19 Aralık 2018 Çarşamba

İkinci kez UMRE'YE GİDENLERE 540 Dolar ek vergi.....



Birden fazla Umre'ye gidecekler 540 Dolar yani 2900 TL ek vergi ödeyecekler. Çok isabetli bulduğum bu karar Suudi Arabistan'a ait. Karar ile ilgili haber metni şöyle:

 "Bu sistemde daha önceden Umre seyahatine gitmiş olan yabancılardan 2000 Suudi Arabistan Riyali, yani yaklaşık 540 ABD Doları, 1700 TL gibi bir rakam ödenmesi isteniyor ki, bu da vatandaşlarımız için çok ciddi bir külfet. 1000 Dolardan başlayan bir Umre organizasyonuna ilave, 540 Dolar gibi ek bir maliyet getiriyor. Bu da hem bizi, hem de tüm İslam aleminde Kabeyi görme aşkıyla yola çıkacak insanları kötü yönde etkiliyor  ''

Umre'de Hacca konu olan mekanları bir tür ziyarettir. Hac ibadeti de --  yalnızca maddi imkanı olan Müsülamanlara tüm yaşantısında bir defa -- olarak farzdır. Maddi olarak külfetli Hac farzının birden fazla yerine getirilmesi nafile ( fazladan ) bir ibadettir.

Günümüz dünyasında maddi ve manevi olarak en kötü şartlarda yaşayan ülkeler -- yoksul ülkeler, birbiriyle savaştırılan ülkeler -- ne yazık ki Müslüman ülkelerdir. Yani MADDİ YARDIMA EN ÇOK İHTİYAÇ DUYAN ÜLKELER'in insanları Müslümanlardır. 

Bu gün bize dayatılan İslam'da en önemli eksiklik İbad olarak yalnızca namaz, oruç, hac gibi ritüel yani şekilsel olanların öne çıkarılması FARZ olarak yalnızca bunların olduğu şeklindeki eksik bilginin empoze edilmesidir.

Hatırlayalım ki, Al-i İmran suresi 7. ayette Kur'an ayetlerindeki hükümlerin mutlak (kesin) ve müteşabih ( zaman ve ortama göre değişken ) olmak üzere iki türlü olduğu belirtilmekte ve Kur'an'ın tamamındaki 400 civarındaki kesin hükümlerinin şekilsel ibadetler kadar önemli FARZ ve İBADET hükmünde olduğu ifade edilmektedir.

Bu 400 civarındaki kesin hükümler ahlaki değer ve davranışları ( ki bunlar Kur'an'da ameller diye isimlendirilmektedir) içermektedir. 

Ayrıca bu farz ve ibadetların SALİH AMEL adı altında hayata geçirilmesi 50 kadar ayette istenmektedir.

Söz konusu 400 civarındaki farzın en temeli olarak insanların diğer yaratılanlara yardım ve desteğinin sadaka, zekat , her türlü maddi ve manevi paylaşımlar, katkılar olduğunun da altı kesin olarak çizilmektedir. Bu yardım ve katkı da İNFAK diye isimlendirilmektedir. Bir ayette de diğer yaratılmışlara yapılacak yardım ALLAH'A  BORÇ VERMEK şeklinde değerlendilmektedir.

Ayrıca Allah'a şükründe kabulü yine infakla bağlantılanmaktadır.

Bu demetir ki; Allah yanında makbul olan kişinin yalnızca kendi manevi tatminin esas alan FAZLADAN İBADET değil, tüm yaratıklatına yardımdır. Fazladan HAC ve UMRE ziyaretleri yerine yardıma muhtaç tüm insanlar ve hayvanlar gibi diğer canlılara destek daha yerinde görülmektedir.

KUR'AN BAŞTAN SONA AHLAK KİTABIDIR... ( Mustafa İslamoğlu )

İNSAN PSİKOLOJİSİ ( Mustafa İslamoğlu )

EĞER ŞİMDİYE KADAR YOU TUBE' de izlemediyseniz Tek Kelimeyle Muhteşem | İz...

Eğitim Sistemimizde TEST SINAVI '' Diplomalı Cahil '' yetiştiriyor ...ı



Son 20-30 yıldır eğitim sistemimizde, neredeyse her eğitim kademesinde, bilginin ölçme ve değerlendirilmesinde test sınavı tek seçenek haline geldi.
Test sınavı nedir ? Doğrunun 3-4 veya 5 seçenek içinden bulunması.
Bunun alternatifi ne idi ? Sözlü ve yazılı sınav. 

Sözlü sınavda öğrenci tahtaya kaldırılır.  Öğretmen bir kaç soru sorar, öğrenci de sorular konusunda bildiklerini sözlü olarak anlatır, aktarırdı. Tabii ki öğrenci bir büyük heyecan ve stres fırtınası altında epeyce zorlanır, yorulur ve yıpranırdı. Fakat ileridek yaşantısındaki sorularla, sorunlarla başbaşa kalacağı günlere hazırlanır ve deneyim sahibi olurdu. Sonraları sözlü sınav zorunluluğu kaldırıldı, öğrencinin derse ilgisi, takibi, katılımı gibi hususların öğretmen tarafından değerlendirilmesi ve sözlü notu olarak kayıta geçirilmesi uygulamasına geçildi.

Yazılı sınava gelince; çok önceleri dersin öğretmeni sınav yapacağını önceden bildirmeden derse girince aniden çıkarın sınav kağıtlarını yazılı sınav yapacağım der ve sınavı yapardı. Öğrenciler her gün her dersten sınav yapılabilir düşüncesiyle devamlı sınava hazırlıklı olmak ihtiyacını duyardı. Sonraları haber vermeden aniden sınav yapma uygulaması kaldırıldı. Öğretmenin önceden sınav yapacağı gün ve ders saatini haber vermesi zorunluluğu getirildi.
Yazılı sınavda öğretmen 3-4-5 soruyu sınav başlangıcında öğrenciye yazdırır. Sonra da cevaplar için belirli bir süre vererek sınavı başlatırdı. Öğrenci her soru hakkındaki bildiklerini soru sıra numarasını başına yazarak kendi cümle ve ifade şekli ile sınav kağıdına yazardı.
Yazılı ve sözlü sınavlar öğrencinin gelecek yaşamına hazırlanması için gerçek bir eğitim aracı vazifesi görürdü. Öğrenci yazılı ve sözlü olarak bilgisini ve meramını anlatmak, sunmak becerisi kazanırdı.

40, 50 yıl ve daha önceki yıllarda ilk okul, orta okul, lise ve hatta yüksek okullarda mezuniyet sınavları her dersten hem sözlü ve hem de yazılı olmak üzere yapılır, ortalamaları sonuca etkili olurdu.

Sonra batı eğitim sistemlerinden kopya edilen test sınavları eğitim sistemimize girdi.

Nedir test sınavı ?

Yukarıda da belirttiğim ve bilindiği gibi, doğru cevabın 3-4 veya 5 seçenek arasından bulunması ve cevap kağıdına işaretlenmesidir. Fakat bu şekilde bilginin ölçülmesi ve değerlendirilmesi hayatın akışına ve gerçeklerine uygun değildir.  Yaşamda sorular ve sorunlar insanın karşısına doğru cevabı içinde barındıran seçenekle gelmez. Sorunun cevabını ya bilirsin ya da bilmezsin. Hatırlama ile ilgili ipucu karşında hiç bir zaman yoktur. Ya doğruyu hatırlayacaksın veya hatırlayamayacaksın. Yani bilip problemi çözersin veya bilemezsin ve sonucunda problemi çözemezsin yanlış yapar veya yanlış karar verirsin.
Ben 15 yıl teknisyenlik ve 4 yıla yakın bir süre TCDD'de fabrika personel müdürlüğü yaptıktan ve bu süre içinde  - çalışıp hayatımı kazanmak suretiyle yüksek tahsilimi ( işletme ) yaptıktan sonra -- kendi isteğimle -- yatılı Demiryolları Meslek Lisesinde önce teknik derslerde öğretmenlik sonra da yöneticilik yaptım. 

Hiç bir eğiticilik eğitimi görmeden eğitimci oldum ve eğitimi deneme, yanılma ve araştırma ile kendim keşfettim. Bu test sınavına hiç ısınamadım ve benimseyemedim. Tüm sınavlarımı eski usul - yazılı sınav - şeklinde yaptım.

Sonra test usulü sınav eğitimciler tarafından da kolaylarına geldi, benimsendi. Çünkü yazılı sınava kıyasla çok kısa sürede sınav sonucunu değerlendirme imkanı veriyordu.
Test sınavlarının tüm eğitim kademelerinde ( ilk öğretim hariç olabilir ) ağırlık kazanması sonucunda ne oldu ?

Bilgisini, derdini, isteğini sözlü ve özellikle yazılı olarak ifade edemeyen, ama bu arada yüksek tahsil diplomasına da sahip olan -- kitap okuma alışkanlığı olmamasının da etkisi ile -- diplomalı cahiller -- nesli yetişti...

Zaman içinde üniversiteden  '' Türkçe öğretmeni diplomasına sahip ''  fakat yazılı olarak bir tek küçük paragraf veya cümle oluşturamayan bir eleman da tanıdım, birlikte çalıştım. Yine üniversite mezunu Türkçe ve imla bilgisi olmayan -- konuştuğu gibi yazan -- gençler gördüm. İnternet sosyal platformunda bir çok örneği her an görülebiliyor.
Yani dostlar bu test sınavına dayalı eğitim sistemi gerçek bilgiyi ölçemiyor ve diplomalı cahiller yetiştiriyor... Ayrıca gençleri hayata hazırlamıyor...

İnsan vücudundaki damarların toplam uzunluğu 100 bin kilometre imiş ....



Her canlı varlığın bedeni tasarım ve yaratım harikasıdır. İnsan bedenindeki damarların toplam uzunluğu kılcal damarlarla birlikte tam 100 000 ( kırk bin ) kilometre imiş. Yüz bin kilometreyi metre olarak ifade edersek 100 milyon metre. Yani dünya çevresini 2 buçuk defa dönecek uzunlukta. Vücuttaki milyarlarla ifade edilen tüm hücrelere tek tek kan götürecek şekilde tasarlanmış.  

Bir yaratıcının varlığını inkar etmek için dünyadaki tüm canlıların tesadüflerle ve kendiliğinden gelişerek evrimleşerek oluştuğu saçmalığını bir bilim konusu yapmak ve bunu insanlığa kabul ettirme gayretindeki -- sözde -- bilim adamları bu damarların haritasınını çıkarmaktan dahi aciz kalıyor...

18 Aralık 2018 Salı

SÜNNİLİK - ŞİİLİK - Alevilik ayrışması ne zaman ve nasıl başlamış ?...



Bir zamanlar Diyanet İşleri Başkanlığı'da yapmış Prof.Dr. Süleyman ateş Hoca doğru, tarafsız ve güvenilir bilgi bakımından en önde gelen akademisyen ilahiyatçılarımızdandır. Onun bu konu hakkındaki bilgi ve yorumu şöyle;

 ''  Hz. Ali ile Muaviye arasında çıkan ve bir yıl kadar süren savaşta Hz. Ali galip gelecekken işin hakeme havale edilmesi sonucunda buna razı olmayan bazı askerler ayrılıp bir grup kurdu. Bunlara Hariciler ( Ali’den ayrılanlar ), Ali’ye bağlı kalanlara da Şii yani Ali taraflısı dendi. Bunlar Ali yolunda İslâm'a son derece bağlı insanlardı. Ama Hz. Ali’nin ve ardından Hz. Hüseyin’in şehadetinden sonra Ali evladı siyasetle uğraşmayıp ilimle meşgul oldular. Hz. Ali’nin üçüncü göbekten torunu Cafer-i Sadık’ın dini içtihatları ( görüşleri ) Caferi mezhebini oluşturdu. Caferiliğin diğer Sünni mezheplerden uygulamada pek farkı yoktur. 

Ancak Caferi mezhebi mensupları zamanla 12 imam inancını ortaya çıkardı. Peygamber’den sonra halifelik hakkının Ali’de ve Ali evladında olduğu inancını benimsediler. Bu bakımdan ilk üç halifeyi (Ebubekir, Ömer, Osman) Ali’nin hakkını gasbeden (gasıp) saydılar. Ali dahil 12 imamı masum yani günah işlemez, günahsız kabul ettiler. İşte Şiilerle Sünni mezhepler (inanç ekolleri) arasındaki başlıca inanç farkı budur. Fakat uygulama açısından Şiiler de Kur’ân-ı Kerim’e son derece bağlı, muhafazakâr insanlardır. Namaz kılar, Kur’ân-ı Kerim’in hükümlerini uygularlar.

Aleviliğe gelince, zamanla Şiiler arasında  "Sadece Ali’yi sevmenin" yeterli olduğuna, dinin pratiği olan namaz-oruç gibi eylemlere gerek olmadığına, dinin asıl amacı olan ahlakı düzeltmenin yeterli olacağına inanan bir grup ortaya çıktı. Bunların geliştirdiği Ali inancı, tarihi Ali’den çok farklıdır. Çünkü bunlara göre Ali yarı tanrı hüviyetini kazanmıştır. Özetle Alevilik budur ama bunlar da kendi aralarında bölünmüştür. Kimi var ki Kur’ân’ın hükümlerine inanır, namaz kılar, oruç tutar. Kimi de var ki namaza, oruca gerek görmez. Hatta kendilerini İslâm ile de sınırlı görmezler. Bir programda beraber bulunduğum bir zat, kendilerinin belli bir inançla sınırlı olmadıklarını, daha evrensel ve geniş bir inanca sahip olduklarını söylemişti. ''

BEYNİMİZİN OYUNU



Böyle bir olay yani beynimizin oyunu iki defa başımdan geçti.

İlki bundan çok uzun seneler yani emekliliğimden önce  bir kamu kurumunda çalışıyorken oldu. Kurumumda şef teknisyenim. 70 kilometrellik bir bölgenin kısım şefiyim. Taşrada çalışan 4 kısım şefi de bir şube şefine bağlıyız. Benim sorumlu olduğum mıntıkada 7 işyerim var onları özel araçla 2-3 günde bir turne yaparak denetliyor yapılan işleri teslim alıyor ve yeni işler veriyorum. Ay sonlarında da yaptığım çeşitli işleri birimlerine göre belirliyor, dökümünü yapıyor ve ayın ilk günlerinde büroda 2 günlük çalışma ile toparlayıp fiyatlandırarak şube şefliğimize rapor ediyorum. Şube  şefi de benimle beraber  diğer üç kısım şefliğinden gelen raporların dökümünü yapıp toplamlarını alıp  rakamlandırarak bölge müdürlüğne rapor ediyor. Biz de bu işlemi '' aylık rapor '' olarak isimlendiriyoruz. Her ayın ilk günlerinde mutlaka tamamlanıp bildirilmesi gerekli.

Bir ay başında çalışmamı  bitirdim. Yapılan hesapları kontrol edip hesapların dökümlerle tutarlılığını kontrol ediyorum. Bir rakamda  hata ve tutarsızlık çıktı. Silbaştan tüm yüzlerce rakamı yeniden kontrol ediyorum aynı hatalı sonuç çıkıyor. Her kontrol de 1-2 saat sürede yapılabiliyor, tabii ki o günlerdeki Facit marka mekanik hesap makinesı ile. İki defa daha da hesapları kontrol ettikten sonra yanlışı daha doğrusu hatayı keşfettim. Bütün rakamlar, hesaplar doğru fakat yan yana bulunan iki rakamı ben ilk hesapta yanlış okumuşum. Diyelim ki 57 olan sayıyı hesap makinesina girerken 75 olarak girmişim.  Beynim bu hataya şartlanmış ondan sonraki her kontrol hesaplarında toplamada hep aynı hatayı tekrar etmişim. Yani beynim o yanlışa şartlanmış ve bana oyun etmiş.

Gelelim ikinci olaya: Son bir iki yıldır medyada, reklamlarda bir kelime dikkatimi çekiyor. Tuhafıma gidiyor.
YENİLEBİLİR ENERJİ
Bu terim her karşıma çıktığında dikkatimi çekiyor, Allah Allah yenilir enerji olur mu diye düşünüyorum. Fazla da üzerinde durmuyorum. Dursam İnternet'te küçük bir araştırma ile çözebilirim. İki sene sonra birden fark ettim ki, bu terim  '' yenilebir '' değil '' yenilenebilir '' miş.

Yani; YENİLE(NE)BİLİR  enerji imiş.
Beynim  bana ikinci defa oyun etmiş ve kelimedeki ( NE ) yi  atlamış.

Sonunda da güneş, rüzgar, su gibi tabii kaynaklardan elde edilen enerji türüne deniyormuş.
Lütfen dikkat beyniniz size de her an bir şaka yapabilir.

ÜLKEMİZDE AYDIN ENFLASYONU VAR ...



Ülkemizde aydın enflasyonu var. Her şehirde üniversitelerimiz olması ile, hele açık öğretim mezunlarının artması ile bu sonuca gelindi. 18 - 25 yaş arası gençlerimiz bir de yüksek tahsil diploması aldı ise ders kitaplarının dışında başka kitap okumasa da aydındır, her şeyi bilmektedir. Onlardan daha aydın kimse yoktur. 

Ülkemizde aydın olmak sol fikirlere sahip olmakla çok yakından ilgilidir. Kendilerine aydın etiketini, ençok onlar yakıştırırlar.  Solcular, ilericidirler ( ! )  İlericilik de bilindiği gibi aydın olmanın en önemli sonucudur. Solcuysanız, hor gördüğünüz halka yakınsınızdır. Aydın olma etiketi en çok sizin hakkınızdır.

Hele bir de laikseniz, ilericilik, solculuk, manevi değerlere uzaklık genellikle sizin en modern yönünüzdür. Bu sebepten en, pek, öz aydın da sizsiniz. Laikliğin kişilerle ilgili değil devletin bir yönetim sistemi olduğu gerçeği es geçilse de olur.
Sağcılardan da, aydınlanmış kişiler çıkmaz mı ? Nadir de olsa ki çıkar: 1982 askeri darbesinin hemen önceki sağ - sol çatışmalarının şiddetlendiği günlerde, görevli olarak bulunduğum Sivas'dan Ankara'ya gitmek üzere trene bindim. Tren hareket etti takriben bir saat sonra 3-4 genç oturduğumuz kompartmanı bastılar ( pardon şereflendirdiler )  Kompartmanın kapısında da 4-5 genç de nöbette kaldı. Bunlardan birisi 16 - 17 yaşlarındaki  liderleri. orta okuldan terk ettiğini de içeren kısa öz geçmişini anlattıktan sonra kompartmanda bulunan 6 yolcu olan bizleri aydınlatacağını belirterek söze başladı. 5 - 6 dakikalık söylemle bizleri bilgilendirdi, eğitti, aydınlattı. Sonra da heyeti ile yandaki kompartmana geçerek eğitim görevine devam etti.

Bir  '' aydınlanmış ''  bu günkü tabir ile  aydın  kişi daha var: Yunus Emre. Onun aydın olduğuna itirazınız olmayacaktır her halde. Yunus bakalım bu konuda ne demiş ?
İlim ilim bilmektir
İlim kendini bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır.
Gerçek ilim, gerçekleri bilmek, insanın kendini tanıması ile başlarmış. Yani aydın, bilge kişi öncelikle kendini bilen kişi  imiş.
Kendini bilmek, kendini tanımak ve HADDİNİ BİLMEKTİR.

Yalnızca kendisinin aydınlandığını, kendisi dışındakilerin karanlıkta kaldığını zannetmek, vehmetmek değil.
Yani kendine aydın etiketini takıp başkalarını, kendisi gibi düşünmeyen inanmayanları küçümsemek değil.
Gelelim ilahi formuna da dönüştürülen şiirin ikinci dörtlüğüne;

Okumaktan murat ne
Kişi Hakkı bilmektir.
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru emektir
Ne demek istemiş ulu ozan; 

Okumak, öğrenmek, bilgilenmek eylemi kişiyi  Hakk'a yani tüm varlığın ve bilgilerin sahibine, kaynağına götürmüyorsa tüm gayretler gereksizdir, boşunadır.

Vesselam...

SIKINTILAR, ZORLUKLAR, BUNALIMLAR İNSANI ŞARJ EDİYORMUŞ...


Değerli dostlar, engellersıkıntılar, kronikleşip hastalık boyutuna varmamış küçük çaptaki bunalımlar insanın sonraki yaşam enerjisi için faydalı ve gerekli imiş. İnsanı şarj ediyormuş.'' Sıkılan insan eğlence ve oyun gibi meşgalelerle hızlı deşarş oluyor ama, insanın verimli çalışması ve değerli bir şeyler üretebilmesi için tedrici yani yavaş yavaş deşarj olması gerekli imiş. İşte çalışmak, maddi ve manevi olarak güzel şeyler üretmesi bu tedrici deşarjla mümkün oluyor.''  [*] Şarj için ise yukarıda belittiğim gibi günlük yaşamdaki engeller, sıkıntılar ve bunalımlar gerekli. İşte onun için Yüce Allah insana günlük yaşamında önce güçlükler ve sıkıntılar veriyor, sonra da bunları gideriyor:

Bununla ilgili şu mucize beyanları veren ayetlere bakar mısınız !...
Demek ki her zorlukla beraber bir kolaylık var.
Evet her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.
Boş kaldın mı kalk yorul
Ve ancak Rabbi'nden ümit et. Hep O'na doğrul   ( 94/ 5,6,7,8 )

Hayatta insanın karşısına çıkan engellerle ilgili beğendiğim  şu yazıyı sizinle paylaşmadan edemedim:

'' Hayat engellerle dolu bir yolculuktur.  '  Yürüdüğünüz yolda hiç bir engel yoksa yanlış yoldasınız demektir '

Engel olacak ki,  gücümüz sınansın.
Engel olacak ki, sabrımız sınansın.
Engel olacak ki, kararlılığımız sınansın.
Engel olacak ki, engelle mücadele edecek gücümüz artsın.

Hep aynı yükü taşıyan bir insanın gücünün artması mümkün değildir. Her yıl yapılan spor müsabakaları, her yıl tekrar tekrar kırılan rekorlar bir sonraki yıl rekor kırmak isteyenlere bir engel oluşturmuyor, onlara güç ve çalışma hırsı kazandırıyor. 
Engeller kimi insanın  kırılmasına, kimilerinin de rekor kırmasına sebep olur. '' [**]

NOT: [*]   Denge Yayınları -- Faruk Gürbüz -- KUR'AN'DA DENGE sayfa: 241
[**]  Oku-Yorum Yayınları -- Sait Çamlıca -- STRESLİ  İMAN  sayfa: 276

ÖLÜM ÖTESİ DENEYİMLER ( Nörolog Prof.Dr Gazi Özdemir )

KADERCİLİK ŞEYTANIN DİNİDİR.. ( Mehmet Okuyan / Mustafa İslamoğlu / Emre Dorman )...

KADER ALIN YAZISI Mı ? KADER GERÇEĞİ ... ( Prof.Dr. Mehmet Okuyan )

17 Aralık 2018 Pazartesi

MELEKLER VE ELEŞTİREL AKIL ( Mustafa İslamoğlu )

AVARE FİLMİ



Ülkemizdeki film piyasasını sarsan, görülmemiş bir ilgi ve hasılat rekorları kıran bir film. Dünya ve ülkemiz film seyircisini Hint sineması ve filmleri ile tanıştıran ilk film. Orijinali 6 saat süreli imiş. Bizde önce 4 saate kısaltmışlar, sonra da 2 buçuk saate indirmişler. 1951 yapımı.
Baş rollerde fakir tatlı serseri rolünde RAJ KAPOOR ve zengin kızı rolünde NERGİS.
1950 ‘ lerin başı. O günlerde böyle basılı ve görsel medya ile İnternet yok.
Tek medya unsuru uzun dalga devletin Ankara ve İstanbul radyoları.
Onlarda da magazin haberleri yok. Soğuk ve resmi bir yayın politikası.
Basılı medya olarak İstanbul’daki ulusal birkaç gazete var ve onlar en yakın Anadolu illerine dahi 2-3 günde, uzak illere neredeyse bir haftada ulaşıyor.
Böyle bir ortamda kulaktan kulağa müthiş söylenti ve haber rüzgarı.
Avare filmi varmış,3 saat sürüyormuş. Halk bu filme girebilmek için kapıları pencereleri kırıyormuş.
Müthiş bir heyecan, merak ve beklenti...
Acaba ilimize ne zaman gelecek ?..
Zaman o zaman ki. Devletin radyosunda bile akıllı uslu bir müzik yayını yok.
Hafif batı müziği, arkasından klasik batı müziği ve sonra ajanslar. Yani öğle saat:13.00 akşam saat 19.00 da haberler. Ve sonraları da ‘’Yurttan Sesler: Yöneten, Nurettin Sarısözen. ‘’ Halkın tek ilgilendiği programlar bu son ikisi. Ajanslar ve Yurttan Sesler.
Böyle bir ortamda da halkın tek eğlencesi sinemalar.
Ben 12-13 yaşlarındayım. Sonunda 1956-1957 yılı olacak Avare filmi şehrimize geldi. Ezilme pahasına sinemaya girerek filmi izleyebildim.
Sonra da
Tüm gençlerin, çocukların ve benim dudaklarımızda da filmin unutulmaz melodisi ve şarkısı...
Naaaaa na na naaaa. Na na naaaa...
Avara muuu, Avara muuu...
Ya gardaş ma vuuu, gardaş ma vuuu..
Aasma’an katara muuuuu.
Avara muuuu...
Nııı nı nı nııı......
Biz şarkıyı böyle biliyorduk. İnternette şu adreste:
http://www.sinemafanatik.com/yabbse/index.php?board=17;action=display;threadid=12578
şarkının orijinal sözlerini buldum. Ehh biraz farklı imiş:
''aawaaraa hoon, aawaaraa hoon
yaa gardish mein hoon, aasamaan kaa taaraa hoon

gharabaar nahee, sansaar nahee, muz se kisee ko pyaar nahee
us paar kisee se milane kaa ikaraar nahee
sunasaan nagar, anajaan dagar kaa pyaaraa hoon

aabad naheen barabaad sahee, gaataa hoo khushee ke geet magar
jakhmon se bhar seenaa hain meraa, hasatee hain magar ye mast najar
duniyaan, duniyaan main tere teer kaa yaa takadeer kaa maaraa hoon ''
Bundan 15-20 sene önce bir gazete promosyon olarak ucuz bir fiyatla 3 CD’den oluşan filmi verdi ve büyük bir sevinçle aldım.
Arada hatırladıkça o olağan üstü güzel şarkı bölümünü izliyorum.
Avara muuu, Avara muuu.

Naaa na na naaaa

APTALLAR -- ŞİZOFRENLR -- CAHİLLER

    ================================== APTALLAR .:: Aptal Olduğunu ŞİZOFRENLAR ::  Şizofren Olduğunu C A H İ L L E R  :::: C a h i ...