına inanarak, diğer başkaları da kişisel menfaat ve mevki hırslarının yönlendirmesi ile  SÖZLER UYDURMUŞ, peygamberden demiş.

Allah'ın insanlara olan mesajı olan Kur'an, mesaj olmaktan çıkarılmış, evlerde süslü kılıflarda saklanan, ANLAŞILMAK İÇİN DEĞİL -- İBADET ETMEK İÇİN  *** ANLAŞILMADAN OKUNAN  *** ABDEST ALMADAN EL SÜRÜLMEYEN *** Kuru bir saygıyla yetinilen  ***   BİR KUTSAL KİTAP HALİNE GETİRİLMİŞ.....

İşte bunun sonucu ülkemizde ve diğer 54 Müslüman ülkede, Müslümanlar   ELHAMDÜLİLLAH MÜSLÜMANIM  diyerek  ***  GERÇEK MÜMİN OLMADAN yani gerçek iman etmeden bu güne kadar gelmişler Müslüman ülkeler de maddi, manevi, sosyal her alanda dünyanın en geri ülkeleri olmuşlardır... Vesselam !

ALLAH'IN YARDIMI VE KUR'AN'IN AYDINLIĞI SİZLERLE OLSUN ...



Not: Bu yazım Milliyet gazetesi blog sitesindeki sayfamda  daha önce 11 Mart 2017  tarihinde yayınlanmıştır.

4 Aralık 2018 Salı

Bu şiir de benden : GEL KOCA YUNUS GEL, BİZE SEVMEYİ ÖĞRET....



Bundan 50 - 60 yıl önce gençlerin en büyük tutkusuydu şiir. Ben de şiirler okur, takip eder ve yazardım. Son 20 -30 yıldır şiir bana göre şiirselliğini, ritmini, sözlerdeki ahengini, letafetini, büyüsünü kaybetti.  Düz yazıya dönüştü. Benim de ilgim kalmadı. Bundan 25 yıl önce yazdığım bir  şiiri sizlerle paylaşacağım. Bakalım beğenecek misiniz ?

GEL KOCA YUNUS GEL,  BİZE  SEVMEYİ  ÖĞRET

En büyük sevgiyi buldun
Sevgiline kavuştun sen
Senden ayrıldıktan sonra
Ne hale düştük bilsen.
Senin ulaştığın güzelliklere
Biz hala varamıyoruz.
Yedi yüz yıldır
Sevgiyi arıyor
Bulamıyoruz...

Gel Koca Yunus Gel
Bize ''  sevgiyi  '' öğret


Senin yolunda
Önce sevmek var
Sonra sevilmek
Taşı, toprağı, tüm canlıları sevmek
Sevgiliyi ve de tüm yaratılanları
Ve de ALLAH'ı sevmek.
Sevilmek öncelik alırsa
Bir yere varamıyoruz
Gerçek sevgi yolunda
Mesafe alamıyoruz

Gel Koca Yunus gel
Bize  '' sevmeyi  '' öğret


Sevginin olmadığı yerde 
İnsanlar mutsuz
Güzelliklere ulaşmada 
Çok umutsuz
Yanlış yola girdik
Çıkamıyoruz
Gerçek sevgi tadına 
Ulaşamıyoruz...

Koca Yunus gel
Bize ''  sevgiyi  ''  öğret


Değerleri tüketiyoruz
Çirkinlikler alıyor meydanı
Sevgisiz ortamlarda
Sapkınlıklar sarıyor her yanı.
Tapduk Emre Dergahı'nda
Gösterdiğin sabrın
Binde birini 
Gösteremiyoruz.
Birbirimize '' hoşgörümüz ''  yok 
''  Karşılıksız sevemiyoruz ''

Gel, Koca Yunus gel
Bize  '' sevmeyi ''  öğret


Süleyman Sırrı











Allah nezdinde '' Her Müslümanım diyen '' iman etmiş kabul edilmiyor...




Yazımın başlığında da belirttiğim gibi, '' Elhamdülillah ben Müslümanım  '' diyen  her kişi Allah katında  '' iman etmiş '' kişi ( mümin ) olarak kabul edilmiyor. 
Bunu da nereden çıkardın ey Süleyman Sırrı demeyin, Çünkü Müslümanların olduğu bir çevrede Müslüman bir ana babadan doğan '' Ben Müslümanım '' diyor. Yani bu dini kendisi araştırarak, düşünerek seçmiş, değil. ** otomatik Müslüman  ** Eğer akıl - baliğ olduktan sonra Kur'an'ı da incelememiş temel mesajları, emirleri olan 400 kadar muhkem ( sağlam - temel )  ayetler hükümlerinden haberi yoksa, bilmiyor ve bu sebeple bu hükümleri  kabul edip onaylamamışsa,  İMAN ETMİŞ  yani  mümin olmuş sayılmıyor.
Bunları ben değil, Kur'an'da Allah söylüyor. Bir süre önce konuyla ilgili olan yayınlanan aşağıdaki yazımı tekrar veriyorum:
''  Bu soru yani '' Müslüman ile Mümin arasında fark var mı ? '' sorusu kısa bir süre önce -- son 30 yılında en büyük meşgalesi '' Kur'an'ı incelemek olan  ''  bana sorulsa idi, her iki kelime arasında kavram olarak pek bir fark olmadığını, her ikisinin de iman etmiş kimseler için kullanıldığını söylerdim.
Ama öyle değilmiş. Gerçek doğruyu bulmak için -- bilim adamı gözüyle bakıp incelemek --  ve özellikle --  ayrıntılara, yani detaylara dikkat etmek -- gerekmekte imiş. Bunu pozitif bilimler alanında bir bilim adamı Nörololog Dr. Gazi Özdemir Hoaca'nın '' SON DAVET  KUR'AN  '' isimli tefsirli mealini inceleyince öğrendim.
Evet dostlar gerçekler, doğru bilgiler -- eski bir deyimle -- AYRINTILARDA GİZLİ İMİŞ. Çok yoğun bir dikkatle okumak incelemek gerekli imiş.
AHZAB / 35. ayette:''Ey insanlar ! Şunu iyi bilin ki, sizlerden de  Müslüman  erkekler ve kadınlar,  Mümin erkekler ve kadınlar....... ''   şeklinde ayrı tututluğuna göre demek ki, iki kavram arasında fark varmış. Gazi Özdemir bu farkı eserinde -- Kur'an persfektifinden --  şöyle açıklıyor:
'' Müslüman, Allah'a şirk koşmaksızın iman edip sadece O'na teslimiyet ve kulluğu kabul etmek demek olan İslam dininden olan demektir. Müslüman'ın erkeği ' Müslim '  kadını ise  ' Müslime ' diye isimlendirir. Bu sözel ifade aşamasıyla Müslüman kişi, ilk aşamada sosyal yönden İslam dini toplumuna dahil olmuştur, ve henüz İman edecek kişi, Muhsin, Mümin ve İnsan-ı Kâmil ( makbul kişi )  olacak ' kişi adayı ' düzeyindedir. Diğer bir ifade ile, Müslüman olduğunu söylemek, ancak imanlı oluşa, Muhsinliğe ve Müminliğe yönelmenin sadece başlangıcında olmak demektir. ''
HUCURAT / 14. ayette bu fark çok güzel ifade ediliyor:
''  Ya Muhammed ! Taşradan gelen ve Müslümanlığı kabul eden Bedevi Araplar,  '' Biz iman ettik  '' diyerek Allah'a ve sana uyacaklarını belirtiyorlar. Onlara, ' Siz henüz iman etmediniz  '' ancak Müslüman olduk ( teslim olduk ) deyin. Çünkü iman edişiniz henüz kalbinize inmiş değildir........  ''
Hocamızın Kur'an'da belirlenen iman kademelerini şu 4 aşamada belirlendiği dikkat çekiyor.
MÜSLÜMAN -- MUHSİN -- MÜMİN -- İNSANI-I KÂMİL
MÜslünan'ı yukarıda açıkladık.
Muhsin, insanlar ve çevresindeki diğer canlılar için iyi ve faydalı işler yapan kişi demektir. Bu kapsama müslüman, ateist v.s her inanç türündeki insanlar da dahildir. Tüm muhsinler Allah katında değerlendirilmeye dahil edilmektedir.
Mümin; İnanç boyutunda epey mesafeler almış kişidir. Allah'a, meleklere, kitaplara, peygamberlere iman etmek yanında İslam esaslarından namaz, hac, zekat gibi şekilsel ibadetleri uygulamakla beraber Al-i İmran / 7. ayette belirtilen Muhkem ( kati, sağlam ) ahlaki 400 civarındaki emirleri bilen, kabul eden ve yaşamında uygulayan ve de bu emirleri birer ibad olarak kabul eden kişi demektir.
Mümin; Allah ismi anıldıkça kalpleri ürperen kişi demektir.
İnsan-ı Kâmil, Her işini, her davranışını Allah için, Allah'ın rızası için yapan, Allah'ın her isteğini, emrini harfiyyen uygulayan kişi demektir.  ''  

QUA VADİS --- NEREYE GİDİYORUZ NEREYE ?...




QUO VADİS?

Yukarıdaki kelimeler bir romanın ismi. Okunuşu: Ko Vadis? Anlamı: Nereye Gidiyorsun? Yazarı Polonyalı Henryk Sienkiewicz. 1905 yılı Nobel Ödülünü almış. Bu romanı 1895 yılında yazmış. En büyük, en ünlü ve en güzel eseri. Bu güne kadar üç defa filme alınmış. İnsanın eline aldığında bitirmeden bırakamayacağı türden etkileyici ve akıcı bir roman.

Konu, Roma İmparatorluğunda ve Hıristiyanlığın başlangıç yıllarında geçiyor. Yazar çökmek üzere olan Roma İmparatorluğunun göz kamaştıran fakat ahlaksız ve inançsız yaşantısını eşine rastlanmadık bir kalem gücü ve canlılıkla anlatıyor.

Şehvet, hayvani vahşet ve soytarılıkla yoğrulmuş olan İmparator Neron ve sarayındaki şölenler... Romanın yanışı... Hristiyanlara işkence edilmesi... Sirklerde gladyatörlerin birbirlerini öldürme mücadeleleri, zavallı korumasız insanların vahşi hayvanlara parçalattırılması. Ve bunları eğlence aracı yapan, toplandıkları sirklerde keyif ve zevkle seyreden imparator, asiller ve halk...

Bu atmosferde bir de Hıristiyan efsanesi aktarılıyor:

Ermiş Peter, İmparator Neron'un zulmünden kurtulmak için Roma'dan kaçmakta. Hz.İsa ile karşılaşıyor ve ona: - Ko Vadis  ? Yani,Nereye gidiyorsun ? diyor. Buna karşılık Hz. İsa -Roma'ya yeni baştan çarmıha gerilmeye gidiyorum, çünkü sen kurtarılacak insanları bırakıp kaçıyorsun diye cevap veriyor. '

İki bin yıl sonrasına ve günümüze geliyoruz... Ortam değişti mi dersiniz ? Yine bir İmparatorluk var. Ama bu defa dünya çapında ve başında bir Neron. Yani ABD ve BUSH. İnsanları ve kitleleri katleden, küçük çapta bir dikdatörü devirme ve o topluma demokrasi getirme sahte hedefi adına bir ülke işgal ediliyor. 2 - 3 senede yüzbinlerce Irak'lı katlediliyor. Yakın zamana kadar bir arada ve sorunsuz yaşayan insanlar, çıkarılan iç savaş sonucu birbirini boğazlıyor. Şiddet tırmanıyor, günde yüz ve yüzlerce ölü noktasına geliyor ve geçiyor. Bütün bir dünya Irak arenasını ve oradaki kan gölünü, her gün ve her gece televizyonları başında, çaresiz izliyor...

Bir sözde medeni bir başka batı ülkesi ve arenalar. Boğalar ve boğa güreşçileri. Çoğunlukla insanlar boğaları katlediyor. Bazen de boğalar matadorları boynuzlarına takıyor. Arenalarda ve televizyonlar başında, sözde güreşleri heyecanla ve zevk çığlıkları atarak bu vahşeti seyreden insanlar...

Boks ve kikboks adı verilen sözde sporlar. Yine başka tür kapalı spor arenaları. On binler salonda, milyonlar, yüz milyonlar televizyonları başında. Ölümüne bir maç, ölümüne bir savaş. Ta ki biri ağzı burnu dağılıp, kan içinde kalıp, beyin sarsıntısı geçirip yıkılıncayaa kadar süren bir kavga. Ve bu olayı, eğlenerek, zevk alarak; - Vur, vur ! Sağ patlat, indir aşağı ! nidaları ile seyreden milyonlar, milyonlar...

Şiddet içeren filmler ve diziler hasılat ve seyirci rekorları kırıyor. Her filmde ve her bölümde 5-10 - 100 hatta yüzlerce kişi ölmezse seyirci bulamıyor, reyting yapmyor diye, daha çok şiddet içeren yapımlar. Nasıl ki uyuşturucu ve uyarıcı bir zehir kana girince dozun gittikçe arttırılması gerekiyorsa, şiddet zehiri de insanları tatmin etmiyor, arttırılıyor, arttırılıyor...Sinemalardaa ve ekran başında bizler, daha çok kan görüyor, daha çok kan istiyoruz.

Bir örnek:

Kurtlar Vadisi'nde ve daha sonra da  Ekiya Dünyaya hükümdar olmaz isimli TV dizileri. Şiddet, yaşamın vazgeçilmez ya da ayrılmaz bir parçasıymış gibi, sorgulanmaksızın gündeme getiriliyor. Saldırganlık, başkalarıyla ilişkilerin yürütülmesinde kesinlikle onaylanabilir ve uygun bir teknik gibi gösteriliyor. 
Şiddetin sunumu hem açık hem örtük yapılıyor. İncelenen 55 bölümdeki örtülü şiddetin görsel ve sözel kullanımında 296 bağırma, 145 küfür ve hakaret, 131 dolaylı küfür, 174 tehdit, 149 dolaylı tehdit, 161 baskı, 119 dolaylı baskı, 111 dışlama, 127 ilgisizlik, 124 aşağılama, 122 alay, 149 ima ve 113 yerme var. 
Açık şiddet yöntemlerinin dağılımı da şöyle: Silah kullanma 145, silah gösterme 226, çatışma 111, öldürme 411, yaralama 152, saldırı 137, dayak 147, tokat 155, kavga 175, işkence 110, tecavüz üç, taciz 191, bombalama üç, adam kaçırma

Bu ortamda yetişen büyüyen çocuklar ve gençler, gözünü kırpmadan insan öldürüyor. Öğretmenini bıçaklıyor. Bizler şok oluyoruz. Şaşıyoruz. Birbirimize ve kendimize soruyoruz: - Ne oluyor? Nereye gidiyoruz?

Bunlar olayın bir yönü. Öbür yönünde neler var dersiniz ? Hepimizin çok iyi bildiği şeyler. Alkol ve uyuşturucular.... Cinselliğin istismarı ve sapıklıklar.

Alkolizm bir hayat gerçeği oluyor. Her sene bir öncekini katlayan alkol tüketimi. Bunun sonucu trafik kazaları, cinayetler, ırza tecavüzler ve intiharlar.

Alkol batağını da sollayan uyuşturucu belası 13-14 yaşlarına kadar inen tehlike. Bizler ne yapıyoruz ? Tehlike bizim kapımıza ve evimiz içinde bir ferde gelinceye kadar, televizyon başında izliyoruz: Sönen ocakları, genç yaşta batan güneşleri, kayan hayatları...Ve tepkisiz .....

Sonra bir telaş, sonra bir feryat !

Ne oluyor ? Nereye gidiyoruz ?

Bundan 40 - 50 yıl önce kadın erkek arasındaki bağda, beraberlikte; bir gizem vardı, bir güzellik, bir büyü.... Şimdi gelinen noktaya bakalım: Kadın vücudu ve onunla simgelenen cinsellik, her olay ve her ortamda ve en göz önünde. Bunun sonucu, kadın ticareti, tecavüzler ve devamı sapkınlıklar.

Evet, sapıklıklar ve sapkınlıklar. En başta eşcinsellik. Bebeklik, çocukluk veya gençlik dönemlerinden birindeki eğitim ve etkileşim bozukluğundan kaynaklanan bu davranış bozukluğu tüm dinler ve ahlak kurallarında reddedildiği ve lanetlendiği halde toplumların ve toplumuzun gittikçe büyüyen bir problemi oluyor.

Bilimsel bir gerçek de şu ki : Çocuklar ve gençler dış çevreden etkilenmeye çok açık. Hal böyle iken, çeşitli türdeki sapıklar ve eşcinseller, yazılı ve görsel medya aracılığı ile her an karşımızda ve evimizin içinde. Sanatkar oluyorlar, sanat güneşi oluyorlar. Diva oluyorlar. Gönüllerimizin ve evlerimizin baş köşelerinde... Jüri üyesi olup toplum adına karar veriyorlar, önder oluyorlar. Bir bakıyorsunuz bir gün, yurt çapında en çok tiraj yapan gazetelerden birinde, tam bir sayfa hacminde eşcinsellerle yapılan bir röportaj. Röportajı yapanın eşcinselliğin kişinin kişisel bir cinsel tercihi olduğu, buna kimsenin karışamayacağı yolundaki yorumu, savunması ...

Yine bir gece, ulusal bir kanalda bir magazin programı. Bir tek TV dizisi ile şöhret olmuş ve biraradalıkları magazin gündemine düşmüş genç bir çift ile röportaj: '' İlişkilerinin çok iyi gittiği, evlenmeyi düşünmedikleri, evlenmeyi de gerekli görmedikleri, böyle daha mutlu oldukları '' yolundaki beyanları ....

Her kanalda - ( haber kanalları hariç )  her gün için bir magazin programı. Bu da yetmiyor, Ana haber bültenlerinin üçte ikilik bölümünün magazin haberlerine ayrılması. Hangi medya maymunu ünlü o gün ne yaptı, kiminle çatıştı, kiminle sevişti.

Devam edelim m mi ?

İnternet'in başıbozukluğu ve porno belası...

Çocukların ve bebeklerin cinsel istismarı...

Kapkaç ve hırsızlıklar ile soygunlar ve çeteler...

Rüşvet ve ihale yolsuzlukları...

Her türlü olumsuzluk, ahlaksızlık ve sapkınlıkların olağan hale gelmesi...

İnsanların bunları kanıksaması ve duyarsız hale gelmesi.....

İnsana özel tüm değerleri ve güzellikleri birer birer yok ediyoruz. İnsanlık çöküyor.

Peygamberimiz son peygamberdi. İnsanlığı kurtaracak başka peygamber de gelmeyecek...

Nereye gidiyoruz ?

Kovadis ?

Yani,

N E R E Y E   ?

3 Aralık 2018 Pazartesi

Şiir okuma yarışmasında birinci olduğum şiir: MACAR RAPSODİSİ

Bundan 55 yıl önce yatılı Demiryolu Meslek Lisesi son sınıf öğrencisi iken okul çapında düzenlenen şiir okuma yarışmasında  kendi seçtiğim, şair ŞİNASİ ÖZDENOĞLU'nun  Rusya'nın Macaristan'ı işgali sonrasında Macar halkının 
'' efsane direnişini konu alan  '' MACAR RAPSODİSİ ''  isimli şiiri ile katıldım, birinci seçildim.

Bundan 30 - 40 yılların öncesinde genç yaşlı insanların önemli bir bölümünde edebiyat ve şiir önemli yer tutardı. Son yıllarda çok şeyde olduğu gibi bu konulara ilgi yok derecesinde azaldı. Ben de bu alanlarla ilgili idim.

Yarışma sonrasında iki üç hafta sınıfımıza ders vermeye gelen hocalarımız  haftanın ilk derslerinde  beni tahtaya davet eder ve bu şiiri okumamı isterdi.

Şinasi Özdenoğlu'nun Cumhuriyet dönemimizde Mehmet Akif Ersoy'dan son en etkin ve tanınmış bir vatan şairimiz olduğunu, bu şiirini Avrupa ülkelerinde tanındığını ve  yine bu şiirden dolayı kendine Macaristan tarafından ödül verildiğini sonradan öğrendim.

İşte şiir:

              MACAR  RAPSODİSİ

Macar ovalarında ve Tuna kıyısında
Martha’nın gözlerinde ve bütün şarkılarda
Ve kurşuna dizilen gençlerin avucunda
Barut isine batmış bayraklarla beraber
Peşte sokaklarında tankların çiğnediği
Genç yürekler içinde üç renkli şafak
Sen göz yaşları, alınteri, en büyük sevda...

Sen, yirminci yüzyılda hukuk kitaplarında
Ve tekmil nutuklarda ismi geçen
İnsanoğlunun beyninde, namlu arpacığında
Doğacak çocuğumun gelecek ninnisinde
Ve güzelim denizlerin tuzundaki lezzet
Şakaklarımızda zonklayan kavga
Ve cümle mahkûmların rüyası
Ey hürriyet!

Ve sen, gerçek insanı yaratamayan insan
Sen, ey kardeş kanıyla beslenen insanoğlu!

Yangın başladı Peşte’de... Kardeşim, yangın!
Taze göğüsler üstünde tanklar horada
Sevgilim alevler içinde, sevgilim orada
Tutulmuş bütün caddeler, tutulmuş
Yanına varamıyorum
Sanırsın anacığım boğazlanıyor
Kurtaramıyorum...
El yordamıyla, tıkanmış sokaklarda 
Ey ölümsüz şarkı, ey merhamet 
Seni bulamıyorum!

Utanıyorum kendimden, petekteki arıdan
Bir başka yıldıza göçetmek istiyorum...
Utanıyorum buluttan, kımıldanan topraktan
Dağdaki kurttan, kuştan
Aslan yavrusu emziren ceylandan
İnsanlığımdan utanıyorum 

Oysa ki insanlığın tekmil antenleri
Peşte üstündedir...
Oysa ki insanlığın Magna Carta’dan bu yana
Nice özgürlük antlaşmasına kanıyla imza koymuş
En yakışıklı oğullarını bu yola kurban etmiş
Ve bir zerresi için
Nice can satmıştır...
Utanıyorum kendimden kardeşim
Aynalara bakamıyorum!

Nerde kaldı çigan havaları, o çılgın kemanlar
Nerde dudak dudağa sevgililer?
Duyuyor musunuz şair Petöfi’nin sesini
Duyuyor musunuz tankların homurtusunda
Macar Rapsodisi’ni?

Biç beni, makineli tüfekle biç
Öldüremezsin!
Çıkar şarkılardan ve cümle kitaplardan adımı
Yine de silemezsin!

Ben, hayır ve şer misali insan kanındayım
1789’da ve Türk ihtilali’ndeyim!
Bugün bir tomurcukta, yarın darağacındayım
Ben, ne satılacak dava, ne kemik, ne etim
Ben, ölümsüzlüğün elindeki bayrak,
Ben, hürriyetim! 


NOT.

30 Kasım 2018 Cuma

İmam Hatip Liselerinde yetişen imamlar vaaz verecek seviyede değilse neden hala......?



Senelerdir Eskişehir'de Cuma namazı öncesi vaaz canlı değil, merkezi camiden naklen yayınla hoparlörlerden izleniyor. 20 - 25 sene önce böyle değildi her caminin imamı Cuma ve teravih namazları öncesi kürsüye çıkar kendi seçtiği bir konuda vaazını verirdi. Cemaatin hocayı karşısında görmeden radyo yayını gibi dinlediği dini öğütler yeteri kadar etkili olmuyor ve cazibesini kaybediyor.
Ayrıca Merkezi bir camiden yapılan bu vaazları genelde müftü veya yardımcılarından biri ya da diyanet teşkilatından vaiz kadrosundaki bir hoca yapıyor. Cuma hutbelerinde de bazan o günkü vaazın konusu  Ankara'dan Diyanet merkezinden belirleniyor ve bazen de yine merkezden yazılarak hocalara ulaştırılıyor. Hocalara da yalnızca okumak kalıyor.

5 - 6 sene kadar önce Eskişehir müftülüğüne gittim bu konuda müftü ile görüşmek amacıyla. Müftü bey yoktu, bir müftü yardımcısı ile görüştüm. O zatı muhterem İmamların hepsinin vaaz verecek yeterlikte olmadığını. teşkilatta bu konuda eğitimler düzenlendiğini. bir süre sonra canlı vaaz uygulamasına geçileceğini ifade etti. Aradan seneler geçti, eski hamam eski tas. Bir değişme ve gelişme yok.

Bu anlattığım konularda bir çok soru ve sorun karşımıza çıkıyor:

##  Bu sayıları da oldukça çoğalan imam hatip liselerinden hatiplik yapacak seviyede eleman yetişmiyorsa bu liselerin adı hala neden İmam '' hatip '' lisesi. ?

##  20 -25 sene önce İmamlar kendi camiinde kendileri canlı vaaz verebiliyor da bu gün neden bu eleman ve teşkilat yetersizliği ve gerileme ?

##  Diyanet İşleri Başkanlığını asli görevinin din konusundaki dağınıklığa çare bulmak ve bir takım sapkınlık ve aşırılıklara müdahale etmek ve tedbirler almak olması gerekirken, yalnızca teşkilat yönetimi ile yetinmesi ve yanlışlıklara seyirci kalması kabul edilebilir bir olgu değil. Ama ayrıca teşkilatın mesleki yeterliliği konusunda da hiç bir çalışma yapmadığı ve tedbir almadığı görlüyor.

##  Önemli bir konu da camilerde hoparlörle naklen yayınla vaaz uygulaması ve cuma hutbelerinde  -- eğer doğru ise  -- hutbe metninin hazırlanarak hocanın eline verilmesi de felaket derecesinde bir yanlış uygulama. Din görevlilerimizi tembelliğe yönlendiriliyor, kendini ve bilgilerini tazelemekten uzaklaştırıyor ve mesleki açıdan yetersizliğe yol açıyor. Din görevlilerin çoğu eski sınırlı ve bazıları da yanlış bilgilerini papağan gibi tekrarlamaktan öte gitmiyor.

Çağımızda teknolojinin gelişmesi ve dini yayınların çoğalması ile insanların bilgiye ulaşması çok kolaylaşmış sıradan dindar bazı vatandaşların din bilgileri din görevlilerinin bilgilerinden öteye gider hale gelmiş ve din görevlilerine toplumun saygısının azalmasına sebep olunmuştur.
Din görevlilerimizi **  doğru bilgi  ** konusunda kendilerini geliştirme, yetiştirme doğrultusunda çalışmalar yapılması, tedbirler alınması acilen gereklidir.
Diyanet İşleri Başkanımızın ve bağlı olduğu devlet bakanımız veya Cumhurbaşkanımızın  dikkatine...

APTALLAR -- ŞİZOFRENLR -- CAHİLLER

    ================================== APTALLAR .:: Aptal Olduğunu ŞİZOFRENLAR ::  Şizofren Olduğunu C A H İ L L E R  :::: C a h i ...